29 EYLÜL, CUMA, 2017

Bir Panzehir Olarak Bitmeye Direnen Resim

Erinç Seymen’in Zilberman Gallery’deki ilk kişisel sergisi “Homo Fragilis” 12 Eylül’de açıldı. Latince "Kırılgan İnsan" anlamına gelen “Homo Fragilis” tanımından ismini alan sergi, yalnız başına hayatta kalmanın zorlukları ve risklerine karşılık, bir arada yaşamın ve mülk biriktirmenin korunaklı rotasını seçmeye davet edilen insanın toplumsal kaderini tartışmaya açıyor.

Bir Panzehir Olarak Bitmeye Direnen Resim

Erinç Seymen’le karşılaşmamız yine onun resmi sayesinde olmuştu: 2016 başlarında çıkan kitabım Hayvanların Tarafı’na kapak düşünürken, Cem İleri’nin yönlendirmesiyle Serva Ex Machina’yı görmüş ve o andan itibaren hiçbir görselin metnimi bu denli karşılamayacağını düşünmüştüm. Nitekim kitap Serva Ex Machina’nın yer aldığı kapakla çıktı. Sonraki iki yıla yaklaşan süreçte Erinç Seymen’in yeni işlerini görmek için sabırsızlanarak bekledim fakat ona ne zaman yeni bir sergiyle döneceğini hiç sormadım; çünkü işlerinin oldukça detaylı ve uzun sürede oluşabilen girift formlarda olduğunu biliyordum. Yanılmamışım. 12 Eylül’de Zilberman Gallery’deki açılış kokteylinde gördüğüm işler hem merakımı tatmin eden nitelikteydi hem de bana yeni metinlerin kapısını aralayabilecek hayal dürtüşlerine sahipti. “Homo Fragilis” üzerine Erinç Seymen’le konuşmaksa, işlerin daha derinine inmek için iyi bir fırsat oldu. İyi okumalar!

““O homo fragilis, et cinis cineris, et putredo putredinis, dic et scribe quae uides et audis.” St. Hildegard von Bingen, ona Tanrı tarafından akan/aktarılan/gösterilen ilahi imajları anlatmak için cümlesine böyle başlar (Ah, Kırılgan İnsan, külün külü, kirin kiri, gördüğün ve duyduğun şeyleri anlat ve yaz). Ve devam eder: “Sed quia timida es ad loquendum et simplex ad exponendum et indocta ad scribendum ea, dic et scribe illa non secundum os hominis nec (…)”[1], insanın konuşurken utangaç, bilgiyi genişletmede basit, yazmakta düşüncesiz olduğunu, oluşacak yaşamsal kompozisyonun insan kaynaklı değil, ilahi olandan gelirse tamam olacağına dair beyanlarda bulunur. Fanilikle örülmüş bu sesleniş sana nasıl ulaştı ve işlerini kavrayan isme büründü?

İnsana zayıflıklarını tekrar tekrar vaaz eden tek müessese örgütlü din değil şüphesiz: Ulusal liderler, kanaat önderleri, bilim insanları, aile büyükleri insanın kusurlu doğasına, karar mekanizmasındaki aksamalara, yolunu ne kadar kolay kaybedebileceğine dair ikazlarda bulunuyor, tavsiyeler yağdırıyor ve birliktelik çağrıları yapıyorlar. İbadethanede, okulda, hastanede, evde bize empoze edilen ortak yaşam modellerinin en güçlü taşıyıcılarından biri insanın zayıflığı zira, bana kalırsa insanı korkuları üzerinden yönetmek ve örgütlemek, umutları üzerinden yönetip örgütlemekten çoğunlukla daha etkili. Ulusunuza, dindaşlarınıza, ailenize yakın durmanın sizi, yolunuzu şaşırmaktan, kültürel, ekonomik, duygusal çöküşten koruyacağı önermesi, insanları bu kurumlara muhtaç varlıklar olarak resmeden ortak yaşam modellerini destekleyen bir yakıta dönüşüyor. Bu yüzden "kırılgan insan" fikrinin insanları, kültürel, ekonomik, siyasi bir çatı altında toplamak için kullanılan en etkili gereçlerinden biri olduğunu düşünüyorum.

Cüneyt Çakırlar, “Homo Fragilis” için kaleme aldığı yazısında[2] “Homo Fragilis”in kalbinin Evhamlı Konak olduğunu söylüyor. Buna ben de katılıyorum. Evhamlı Konak’a bakarken de ister istemez aklım Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak’ına gidiyor. “Baba”sını kaybetmiş, redingot ve istanbulin devirlerini geride bırakmış, yeni kültürel kodlar üretmeye çabalarken, eril tahakkümün baskılayıcı stresinin de hüküm sürdüğü yıllarda, yavaş yavaş terk edilip sonunda satılmaya mahkûm olan bir konak metaforu çerçevesinde, aslında Seniha karakteri üzerinden bir kadının ne kadar da çürümüş olduğunu ve ucuz zevkler peşinde savrulduğunu anlatan roman, senin Evhamlı Konak’ının dışkılama proseslerini sanki görsel olarak sunuyor. Konakların terk edilip apartmanlara geçildiği o yıllardan, ağaçların katledilip rezidans ve gökdelen devrinin başladığı günümüze, binaların dışkısı nasıl değişti?

19. yüzyılda nüfusun çoğunluğunun tek katlı binalarda yaşadığını göz önünde bulundurursak, iki-üç katlı, kendine ait arazisine kurulmuş, şatafatlı bir mimariye sahip, bir başkasının konutuna dokunmayan ve bir ya da birden fazla hizmetliyi barındıran konakların dönemin insanlarına bugünün rezidansları gibi göründüğünü düşünebiliriz. Tabii 19. yüzyılın nüfusu, ortalama yaşam süresi, tüketim alışkanlıklarıyla bugünküler arasında dev farklar var, bizim oburca tükettiğimiz kaynaklar ve ürettiğimiz atıkları 19. yüzyılla kıyaslamak mümkün değil. Bu bağlamda Evhamlı Konak belli bir dönemin atık üretme biçiminden ziyade, büyük servet birikiminin, hem o birikim için istismar edilen insanları hem de servet sahiplerini öğüttüğü fikrinden ilhamla üretildi. Biliyorsun, Evhamlı Konak’ın bir resim bir de video versiyonu var. Binadan taşan o yoğun ve karmaşık dokuyu hareket halinde göstermek cazip geldi çünkü o doku sadece atığın değil, konağa sığmayan değerli birikimin ve o birikimi muhafaza etmeye ve genişletmeye yönelik kaygının da sembolü. Konak, sahiplerini, servetlerinden olma kaygısıyla, hizmetlilerini ise emeklerini sömürerek öğütüp kusuyor ve servet atığa karışıyor. Bu yüzden konağın hem tıka basa altın ve değerli taşla dolu hazine sandıklarını hem de bir gün kendi haline bırakıldığında taşan çöp varillerini anımsatmasını istedim.

©Nazlı Erdemirel

İyimserlik, iyileştirme, güzel hislerle bambaşka tahayyül diyarlarına götürme gibi “hoş” vaatler sunmuyor işlerin. Burada tekniğe dair sormak istiyorum. Mürekkepli kalemle kurduğun siyah ve çizgisel ilişki, sunulmayan vaatler için seçtiğin en uygun malzeme… Neden?

Benim açımdan, en iyi tanıdığımızı düşündüğümüz kavramların ve kavramsal bağlantıların bile sürekli didiklenmesi, revize edilmesi gerekiyor. Mesela birbirini uzun zamandır ve yakinen bilen birkaç arkadaşın bir araya geldiğini hayal edelim, filanca alandaki adaletsizlikten bahsediyor olsunlar. Bu kişiler hemfikir olduklarını düşündükleri esnada beraber öfkelendikleri adaletsizliğe tam olarak aynı açıdan mı yaklaşıyorlar? Adaletsizliğin çözümü için önerileri nedir? Bu çözümde kendi paylarına hangi sorumlulukların ne kadar düştüğüne inanıyorlar? Burada kaçırmaya mahkûm olduğumuz "büyük hakikatler"den değil, aynı biçimde algıladığımızı varsaydığımız çok sade ve basit hakikatler üzerine düşünmekten kaçabildiğimizi, kestirme yollara girip bir an önce uzlaşmaya çalışabildiğimizi iddia ediyorum. Desenlerin benden istediği uzun mesai, benim kesin sonuçlara ve kestirme yollara karşı savunmam gibi. Bitmeye direnen resim, çabucak sonlandırılan kavramsal tartışmalara ve aceleci uzlaşılara karşı panzehir olabilir.

Erinç Seymen & Murat Balcı Bay Çaresiz, 2017
Heykel
176 x 73 x 82 cm 

Özellikle Aile Değerleri 1’de personayı baskılayan bireyin önüne geçmiş şaşalı sofra mülke bağımlılığı ve ondan kurtulamayışı imgeliyor (O devasa pastamsı yapının “pahalı” deniz hayvanlarıyla süslenmesi de bunu destekliyor sanırım). Mülke, eşyaya, bağımlılık karşısında belki de çaresizliğinin farkında bile olmayan insanla, eski işlerinden Serve Ex Machina’da cangılsal bir mekânda ellerinden bağlanmış ve tuzağa düşmüş insan arasında nasıl bir bağıntı var?

Her iki resimde de başkahramanlar yoğun kompozisyonların merkezinde ve çeşitli hayvan türleri tarafından çevrelenmiş vaziyetteler, bu açıdan paralellik görmekte haklısın. Öte yandan iki resim arasında önemli bir zıtlık söz konusu: Serva Ex Machina'da şiddetli bir teşhir, Aile Değerleri'ndeyse bir perdeleme var. Her iki resimde de yüzler görünmüyor ancak Serva Ex Machina'daki figürün esareti ya da rehineliği tartışmaya yer bırakmayacak biçimde sarihken, Aile Değerleri'nde sadece çocuğun mu, çocukla beraber annenin mi yoksa çocuk, anne ve babanın hep beraber mi rehin alındığı, hatta rehin alınıp alınmadıkları dahi belirsiz. Bu üç figür hetero-patriyarki tarafından teslim alınmış da olabilir, kendilerini konforla çevreleyerek servet biriktirmeye yazgılı bir hetero-patriyarkinin, yani meşru bir kimliğin arkasında gizlenmenin keyfini de çıkarıyor olabilirler. Bu üçlünün bulundukları pozisyondan ne kadar memnun oldukları ya da eşit derece de memnun olup olmadıkları hakkında fikir yürütmek daha zor, Serva Ex Machina'daki esirin pozisyonu ise artık onu düğümleyen iradeye tabi.

©Nazlı Erdemirel

Yine Cüneyt Çakırlar’ın yazısından öğrendiğimiz kadarıyla Berlin’den Heybeliada’ya uzanan mekânlarda bulduğun objelerin resimleri de yer alıyor sergide. Hayalet Organ, Gönüllü ve Gönülsüz işlerinin mekânsal hikâyesini merak ediyorum.

Kimi zaman karşılaştığım bir nesne kafamda dönüp duran bir meseleyi masaya yatırmanın bahanesine dönüşüyor kimi zaman ise kafamda dönüp duran mesele nesnesini aramaya başlıyor. Bu aslında biraz da olsa portre sanatına benziyor: Kimi zaman tanıdığınız bir insanın bir dönemini ya da anlar zincirindeki önemli bir halkayı bir portrede dondurmak istiyorsunuz kimi zaman ise hakkında hiçbir şey bilmediğiniz birini, portresini yapmak suretiyle tanımaya başlıyor ya da o surete kendi kurmacanızı giydiriyorsunuz. Portre janrındaki bu iki farklı tavır nesneleri etüt ederken de ortaya çıkıyor: Bazen karşıma çıkan bir nesnenin beni resmini yapmaya mecbur bıraktığını bazen de yapmaya mecbur olduğum bir resim için doğru nesneyi aradığımı söyleyebiliriz.

Murat Balcı’yla ortak işiniz olan Bay Çaresiz oldukça etkileyici bir iş. Masamsı bir objeye gömülmüş insanın salt bacaklarını görebiliyoruz. Üst bedenini nereye teslim etmiş bu insan?

Biz eski mobilya parçalarından inşa ettiğimiz o hazneyi hem bir tür sığınak hem de bir tür dikey tabut olarak görüyoruz. Sığınak çünkü kusurlu bir güvenlik sağlasa da Bay Çaresiz'i çeşitli risklerden az çok koruyor, hiç değilse figürün üst bedeni bacaklarına nazaran biraz daha güvende. Bir tür dikey tabut çünkü tıpkı orta sınıf ailelerin salonlarındaki, kapağının açılması ve içinde sergilenen nesnelerin kullanılması yasak olan vitrindeki gibi, Bay Çaresiz'i yerine mıhlıyor. Bay Çaresiz'in kolunu, sergideki bir başka yapıtta, içi Evhamlı Konak’takine benzer bir dokuyla dolu bir evrak çantasından fırlarken görüyoruz. Bu resim Bay Çaresiz'in, yani ne ileri ne geri kıpırdayabilen ve bu yerine çakılmışlığa alışmış hatta ona dayatılan statik varoluşu ideal varoluş olarak benimsemiş bir memur figürünün bir başka anına tekabül ediyor. Resimde, bir memurun her gün mekanik biçimde tekrar etmek zorunda olduğu angarya içinde boğulmuş ve karın tokluğuna razı olmuş halini görüyoruz. Tam da bu yüzden resim ve heykelin sergide bir duvarın iki tarafında birbirlerine sırt vermelerini istedim.

Erinç Seymen
İsimsiz, 2017
Kağıt üzerine mürekkepli kalem 83,5 x 68,5 cm 

Bu soruyu son iki yıldır söyleştiğim herkese soruyorum. Belki cevaplardan kendime de yeni bir direniş yolu çıkarmak için. Gittikçe kuraklaşan, doğaya dönüp onu çoğaltacağı yerde onu tüketen dünyada, her yeni günü başka bir kan tadıyla damağımıza yerleştiren günlerde, queer bir estet olarak kendini nasıl canlı tutuyorsun?

Sağlam dostluklarımla ve tanıklıkla. Ben genel olarak tanıklıktan güç alan biriyim, bir sanat yapıtına, bir insanın yaşam öyküsüne, mekânlar ve nesnelerdeki parmak izlerine, bir toplumsal dönüşüme tanıklık. Tanıklık aynı zamanda sorumluluk demek, o halde en azından biriktirdiğim tanıklıkları elimden geldiğince ilham verici biçimde kaydederek fail olmakla da yükümlüyüm. Sanat üretmek de tanıklıklarımı kaydetmenin en heyecan verici ve kor halindeki kimi bilgileri kavrayıp incelemenin en ilginç yollarından biri, dolayısıyla hafızamın infilak edip dağılmaması için sanat üretmeye muhtacım.

“Homo Fragilis” 4 Kasım’a dek Zilberman Gallery’de ziyaret edilebilir.


[1] “O fragile human, ashes of ashes, and filth of filth! Say and write what you see and hear. But since you are timid in speaking, and simple in expounding, and untaught in writing, speak and write these things not by a human mouth, and not by the understanding of human invention, and not by the requirements of human composition, but as you see and hear them on high in the heavenly places in the wonders of God. Explain these things in such a way that the hearer, receiving the words of his instructor, may expound them in those words, according to that will, vision and instruction. Thus therefore, O human, speak these things that you see and hear. And write them not by yourself or any other human being, but by the will of Him Who knows, sees and disposes all things in the secrets of His mysteries.” St. Hildegard von Bingen, Representations of the Feminine in the Middle Ages (1) (Feminea Medievalia) içinde Haz: Bonnie Wheeler, Boydell & Brewer (5 Oct. 1995)

[2] Sağaltmayan sanat: Erinç Seymen’in bağ-söken zalim iyimserlik manzaraları, Cüneyt Çakırlar, Zilberman Gallery sergi kataloğu içinde.

0
12710
0
Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz,Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage