Resim geçmişinizden hareketli heykeller yapmak fikrine geçişinizde sizi etkileyen ve tetikleyen ne oldu?
Resim geçmişim derken, aslında öyle dememek lazım. Neden? Çünkü okul bitti ve ben hiç resim yapmadım. Hiç elime boya sürmeden üç boyutlu işler üretmeye başladım. Nedenini bilemediğim bir şekilde bir şeyler beni bu yöne itti. 1988 senesinde ilk yaptığım iş olan “Yeni Eğilimler Sergisi”nde ödül aldım. Ondan sonra boyutlarla yürüyüşe başladım. Makinalara geçişim daha sonra oldu, ama daha çok para kazanmak için makinalar yapıyordum. Açılıp kapanan kağıt süsler yaparken makine yapımını öğrenmiş oldum. Ama esasen, makine yapımını babamdan öğrendim. Babamın bir atölyesi vardı. Ben küçükken orada büyüdüm. O makinelerin hepsini orada gördüm; matkap motorları, kaynak makinesi, bütün hadiseleri orada izleyerek öğrendim. Babam “Server yapılamayacak hiçbir şey yoktur” derdi. Benim de makinelerle yolculuğum böyle ufak ufak bütün bu parçaların birleşmesiyle oluştu. Kimse gökten makineleri bilerek inmediğine göre ben de hepsini deneye yanıla öğrendim. Yani serüvenim böyle başladı.
Peki bu serüvendeki yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız? Gördüğüm kadarıyla günlük hayattan parçaları toplayarak, bir araya getirerek yeni şeyler yaratıyorsunuz. Sergi için çekilen kısa videoda dediğiniz gibi çok da tanrısal bir anlam yüklemeden kişilerin basite doğru olan yolculuğu olabilir mi? Başka bir deyişle o basit olanın farkındalığını yaratmak diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Basit ve az olan bir şeyi anlatmaya çalışıyorum. Gerçekten çok kocaman ve komplike olan tanrısal bir şey. Onu anlatmaya çalışmak bile beyhude bir çaba gibi geliyor bana. Ben her zaman sanki küçük bir şeyler anlatmaya çalışırsam daha iyi anlatırım gibi hissediyorum. Bu serginin hazırlanışında ve hatta bu görüşmeye gelirken de az önce bahsettiğim gibi ben daima kendimden bir şeyler katmaya çalışıyorum. Aklıma ne geliyorsa onu şekillendirmeye çalışıyorum, ya çocukluk travmalarımı ya da diğer dikkatimi çeken şeyleri yansıtmaya çabalıyorum.
Ya da yaşarken sizin aklınızda oluşan bir soru işaretini mi kurcalıyorsunuz?
Benim hiçbir zaman ‘şu heykelimde bunu anlatayım’ diye bir kaygım olmadı. Mesela şurada gördüğünüz kadın, aslında utangaç bir kadın. (Düşünen Kadın heykelini göstererek) Aynı benim ilkokuldaki halim gibi. Ben aslında çok utangaç bir çocuktum. Sınıfta elimi kaldırmaya çok çekinirdim. Hasan diye bir arkadaşım vardı. Elimi kaldırmaya utandığım zaman onun kulağına eğilir “Hasan, bak böyle böyle bir şey var” dediğimde Hasan hemen fırlardı. O çünkü biraz deli bir çocuktu, hemen atlardı. Ama o benim temsilcimdi. Utangaç olan bendim. İşte bütün bunlar, bu travmaların açıklaması bende heykellerimle oluyor. Tabii yine de hayatımızı varoluşumuzu bilemiyoruz. Aslında sen de ben de bütün insanlar hepimiz aynıyız. Yalnız başımıza uyuduğumuz zaman biliyoruz ki bizden bir tane var. O bir tane olan kız, o bir tane olan adam, o bir tane olan çocuk o gece uyuyup sabah uyanacak. Ama bütün hepimiz aslında böyle orijinal bir durumdayız. Lafı neden buraya getirdim, aslına bakarsan insan olmamızın hadisesi bu. Derler ya varolmak dayanılmaz bir şey diye… Neydi?
‘Varolmanın dayanılmaz hafifliği’ ve belki onun ardından gelen ‘ağırlığı’yla da ilgili olabilir…
Evet! Hepimiz buraya geldik ve gideceğimizi biliyoruz. Yani öleceğiz biz aslında. Ne kadar ağır bir sendrom. Şakası yok bu işin! Gideceğiz. Ve benim şimdi buradayken, burada yaşarken “Ben ne yapabilirim? Kendimi ifade etmekte bir yol bulmam lazım” diyerek yapabildiklerim bunlar. Becerebildiklerim bunlar, hepsi ne için? Kendimi sana anlatmak için. İnsanlara anlatabilmek için. İçimdekileri anlatabilmek için ki sen bunları görünce konuşacak bir şeyimiz olsun.
Yani bir yaşam biçimi olarak heykel yapıyorsunuz diyebiliriz belki de. Çünkü sizin iletişim kurma yönteminiz bu şekilde değil mi?
Evet, doğru. Laflarla anlatamayacağımı biliyorum. Bazı şeyler vardır öyle. Yani konuşarak ben yapamıyorum, o bir duygu meselesi. Eh o zaman, ya çizeceğim, ya boyayacağım ya da heykel yapacağım. Ortaya çıkaracağım, birileriyle bir kontak kurmaya çalışacağım. Ya da duyguyla aldığım bir şeyin enerjisini heykelle tanımlamaya çalışacağım. Bana bu yol böyleymiş gibi gözüküyor. Çok emin olmasam da böyle diye düşünüyorum.
Aslında sizin yolculuğunuz böyle olabilir. Çünkü herkes kendi yolculuğunu kendi gözlerinden görür derler ya. Basite indirgersek ölüm hadisesi insanın zaman ve mekânla olan yarışını sembolize ediyorsa, sizin ‘makine’lerinize bakarak da bu kavramların ne kadar büyük bir illüzyon olduğunu düşünmek yanlış olmak sanırım. Dahası bu yarışta her şeyin bir ritmi var. Her insanın kendisine göre bir ritmi olduğu gibi, sizin yarattığınız makinelerin de bir ritmi var. Ve bütün bu farklı ritimler bütün olduğunda tek bir melodi oluşturuyor. Siz bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle çok doğru söylüyorsun. Tamamen katılıyorum. Bu değişik bir kavram, insanlar bazen bunu algılamakta gecikiyorlar. Bazen hiç orada olmuyorlar. Çok gündelik parçaların ne kadar önemli olduğunu da görebilmek esas mesele.
Gündelik parçalar demişken… Biraz da bu ‘makine’lerin yapım ve üretim aşamasından bahsetmek istiyorum. Sizin hareketli heykel olarak adlandırılan eserleriniz aslında sanatın teknik kısmı. İşin zanaatkarlık kısmı gibi. İçinizdeki zanaatkarın daha kendimize yakın hissedeceğimiz, hatta belki de zamansız makineler ürettiğini düşünüyorum. Bu zamansız makinelerin üretimi için epey bir koleksiyon yaptığınızı da görebiliyorum. Eserleri üretirken ya da parçaları toplarken içinizdeki koleksiyonerle aranızda neler geçiyor?
Çok güzel açıkladın aslında. Bunlar bende beş-altı senedir vardı zaten. Bu sergiden bir ay önce güncelleşen bir parça var; müzik kutularıyla ve likör kadehleriyle yaptığım heykel. Ben buraya getirmeden önce de, getirdikten sonra da hep oynuyordum onunla. Oynarken keşfettim ki aslında likör kadehlerini kesip, sanfixle birleştirdikten sonra müzik kutularını onların altına aplike edince kendime yepyeni bir oyuncak yapmış oluyorum. Yani diyorum ki, bugün bir şey görüyorum, biraz sonra bir oyuncak alıyorum. Onunla oynuyorum, üzerinde oynarken bir şeyini değiştireceğim. Belki beş sene sonra bir makinenin parçası olacak. Yani demek istediğim planlayarak olmuyor, bugün günü geldiyse, onun zamanıysa ben ona ulaşıyorum ve her şey oluşuyor.
Bu da mesela sizin hayatınızda kendi ritminizi yakaladığınızı gösteriyor.
Evet, aynen öyle. Aslında yakalamaya çalışıyorum hâlâ. Ritim yakalanmıyor. Niye yakalanmıyor biliyor musun? Bak kaç dakika oldu buraya oturalı? On beş dakika oldu dersek, biz aslında on beş dakika önce bu konuşmayı yapacaktık. Şu an o dakikalar yok oldu gitti. Yani her an geçmişi yaşarcasına tuhaf bir duygudayız esasen.
Bütün mesele bu zaten, anı yaşamak. Şu anı yaşamak.
Zaten değinmek istediğim diğer bir konu da buydu. Özellikle bu sergiyle ilgili. Sergiyi gezerken insan makinelerin büyüsüyle ne geçmişi ne de bir adım sonra olacakları düşünmeden adeta çocukluğuna döner gibi etrafı inceliyor. Yani bu ritim ve anı yakalama meselesi biraz da içimizdeki çocukla ve onunla ne kadar konuştuğumuzla alakalı diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle. Hepsi bununla alakalı zaten. Çocuk kalmak, Picasso’nun da dediği gibi. Hatta içimizdeki kaybolan çocuğu bulma yolculuğu belki de! Aslında hayatın kendisi de rastlantısal gelişen olaylardan ibaret.
Evet, bunu söylemeniz çok tatlı bir rastlantı oldu! Çünkü bir sonraki sorumda makinelerinizdeki zaman ve mekân kavramını baz alarak hayatın rastlantısal deviniminden bahsedecektim. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bazı rastlantılar da çok önemli aslına bakarsan. Bir gün birisiyle karşılaşırsın bütün hayatın değişir. O sana, senin hiç bakmadığın bir alanı gösterir. Bu cansız bir şey de olabilir; bir peyzaj olabilir, bir metal parçası da olabilir. Onun için ben kendimi hep öğrenci gibi hissediyorum. Çünkü her şey birdenbire gelişiyor. Deneyerek öğrenmenin sonu yok, insan binlerce yıl yaşasa ne kadar çok öğrenecek. Ama hayatımızdaki makinemiz en fazla 90 yıl çalışıyor. Ben de artık çok genç olmadığım için panik halinde çalışıyorum. Bir de yeri gelmişken şunu söylemem lazım; hepimiz çok benzer hamurları yaşıyoruz. Sen de, ben de… Hepimize aynı hamur veriliyor. Ben bu makienleri yaratıyorum diye senden farklı olmuyorum. Ben sadece bunları yaratmak için bütün enerjimi buna yoğunlaştırıyorum. Ve hayatımı bunlara adadığım için diğer şeyleri ihmâl ediyorum. Onun için de kendimi gösterecek bir şeyim çıkıyor ortaya. Ben birilerinin diğerinden daha özel daha farklı olduğunu düşünmüyorum. Aksine hepimizin birbirimize düşündüğümüzden çok daha fazla yakın olduğunu savunuyorum. Hepimizin başımız ağrıdığına Aspirin almamız gibi…
Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yine sıradaki sorumu kendiliğinizden cevaplar gibi oldunuz, ama sorayım. Yaşam sizi buraya getirmeseydi ne yapıyor olurdunuz?
Valla güzel sordun. Bilemiyorum. Ben bakkal olamam. Terzi olamam. Tek yapmayı bildiğim ve istediğim şey bu. Belki mimar olabilirdim, ama bilemiyorum. Yaşam aslında kendimizi ifade etme yoluyla ilgili. Burada ortak olan nokta, hepimizin kendimizi ifade edebileceğimiz alanlarımızın olması. Mesela sen yazarak kendini ifade ediyorsun, o fotoğraf çekerek. Bir sürü insan bunu farkında değil. Çok parası olan insanlar para kazanarak kendilerini ifade etme özgürlüğüne erişemiyorlar. Sadece satın alabiliyorlar. O da onları mutsuz yapıyor. Bunu negatif manada söylemiyorum. Sadece insanın kendisini ifade edecek bir alan olması çok önemli. Hayatın bütün anlamı orada.
İnsanın özüne dönük olan yolculuğunda aslında iki şey çok ağır basıyor; üremek ve üretmek. Son olarak az önce konuştuğumuz bir konuya dönersek, hayatın anlamını ararken kaybolmamak için çocuk kalmak ve zevk almaya devam etmenin öneminden bahsediyoruz. Bu da aklıma şunu getiriyor, sizin içinizdeki çocuk bu oyuncakları yaparken kimlerden yardım alıyor?
Çok önemli bir konuya değindin. Bunu özellikle açıklamak istiyorum. Ben Server olarak tek başıma bu makine ve oyuncakların mucidi değilim. Tabii ki bunları bir araya toplamak benim aklıma geliyor, ama benden önce makine yapan bir sürü adam var. Ben onlardan edindiğim bilgilerle yola çıkarak kendime orijinal olanı yaratmaya çalışıyorum. Yani yine söylüyorum, hiç kimse gökten zembille bunları yaparak inmiyor. Ben bu makineleri yaparken sanat tarihinden öğreniyorum. Önce görüyoruz, sonra kendi deneyimlerimize göre bunu yapabilirim diyebiliyorsunuz. Yani geçmişimiz bizi belirliyor. Ya da geçmişteki parçaları birleştirince bunlara ulaşıyoruz. Başka bir deyişle, geçmişte yapılan bir sürü şey var. Ben onların üzerine bir şey katmaya çalışıyorum. Olay bu.