Sanatçı ikilisi ha:ar ile 2021’de olup bitenleri, 2022 yılı planlarını, NFT’yi, dünyayı ve Türkiye’yi konuştuk.
Heykeltıraş Hande Şekerciler ve yeni medya sanatçısı Arda Yalkın’dan oluşan sanatçı ikilisi ha:ar, pandemiye rağmen 2021 yılı boyunca üretmeye ve üretimlerini sergilemeye devam ettiler, şehirler ve ülkeler arasında dolaştılar. NFT’lerin önemini ilk fark eden ve bu alanda çalışmalara başlayan isimlerin başında da onlar vardı.
ha:ar ile hem geçen yıl yaptıklarını, bu yıl için planladıklarını hem de NFT üretimlerine ve sanat dünyasındaki durumuna dair görüşlerini öğrendiğimiz bir sohbet gerçekleştirdik.
ha:ar oldukça hareketli bir 2021 geçirdi. Hangi sergiler, işler gerçekleşti bu kaotik yıl boyunca ve nasıl etkilendiniz 2021’den?
Hande Şekerciler: Açıkçası o kadar hareketli bir sene oldu ve o kadar çabuk bitti ki, şimdi bu soru üzerine düşünebildim neler yaptık diye. Yılın ilk aylarında Ankara Cer Modern’de ha:ar ve Hande Şekerciler olarak iki ayrı solo sergi yaptık. İki serginin bir aradalığıyla ilgili aldığımız tepkiler sonucu Venedik ve Milano’da “Pulse: Electric Mannerisim” adı altında iki sergiyi iç içe yerleştirdiğimiz bir konseptle iki ayrı solo daha gerçekleştirdik. Ardından bu serginin ufak bir seçkisini, yakın zamanda ha:ar’ın da temsiliyetini üstlenen JD Malat Gallery ile beraber Contemporary Istanbul’un 16. edisyonunda izleyiciyle bir araya getirdik. Bu sergi 13 Ocak itibariyle, yeni eklenen eserlerle beraber Londra’da görülebilecek. Bir yandan da “Piksel.” devam ediyor. Bu yılki dersler yaz zamanı yapıldı ve açıkçası yeterli verimi alamadığımızı düşünüyoruz. O yüzden bundan sonrasında eylül-ekim gibi başlamayı planlıyoruz. Bunu çok soran oluyor, bu vesileyle duyurmuş olalım.
CerModern, Giudecca Sanat Adası (GAD) ve Çağdaş Dijital Sanatlar Müzesi (MoCDA) iş birliğiyle Venedik’te izleyiciyle buluştunuz ve bu İtalya’daki ilk serginiz oldu aynı zamanda. Nasıl gelişti, sizde ve izleyicideki etkisi ne oldu?
Hande Şekerciler: Venedik hem lojistik hem izleyici açısından zor bir şehir. Serginin bienal paralelinde gerçekleşmesi de daha uluslararası bir izleyiciyle bir araya gelmemizi sağladı. Guidecca kısmen bağımsız bir sanat mekânına dönüşmüş, bir kısmında hâlâ tekne üretim ve tamiratı yapılan değişik bir ada. Sergi salonları da bu yüzden yüksek tavanlı, endüstriyel mekânlar. Bizim işlerimizle nefis bir tezatlık yarattı bu durum. Biz de düzenlemeyi bunun üzerine giderek yaptık ve eserleri nakliye kasalarıyla gösterdiğimiz bir kurgu oluşturduk. Bizim açımızdan çok keyifliydi. Mekânla konuşan, işlerin birbiriyle paslaşmasını açıkça takip edebildiğimiz bir sergi oldu. İzleyiciden de çok güzel geri dönüşler aldık. Geleneksel bir yaklaşımla yeni teknoloji ve estetik anlayışını bir araya getirmemiz sergiyi gezenlerin en çok üzerine konuştuğu konulardan biri oldu. Bir de tabii ha:ar’ın özelinde, kullandığımız kompozisyonların pek çoğu Rönesans eserlerine referans verdiği için İtalyanların daha da hoşuna gitti diyebilirim sanırım.
Arda Yalkın: Serginin gelişme süreci de ilginçti aslında. Biz Mocda ile ortaklaşa bir proje olarak dünyada belki de ilk kez bir fiziksel sergideki eserleri (Ankara Cer Modern) NFT olarak da ürettik. Bu vesile ile İtalya ve İsviçre’de ulusal televizyonlara çıktık. Önemli bir Venedikli koleksiyoner bizden bir fiziksel iş almak istedi ve aynı eserin NFT’sini de aldı. Daha sonra bizi Venedik’te GAD ile tanıştırdı ve Mocda ile sergiyi gerçekleştirdik. Bu arada, Venedik’teki lojistik sorununu serginin en önemli destekçisi Evolog Logistics sayesinde aştık. Onların da çok büyük emeği var sergide.
Siz hem ABD’de hem Türkiye’de üretim yapan sanatçılarsınız. Londra ile de sıkı ilişkileriniz var JD Malat ile iş birliğiniz nedeniyle. Ülkelerin, yaşamayı seçtiğiniz şehirlerin üzerinizdeki etkisi nasıl? Özellikle değişen politik, ekonomik ve toplumsal dinamikler nasıl etkiliyor mekânla ve üretimle ilişkilerinizi?
Arda Yalkın: New York ikimizin de favori şehri. Eğer pandemi olmasaydı, iptal etmek zorunda kaldığımız Mart 2020 sergilerimizden sonra oraya taşınacaktık. Göçmenlik işlemlerimizin sonuna gelmiştik. Bir süre bir hedef ya da koşuşturmaca olmadan sadece içe kapanıp çalışmak, olası senaryolar üzerinde daha derin düşünmek ve konuşmak iyi geldi. Aslında, biz de herkes gibi hem hastalanmaktan hem de maddi anlamda yıkılmaktan çok korktuk. Her zaman yaptığımızı yapıp çok çalışmaya devam edelim demiştik, bunu çok net hatırlıyorum. Hem teknoloji hem de konvansiyonel sanatla çok yakın ilişkimizin olması bizi birçok yerde öne çıkarttı. Bir de şu var, her ikimiz de üretimlerimizin her aşamasını bilmek ve kontrol etmek konusunda obsesifiz. Bize göre düzgün ve tutarlı üretim yapmak için bu şart yoksa aklınızdaki ile ortaya çıkan arasında dağlar kadar fark oluyor. Böyle olunca yazılımlardan bronz döküm fırınlarına, yapay zeka algoritmalarından mocap sistemlere, baskı teknolojilerine, 3d yazıcılara, robot kollara hatta müzik prodüksiyonuna kadar birçok şey öğreniyoruz. Pandemi ile birlikte birçok sanatçı ve sanat kurumu ne yapacağını bilemezken biz bu bilgileri ve bolca zamanı kullanarak hem üretime devam ettik hem yeni fikirler geliştirdik, üstelik bunları tek başımıza uygulayabildik. Bunu söylemek ne kadar “politically correct” bilmiyorum ama pandemi bizi bu anlamda olumlu etkiledi. Elbette “çalışan başarır” gibi saçma ve saygısız bir argümanı savunacak değilim. Başarıyı hazırlayan şartların sadece bireylerin elinde olmadığını biliyorum. ABD’de devlet ve sosyal yapı bireylerin başarılı olması için gerekli şartları yaratması sorumluluğunu içselleştirmişken, Türkiye’deki yapı bunun tam tersi. Aynı şey sanatçılar arasındaki ilişkilerde de geçerli. Orada potansiyeli olan bir sanatçı ya da sanatçı adayının diğer sanatçılardan destek görmesi çok normal. Eleştiri, potansiyeli yönlendirmek için kullanılan bir enstrüman daha çok. Burası çok farklı. Herkes kendi dünyasında yaşıyor, küçük küçük klanlar var ve hepsi birbirini potansiyel rakip olarak görüyor. İnanılmaz bir dedikodu mekanizması var. Sanırım sanat piyasasının darlığı ve daha çok yerel olması ile alakalı. Bu nedenle Hande de ben de sanatçıların yoğun olarak yerleştiği bölgelerde atölye kurmayı tercih etmedik. Aslında içe kapanıp her türlü teknik üretimi kendi kendimize yapmayı tercih etmemizin tek değil ama bir sebebi de bu yapı. Bunu aşmanın iki koşulu var bence. İlki, sanatçılarımızın dünya ile ilişki kurabilecek enstrümanlara sahip olmaları; özgünlük, teknik ve teknolojik bilgi, iletişim becerisi gibi. İkincisi ise yurt dışında bir sanat diasporası oluşturulması ve örgütlenmesi. Bence her iki alanda da hızla gelişiyoruz. Bunun devlet tarafından desteklenip organize edilmesi gerekir aslında. Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kamu kaynaklarının adil bir şekilde bu amaçla kullanıldığını görmek isterim ama maalesef bu alanda elde edilen tüm gelişmeler özel sektörün yani sermayenin başarısı. Maalesef diyorum çünkü hem devletin sanatçıları yalnız bıraktığını görüyoruz hem de sanatçılar özel sektör kriterlerine göre eleniyorlar. Devlet - teorik olarak - herkese eşit ve adaletli davranmak zorundadır. Sermayenin böyle bir zorunluluğu ve sorumluluğu yok. Bu nedenle Türkiye’de sanatçı - sermaye ilişkisi biraz sorunlu sanki. Burs ve destek aldığınız, atölyelerinde çalıştığınız, sergilerine, müzelerine girdiğiniz bir şirketi eleştirebilir misiniz?
NFT ise özellikle Zuckerberg’in Metaverse ilanı sonrası herkesin gündemine dönüşmeye başladı. NFT hakkında daha önce röportajlar verdiniz, ama şu noktadan sonraki seyrine dair neler düşünüyorsunuz?
Arda Yalkın: Bahsettiğim gibi, bir konuya ilgi duyduğumuzda onu derinlemesine öğrenmek bizim obsesif yanımız. Bizin aslında NFT olarak ürettiğimiz ve satılan 13 adet işimiz var. Bunları görece yüksek fiyatlardan sattık çünkü başlarken Hande “Eğer bu işe gireceksek, NFT’leri birer edisyon olarak kabul edeceğiz ve fiziksel olanlarla aynı fiyattan satılacak” şartını getirmişti. Çok doğru bir kararmış. Bizden çok daha fazla sayıda eser üretip çok daha fazla sayıda eser satan insanların yanında bizim esas öne çıkmamızı sağlayan şey, bu medyumun konvansiyonel sanat ile ilişkisini kurabilmemiz oldu sanırım. Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki ilk 3d heykel sergilerinden birisini gerçekleştirdik hem de Web, VR ve AR olarak, ilk kez bir müze sergisini NFT olarak yayımladık. Sanırım dünyadaki üçüncü fiziksel NFT sergisinin fikrini geliştirip kürasyonunu üstlendik, hem de Contemporary Istanbul gibi saygın bir sanat fuarında. Henüz Art Basel bile bu konuda bir şey yapmamıştı. Hatırlıyorum, birçok sanat profesyoneli NFT’ler ilk çıktığında burun kıvırmıştı. Sanatçılarla, galeri sahipleriyle ilk konuşmalarımızda herkes bunun bir dolandırıcılık olduğunu, gerçek sanatın bu şekilde alınıp-satılamayacağını söylüyordu. İstisnasız hepsi ile “Ya bu işe nasıl girilir” sohbeti yaptım son zamanlarda. Birçok sanat profesyoneli ne olduğunu anlamadan karşıydı NFT’ye, şimdi de bir nedenleri olmadan bu teknolojiyi kullanmak istiyorlar. Açıkçası ben de şu anda üretilen NFT’lerin çok büyük bir bölümünün değerini kaybedeceğini düşünüyorum. 90’lardaki Dot-com balonu gibi bir durumdayız. O dönemde de yüzlerce şirket milyarlarca Dolar yatırım almış ve çoğu batmıştı ama internet teknolojisi dünyayı değiştirdi. Blockchain, Metaverse, web 3.0 gibi kavramları anlamadan ve içselleştirmeden NFT’leri anlamak mümkün değil bence. Bir de şu var, doğduğu anda elinde mobil cihazlar, VR gözlükler, yüksek çözünürlüklü oyun konsolları ya da lidar ((Light Detection and Ranging) kameralı cihazlar verilen neslin düşünme biçimi bizden çok farklı olacak. İnternet hızı, mobil cihazların işlem gücü, giyilebilir teknoloji, biyoteknoloji, merkeziyetsiz veri yönetimi-depolaması, Web 3.0 gibi alanlarda teknolojik gelişmeler oldukça biz sosyal medyaya daha çok bağlanacağız. Gerçek algımız değişmeye başlayacak. Bu algıya sahip bireyler sanat kurumlarını, koleksiyonları, galerileri yönetmeye başladığında sanatta NFT’lerin gerçek değeri ve işlevi ortaya çıkacak diye düşünüyorum. Şimdiden teknoloji ile anlamlı bir ilişki kuramayan sanatçıları, sanat profesyonellerini ve kurumlarını çok zor günler bekliyor.
2022’de ha:ar neler yapacak? Planlarınız neler?
Arda Yalkın: ha:ar’ın ilk günlerinden beri üzerinde çalıştığımız çok büyük bir projemiz var; yapay zeka, performans, mimari, müzik ve CGI’ı birleştirdiğimiz 11 kanallı bir video yerleştirme. Bu proje için her biri kendi alanında dünya çapında önemli 11 sanatçı ile iş birliği kurduk. Ön çalışmalarını New York ve Los Angeles’ta yapmıştık ve İstanbul’daki solo sergimizin merkezinde bu iş olacak. Bu esere paralel olarak bir de VR deneyim tasarlıyoruz. Eğer her şey beklediğimiz gibi giderse, Apple ve Dolby Labs iş birliği ile Apple Müzik üzerinden de yayımlanacak. Çok detay veremiyoruz şimdilik ama birçok müzik ve yeni medya festivalinde sergileneceğini tahmin ediyoruz.
Hande Şekerciler: ha:ar her türlü teknolojiyi, fikri, malzemeyi denediğimiz bir alan bizim için. Kendimizi kısıtlamadan, herhangi bir üretim yöntemi, medyuma bağlı kalmadan araştırdığımız ve merak ettiğimiz her şeyi denediğimiz bir laboratuvar. Sürekli olarak yeni geliştirdiğimiz eş zamanlı yürüyen birkaç projeden bu yıl bitirip sergilemeyi düşündüklerimizden bahsedebiliriz sanırım. Önümüzdeki sezonda yine JD Malat Gallery ile İstanbul’da Electric Mannerism’i, yeni eserler de ekleyerek İstanbul’da sergileyeceğiz. Bu aynı zamanda ha:ar’ın İstanbul’daki ilk solo sergisi. CI 2022 edisyonunda sergilemek üzere ise insan ve robot iş birliğiyle büyük boyutlu bir performans-heykel projemiz üzerinde de çalışıyoruz ve yine bu projeyle bağlantılı eserlerin gösterileceği bir solo sergileme yapacağız fuarda.