15 EKİM, SALI, 2024

Brüt “160m2”

Uluslararası performans sanatçısı Nezaket Ekici tarafından yaratılan, farklı disiplinlerden yedi sanatçıyı ortak bir ev mekânında bir araya getiren, bir gün süren dinamik sanat etkinliği “160m2” üzerine bir yazı.

Brüt “160m2”

"Sans toi, les émotions d'aujourd'hui ne seraient que la peau morte des émotions d'autrefois."

"Sensiz, bugünün duyguları, geçmiştekilerin ölü kabuğundan başka bir şey olamaz."
-Amélie (Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain)

Antalya’da “160m2” başlığıyla gerçekliğin perdelerini uçuşturan pop-up sergi, mucizevi bir anıt orman gibi bir anda peyda oldu. Performans sanatçısı Nezaket Ekici’nin evinde dört saatliğine ayakta kalan serginin kararlaştırılmış ortak teması, içinde yaşadığımız evlerin bizi bütünleştiren anı ve bellek kutularına dönüşmesiydi. Nezaket Ekici, Kemal Tizgöl, Işık Aslıhan, Handan Dayı, Gül Yasa, Güneş Aslıhan ve Ilgaz Özgen Topçuoğlu’nun işlerini sergiledikleri ve sundukları sergide bu temaya nasıl değindiklerine bir bakalım.

Evin kapısından içeriye adımımı attığımda salondaki kalabalık Ekici’nin çevresinde toplanmış, Patchwork (Yama) isimli performansının video gösterimini izliyordu. Burada sanatçı geçmiş, şimdi ve gelecek olarak kendini bölüyor, duvarını boyayarak altın süslemelerle donattığı ve portresinin asılı olduğu bir odanın içinde tıpkı Moiralar gibi yaşam ipliğini kendi zamanının üçgeninde eğiriyor. Payımıza düşen talihi, mutluluğu ya da ömrü kendimizin mi yoksa mitik bir gücün mü ölçüp biçtiği bilinemez; fakat her birimiz yalın geçmişimizle bugün barındırdığımız kişiyi bir terazide tartarak, olacağımız kişiyi zihnimizde bedene büründürmeye ve giydirmeye çalışıyoruz. Özünde, ardından anılarımızı oluşturacak deneyimler ve belleğin seçiciliğiyle oluşacak bu varlığı hiçbirimiz henüz tanımıyoruz. Böylece ruh, henüz salonunda kimi misafir edeceğini bilmeden kozasını örerek hazırlık yapıyor. Kısacası, tanımadığımızla tanışmak uğruna ucu kör, gövdesi iri bir iğneymişçesine bir dışımıza bir içimize yönelip, bir yol olduğu dahası onu takip edebilme umuduyla bulduğumuz ipliğe dolanmaya çalışıyoruz.

Handan Dayı’nın koridora yerleştirdiği şeffaf vinil üzerine dijital baskı alınmış aile fertleri fotoğrafları, yürürken omuzlara dokunarak söz konusu kayıp ipliğin ipek kadar kırılgan ve kan bağı kadar sağlam olduğunu hissettiriyor. Zamansal adlı işte kullanılan malzeme şeffaf olmasına karşın, kendi ağırlığını geçit boyunca belli ediyor. Böylece her adımda geçmiş bir adım peşinize diğer adımda gözünüze takılıyor ve odaları dolaşmaya başlıyoruz. Sanatçısından satılık, 3+1 evin bir odası koliler üzerine yerleşmiş hayvan portreleriyle dolu. Yasa’nın Mee Kuşağının Sonu serisinden kurban psikolojisini anlatan portreler, geçmişin yükünü ve aile mirasının ağırlığını açık etmeden taşıyan bu kutulara sıkıca bağlanmış. İnsana bahşedilen güç özgür irade ise elinden gücünü alacak tek şey tablolardaki keçilerin inadına, horozun en ufak tedirginliğe kabarmasına benzer, iradesini ufalayan yükleri belki de. Benliğimiz bir başka benlik duygusuna doğru taşınırken, alınacakları ve atılacakları ayıklamak için çatışma sonucunda ateşkes gerekli.

Hemen yan odada Kemal Tizgöl’ün Yabancı işi bulunuyor. Bir çember oluşturan beyaz renkte kumaşın içine aralıklarla dikili çakıl taşlarının oluşturduğu bu iş, derisini değiştiren bir ouroboros görünümünde odanın ortasına yayılıyor. Tizgöl’ün tasarrufuna göre öncelikle Antalya sahilinde, bir kayanın etrafına kıvrılarak ve bulunduğu mekândan topladıklarını kesesine dolduran yılankavi form, benliğin devinimini gelgitlerin bellekte bıraktığı tortularla ilişkilendiriyor. Bu kavranışta mekân, geçmiş benliğin bengiliğine son veren bir unsura dönüşüyor. Ancak değişen derinin kalıntısı onun gerçekliğini de yadsımamızın önüne geçiyor.

​Ilgaz Özgen Topçuoğlu, Dışarıdan İçeriye, Kendi İçime adlı işinde ötekileştirilen ve dışlananla yüzleşme mekânı olarak banyoyu kullanıyor. Öz benlik arayışındaki arınma tutumuyla küvete doğru yol alan tuvallerin üzerinde içimize doğru çıktığımız farazi yürüyüşün ayak izleri resmedilmiş. Zihnin mimarisinde kaybolmamak adına verdiğimiz çaba, zemini güçsüz kılan anları benlikten dışlananlarla da doldurmaya yatkın. Ötekileştirilenin izini taşıyacağımız bilinciyle Güneş Aslıhan İstemsiz işini diğer odada sergiliyor. Vermeer’in İnci Küpeli Kız tablosunun üzerinden hareketli post-reprodüksiyon oluşturan Aslıhan, bedenin kontrol dışı hareketlerinin estetik ve normatif değerlerle çatışmasına değiniyor. Böylece en başta Ekici’nin işinde gördüğümüz sanatçının portresi aksında bakıyoruz. Freud, “Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları” makalesinde benliğin oluşumunu anlatırken bunu bir kentin oluşumuna benzetir. İkisi de sürekli bir yapım yıkım aşamasından geçerler. Ancak inşa edilen yapıların her biri bugün ayakta olsaydı ortalık kaosa döner, insan benliğini oluşturan şeylerin izini süremezdi. Bilakis, topyekûn bir yıkım da aynı sonucu doğururdu.

Biraz nefes almak için balkona çıkıyoruz. Işık Aslıhan’ın Balıkların İzinde heykeli nefes ve canla olan ilişkimizi irdeliyor. Denize doğrultulmuş yön göstergesi biçimindeki bir havuzun içinde oyuncak ölü balıklar yatıyor. Ortalarında çırpınan kırmızı bir balık var. Aslıhan bir öğrencisinin balıkların yumurtlayacağı zaman kızardıklarını, bu yüzden canlı olan tek balığın ölüme direnen bu kırmızı balık olduğunu anlatıyor. İşin kalbi de burası, içeriyi ve dışarıyı birbirine bağlayan bu mekânda suyu, akışta yön bulmayı, dolayısıyla yaşamayı düşlemek.

Saat 18.30. Bu evin duvarlarına, kokusuna ve zeminine aşina olduk. Günbatımı 10 dakika ileride. Yakında alacakaranlık çökecek ve üç boyutlu bu mekânı yavaş yavaş gecenin içine taşıyacak. Bu yolculuğa Nezaket Ekici’yle çıkıyoruz. Otto Dix’in dapdar ve boynu saran kırmızı bir elbise içinde resmettiği Anita Berber portresinden esinlenerek, 15 yıl önce kurguladığı performansını sergileyecek. Daha önce Vancouver’da soğuk ve karlı bir havada sergilenen Tube (Tüp), boş evin duvarına yansıtılıyor ve kayıp zaman odanın içine sızıyor. Beş metre boyundaki kırmızı kadife elbiseyi özenle yere seriyor Ekici. Öyle bir geçit açılıyor ki göbek bağınızı yokluyorsunuz. Bu dünyada nasıl var olduğunuza inanırsanız inanın, üzerimizde biçilmiş bir kaftanla dolaşıyoruz. Tıpkı içinde yaşanılan ev gibi beden de ikinci deri olmaktan uzak, yalnızca soyulmayı bekleyen ölü bir kabuktan öte gidemiyor. Beden içine sıkışmış biricikliğiniz olabilirse fikirlerinizle veya sanatınızla kendini ifade edebiliyor.

​Tüm bu anılar olmadan dönüp 160m2 boş eve bakarsanız, irice çivi izleri sadece oradan geçtiğinizi gösteriyor asla nasıl geçtiğinizi değil.

0
1587
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage