Ali Akay, serginin katalog yazısında “Bu heykellere dokunabilmek mümkündür; üzerine çıkmak, oturmak, sallanmak, ata biner gibi hareket etmek de mümkündür. Heykellerin işlevleri vardır. Çocuksu bir atılıma doğru yetişkinlerin arzularını sürükleyebilmektedir” demiş. Bu yeni serginizdekilerin işlevleri daha farklı; yine de genel anlamda heykelin farklı işlevlerinin olması biraz alışılmışın dışında, öyle değil mi?
Bu sergidekilere binmek mümkün değil. 1998’deki sergimde 10 tane büyük iş vardı. Onlar hareketli, sallanan işlerdi. Bazılarının içlerinde bilyeler bazılarında çanlar vardı. Heykeller sallandığı zaman içlerinden birtakım sesler geliyordu. Ve hepsinin üzerine çıkıp sallanma imkanı vardı. Bu sergim ise dokunmaya, vurmaya, sese odaklı. Sadece bir tanesinin üzerine oturmak mümkün. 20 yılı aşkın zamandır Ali Akay beni tanıyor. Gelişimimi gözlemlediği için bu yorumu yapmış. Bu sergideki tüm heykeller enstrüman gibi çalınabilir ama ben enstrüman yapmıyorum. İzleyicilerin sergiye gelip işlere baktıkları zaman şaşırmalarını istedim. Heykellerime dokunmalarını, onları çalmalarını istedim. Benim için önemli olan formlar ve o formların malzemeyle bütünleşmesi.
20 yıldan beri izleyenlerin etkileşim içinde olabilecekleri eserler üretiyorsunuz. Sizin için herhangi bir izleyicinin çalışmalarınızla iletişim kurması neden önemli?
Benim farklı dönemlerim var. Akademideki öğrencilik dönemimden sonra, İtalya’da sanat hayatıma ilk başladığımda yaptığım işler var. Orada altı yıl kaldım. 1975’de Türkiye’de döndükten sonra figüratif çalışmaya başladım. Bir şeyin önce aslını iyi yapabilmek lazım. Sonra bozup başka şeyler yapabilirsiniz. 1996’ya kadar da figüratif çalışmalarım var. Sonuna doğru işlerim daha soyutlaştı, sadeleşti. Sonra da dokunma duyusu benim için önem kazanmaya başladı. Bir sergiyi geziyorsunuz, “Dokunmayın, etmeyin” diyorlar. Bunu kaldırmak istedim. Bunun yanı sıra kaideyi de kaldırdım. Özellikle küçük heykellerde kaide koyulur. Ama ben 25 senedir yaptığım tüm işlerde kaideyi ortadan kaldırdım. Eskiden çoğu sanatçı küçük eserler yapıyordu. Çünkü büyük eserleri satmak daha zordu. Bir de işin fiziksel sorunu var; şöyle ki atölyede her sergiden sonra satılmayan eserler yığıldıkça çalışma alanınız kısıtlanır.
Heykellerinize dokunma duyusunu katmak sadece izleyicinin merakını gidermek için miydi peki?
İzleyici malzemeyi tanımak istiyor. Dokunurken de tırnak atıyorlar. Eskiden her sergiden sonra yaptığım işi elime aldığımda hep tırnak izleri görüyordum. Bunun üzerine insanların daha rahat dokunabilmesini istedim. Dokunma derken işin içine ses girdi. Çünkü dokunduklarında ses duymalarını istedim. Bunlar birer enstrüman değil ama her biri farklı ses çıkarıyor. Ben bunları doğal olarak geriyorum. Isıya veya bulundukları mekana göre ayarlanabilir değiller. Benim gerdiğim deri ayarlanabilir olmadığı için zaman içinde verdiği ses değişebiliyor. Ben bunları çalıyorum ama tamamen amatörce. Ama heykellerin verdiği sesler profesyonel müzisyenlerin hoşuna gitti. Bir ahenk içerisinde rahatlıkla çalabildiler. Siz de çalabilirsiniz, yeter ki sizde o yetenek ve kulak olsun.
Bu heykelleri yaparken, nasıl ses vereceklerini hesap ettiniz mi? Yoksa tamamen içgüdüsel bir şekilde mi gelişti?
Çocukluğumdan beri müziğe meraklıydım. Mesela ilkokulda trampet çalardım. İlkokulu Adana’da okudum ve bütün Adana’nın trampet şefiydim. Gösteriden bir hafta önce trampeti verirlerdi, ben o bir hafta boyunca yayına başka aletler koyarak çalardım, kendimi geliştirirdim. Çocukluğumdan beri ilk hayalim heykeltıraş olmaksa, ikinci hayalim baterist olmaktı. 30 yıl sonra kendime bir bateri aldım. Atölyenin bir kenarında duruyordu ve tamamen doğaçlama, amatörce çalıyordum. Bu heykeller yaparken ise formda bir boşluk bırakıyorum. Deriyi üzerine gerdiğiniz zaman zaten bir ses çıkarıyor. Deriyi ıslatarak, ayarsız bir şekilde kuruyup doğal halini aldığı zaman da ses çıkıyor. Benim için önemli olan bu. Profesyonel enstrümanlar ayarlı oluyor; ama bu benim problemim olmadı bu heykellerde. Önemli olan çalanların bunu kendine göre değerlendirmesi.
Malzeme seçimleriniz hep deri ve ahşap değil mi?
Formları ahşaptan yapıyorum. Üstlerini deriyle kaplıyorum. 40-45 yıldır bu malzemeyi kullandığım için bir türlü bırakamıyorum. Sonra o derinin renklendirmesi işin içine giriyor. Bazılarında doku yapma ihtiyacı hissediyorum. Bir işin bitmesi üç-dört ay sürüyor. Bu sergiyi üç buçuk dört yılda hazırladım. Bazen yaptığım bir işten bıkıyorum, sonra yeni bir gözle görebilmek için biraz dinlenmeye bırakıyorum.
Bunlar yaz başında Galeri Nev’de sergilenen işler mi?
Biraz değişik. Nev’de dokuz parça vardı. Galeri mekanı biraz daha ufak olduğu için üç parçayı koymamıştık. Burada, orada sergilenen işlerden iki tanesi yok. Onların yerine bu üç parça var. Burada toplam 11 parça iş var.
Nev’de iki gün arka arkaya açılış yapıldı. Haldun Dostoğlu, “30 yıldır açılış yapıyorum insanlar hiç bu kadar eğlenmedi” dedi. Burada Turkmall Sanat’ta da Kolombiyalı perküsyon sanatçısı Luis Ernesto Gomez öğrencileriyle beraber geldi ve bir saatlik bir performans yaptı. Çok güzel geçti. Zaten benim de görmek istediğim bu. Tesadüfen bu sergiye gelmiş biri için bir daha başka bir sergi gezmeye yönelik bir heyecan uyandırması...
İstanbul Modern’deki “Bellek ve Ölçek” sergisinde, 1950-2005 yılları arasında üreten 15 heykeltıraştan biri olarak işiniz sergilenmişti. Şu an ülkemizde heykele olan bakışı, ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güncel sanata artan ilgiyle heykel de talep görmeye başladı. Çok farklı malzemelerle üç boyutlu işler yapılıyor. Ben 50 yıldır bu mesleği öğrenmeye çalışıyorum hala. Kendime göre bir tarzım var. Yoksa şimdiki malzemelerle inanılmaz işler yapılabilir. Ben de klasik heykelden çıktım ama kendi çizgimde gittim. Bazen öyle malzemeler görüyorum ki... Ama bu işi sonu yok. İşin bir de maddi tarafı var. Ben hiç sponsorla çalışmadım. Böyle iki kez teklif geldi, hep yarıda kaldı. O yüzden hiç müdana etmedim. Ben hep kendi malzememi seçtim, kendi atölyemde çalıştım. Çok da zor oldu. Bir kere heykel başlı başına zor. Büyük alan gerekiyor, ses çıkarıyorsunuz, malzeme gerekiyor, yapım süreci uzun, fiziksel olarak da kuvvet sarf ediyorsunuz...
Serginin başlığı Ahenk olunca insan merak ediyor, günlük hayatınızda da uyumu arayan biri misiniz?
Eşim inatçı olduğumu söyler ama genel olarak uyumlu olduğumu söyleyebilirim. Kavga gürültüyü sevmem, herkesi dinlerim ama kendi doğrularıma göre yapmak istediğimi yaparım. Dengeliyimdir; doğanın dengesi ve insanların dengesi çok önemli. Ama günümüzde biraz her şeyin dengesi bozuldu. Her şeyin bir adabı olmalı.