22 AĞUSTOS, SALI, 2017

“Bu Toplumda Kadın Olmayı Önce Kabullenmek Gerekiyor”

Ekin Su Koç insan-doğa ilişkisine odaklanan birçok materyalle ortaya çıkardığı kolajlarında ve yağlı boya çalışmalarında cinsiyetiyle ve bedeniyle barışmaya çalışan bir sanatçı. Yeni bir ifade oluşturmak adına kullandığı eski gazete, dergi, dantel, fotoğraf ve çeşitli materyallerle oluşturduğu kolajlarından sonra görseli kuvvetlendirmek adına yağlı boyaya geçişine tanık oluyoruz. 

“Bu Toplumda Kadın Olmayı Önce Kabullenmek Gerekiyor”

Mimar Sinan Üniversitesi Resim bölümü mezunu olan Ekin Su Koç, aynı zamanda üniversite döneminde yurt dışında eğitim alma şansını yakalamış ve işlerine yalnızca Türkiye’de değil, Almanya ve Danimarka’da da rastlamak mümkün. Eserlerini son olarak Anna Laudel Contemporary’deki “Rooms & Walls” karma sergisinde görme fırsatı yakaladığımız sanatçıyla eserleri, eserlerinin ortaya çıkış noktası, çalışmalarının yurt dışında da sergilenmesi üzerine sohbet ettik.

En büyük şansının sanatçı bir babanın kızı olmak olduğunu ifade etmişsin. Bu bağlamda kariyerini düşündüğümüzde seni yönlendiren ailen miydi?

Yönlendirme kelimesi kendi akışı içindeki bir şeyi başka bir doğrultuya taşımak gibi bir ifade yaratıyor zihinde, benimki bir yön hikâyesi bile değildi… Bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. Dört yaşında Marmara Üniversitesi’ndeki taş baskı preslerine tırmanıyordum, bütün kazaklarım boyalıydı, benim için kalem kâğıt boya her zaman her yerdeydi o yüzden aslında hiçbir şey bir yönlendirmeyle olmadı. Refleks gibiydi, nefes almak kadar doğaldı hayatıma resimle devam etmek benim için. Orta okul biterken yaşıtlarım, arkadaşlarımın aileleri çevremde okul seçimleri konuşuyordu ben otomatik olarak Güzel Sanatlar Lisesi’ne hazırlanmaya başladığımda aile içinde bilakis başka bölümleri hiç düşünmüyoruz doğru mu yapıyoruz diye konuşuluyordu. Bu doğallık içinde gelişen süreci ben şimdi şans olarak görüyorum diyeyim ama üniversite döneminde handikaplar da getirmedi değil bu durum. Başka bir hikâye o kısım. Kısacası ailemin desteği büyük ama her şey doğal akışında olması gerektiği gibi gerçekleşti diyebilirim.

©Nazlı Erdemirel

Aile kavramı, kadın ve cinsellikten yola çıkan işler yaptığını biliyoruz. Eserlerinde genellikle kadın figürlerine yer veriyorsun. Eserlerinin temel çıkış noktası ne?

Kendimim. Cinsiyetimle bedenimle barışmaya çalışmak. Bu toplumda kadın olmayı önce kabullenmek gerekiyor. İki cinsten biri ya da diğeri olarak göremiyorsunuz kendinizi “kadın” ayrı bir başlık bu ülkede. Gerçi sonra bunun cinsiyetle sınırlı olmadığını gördüm, köken kimlikler, etnik yapılar da ayrıştırma unsurları bizde. Farklı bölgelerde insanlar önce o kavramlara çarpıyor, ben önce kadınlığa çarptım. Sonra sınıfsal farklılıklar geliyor yaş ve sosyal konumlanmalarla. Bunların hepsi zaman içinde bütün sanatçıların (eğer bir anlam kaygısı varsa tabii) eğildiği konular. Belki o yüzdendir, yerini başka ögelere bırakıyor kadın figürü çalışmalarımda giderek. 

©Nazlı Erdemirel


Kolaj çalışmalarında eski gazete, dergi ve fotoğraflardan faydalanıyorsun. Nostalji senin için ne ifade ediyor?

Çok şey ifade ediyor! Huzurla eş anlamlı benim için bu kelime. Aslında nostalji dediğimizde tuhaf bir romantizm tınlıyor kelimede tam olarak buna değil hayranlığım ama duygusuz bir belgecilikle de sanatın alanına dahil değil. Hatırlamak çok önemli yani, bellek... Bazen belirsiz tuhaf duygular içinde hatırlamak bir şeyleri, yargısız yaklaşabilmek. Anı parçaları o yüzden bazen ilgisiz tesadüfi şekilde bir araya geliyor bende. Bilinç altından çıkmasına izin veriyorum parçaların. Nostaljik görsel parçalar iyi ya da kötü köklerimizle bağımızı düşündürüyor, aitlik kavramını sorgulatıyor benim için.

©Nazlı Erdemirel

Türkiye’den toplamış olduğun gazete ve dergilerden kullandığın kolajların Türkiye dışında da sergilendiğini düşünürsek çalışmalarını ait gördüğün bir nokta var mı? Veya bu çalışmalar daha çok nereyi anlatıyor?

Dünyayı. Bir bölgeyle sınırlı görmüyorum yaptıklarımı, benim görebildiğim yerlerle sınırlı olacak sadece. Buradan bazı parçalar oraya gidiyor, oradan buraya geliyor, bir akış var ve bu insanlarda merak uyandırıyor. Kültür bu akışlarla şekillenen bir yapı zaten, bu hep var aslında. Başta buradan oraya taşımakla ilgiliydi, içerik daha buraya aitti diyebiliriz. Biz ülkenin içinde sıkışıp kaldığımızda bizden yansıyanları oraya taşıyordum. Şimdi, arada kalma, bir yerde olma ama oraya ait olamama durumu ile ilgili iki tarafa da yansıyan şeyler var çalışmalarda. Yani hiçbir yere ait görmüyorum çalışmalarımı. Hiçbir Yerde Mutlu serisi tam da böyle oluşmuştu... Bu aynı anda hissedilen aitlik ve yabancılık, kopma ve birleşme güzel. 

©Nazlı Erdemirel

Türkiye dışında Almanya ve Danimarka’da sergilerin oldu. Türkiye, Almanya ve Danimarka çemberinde dolaşmak seni nasıl besliyor?

Benim sanat izleyicisi olarak algımı değiştirdi diyebilirim. İstanbul’da üretim, sergileme ve koleksiyon aşamaları içinde gördüğüm çalışmaları değerlendirirken, bir noktadan sonra sanat yapıtı izlemekten çıkıp, aynı sanatçıların aynı işlerini tekrar tekrar sadece “görür” olduğumu fark ettim. Bu algı kırıldı orada. Müzeleri, Yayoi Kusama, Ai WeiWei vs gibi sanatçıların sergilerini izlemekten bahsetmiyorum, beni daha çok heyecanlandıran tanımadığım güncel isimlerin hemen o günlerde üretip sergilemeye koyduğu işler oldu. Merak duygusu arttı, kişiyi tanımıyorsam hele daha da keyifli, hayal kurabiliyorsunuz o zaman iş üzerinden, ki bence en büyülü şey bu. Yani aynı zamanda sanat izleyicisi olarak konumumu bana hatırlattı. Bunun da beni özgürleştirdiğini hissettim. Çünkü bir noktada yaşadığınız yerdeki rutin algılara kapılmak sanat dünyası için de geçerli, buradaki ana akım, görünürlük kazanmış isimlerin yarattığı ilgi alanından çıkıp, özgürce kendi keşfettiğiniz yakınlık kurduğunuz işleri takip etmeye koyuluyorsunuz. Özdeşlik kurup kendi zihninizdeki yaratım için cesaret topluyorsunuz.

©Nazlı Erdemirel

İşlerinin sergilendiği coğrafi konum değiştikçe aldığın tepkiler farklılaşıyor mu? Yoksa sanat ortak bir paydada buluşmanı mı sağlıyor?

Tepkiler merak dolu genellikle. Kültürel farklılıklardan gelen sorgulamalar oluyor işler üzerinden. Resmin parçalarının kişisel hikâyelerini soranlar var. Tam anlamıyla amacına ulaştığını düşünüyorum çalışmalarımın orada sergilenirken. İzleyici de daha az çekingen bize göre. İşler birer kanal olarak tam bir iletişim yaratıyor ve ortak bir alan da yaratmış oluyor evet.

Anna Laudel Contemporary’deki “Rooms & Walls” karma sergisindeki işlerin diğer eserlerin yanında nasıl değerlendirirsin? Eserlerinde anlatmaya çalıştığın duvarların veya saklandığın odaların var mı?

Herkesin var sanıyorum böyle alanları. Hem güven veren hem cesurca kalkıp gitmekten alıkoyan zihinsel ve fiziksel mekânlar. Sergide o mekânlardan süzülüp gelen işler var diyebilirim zaten. Çalışmalar son bir yıllık Happy at Nowhere serisinden işler. Öncekilerden farklı olarak beyaz üzerine daha sakin işler. Durağan imgeler var ama kendi içinde ögelerle ve renk şiddetiyle biraz kalk gidelim diyor. :)

©Nazlı Erdemirel

Son dönem eserlerin insan - doğa ilişkisine odaklanıyor ve yer aldığın son sergide kolajlardan yağlı boyaya geçtiğini görüyoruz. Bu değişimin özel bir sebebi var mı?

İnsan doğa ilişkisi hep vardı aslında, çiçek, iskelet ve hayvanlarla biraz daha görünür hale geldi sanırım. Yağlı boya da hep vardı aynı şekilde. Aslında bizim için kullandığımız materyaller ve görsel elemanlar sınırsız sanırım. Ruh hali veya anlatımın en iyi etkiyi yaratacağı şekle göre biz seçiyoruz onları. Ben Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim Bölümü, Neşe Erdok atölyesi mezunuyum. Boyayı çözerken, farklı isimleri izleyip deneysel şeyler de katmaya çalıştım boyama. Ama yeni bir ifade yaratmak istiyordum artık, kağıtlarla dantellerle araştırmalara giriştim kuru bitkiler, epoksi kullandım... Çok kuvvetli işler çıktı. Şimdiki serinin de temellerini attı o işler. Şimdi bu yeni seri için yine görseli kuvvetlendirebileceğim eleman boya. Bu kez kolajlar parça bütün ilişkisini kurarken kağıt üzerinde sürüyor. Duruma göre yarın bir gün kumaş da girebilir işin içine, ahşap konstrüksiyon da. Yine boya eşlik edecektir muhakkak, eklemlenerek, çeşitlenerek büyüyorum.

Son olarak bir sonraki sergini nerede açmayı düşünüyorsun, seninle başka nerelerde karşılaşacağız? Gelecek planlarından bahsedebilir misin?

Benimle İstanbul’da kesinlikle karşılaşacaksınız. Kişisel sergi hazırlığı içindeyim. İlk kişiselden sonra Almanya’da devam ettim ama İstanbul’da artık topluca sunmak istiyorum yaptıklarımı, taşıdıklarımı. Contemporary bunun ilk adımı olacak. Bunun dışında yurt dışında projeler için Londra ve Berlin’de görüşmeler var. Öncelikle eylülde fuardan sonra Berlin’de atölyeyi taşımam gerekiyor. Kopenhag’da ev-atölye durumları sürecek gibi. İstanbul-Moda atölye de devam ediyor. Önümüzdeki günler de yoğun ama keyifli olacak gibi görünüyor kısacası.

Anna Laudel Contemporary’deki “Rooms & Walls” sergisi 25 Ağustos 2017’ye kadar görülebilir.

0
8124
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage