Simge Burhanoğlu, geçtiğimiz ay Performistanbul isimli bir platform kurdu. Bu platformda, performans sanatçılarıyla bir araya gelerek performanslar üretmeyi hedefliyor. Röportajın soru soran tarafında olmaya alışmış Simge ile Performistanbul'u konuştuk.
Sana seni sorarak başlıyorum röportaja. Simge Burhanoğlu kimdir?
Rutinler oldum olası beni sıkıyordu. Bu yüzden ortaokul ve lisede zor okudum diyebilirim. Her sabah kalkıp aynı şeyi yapmak beni çok yoruyordu. Yaptığım her işte duygu arıyordum ve bunu de en çok balede buluyordum. 12 sene boyunca dans ettim. Sanat dersleri dışındaki notlarım pek iyi değildi, ama balede birinciydim. Çünkü en başından beri işin hep sanat tarafındaydım. Sonra anlaşıldı ki ben bu yöne doğru ilerleyeceğim. Bilgi Üniversitesi, Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü’nden mezun oldum. O süreçte de dans ve bedenle ilgili platformlarda çalıştım, bale dersleri verdim. Hem işin arka tarafında hem de sahne üstünde yer aldım. Bilgi Üniversitesi’nde aldığım eğitim sonrasında her anlamda daha çok şey öğrenmek üzere, Londra’ya Roehampton Üniversitesi’ne Bale Çalışmaları üzerine master’ımı yapmaya gittim.
Londra'daki eğitim nasıldı senin için?
Londra’da düz bir şekilde “bale” diye bakmıyorlar. Aldığım dersler arasında performans, müzik ve beden üzerine dersler de vardı. Aslında bedeni derinden inceleyebildiğim bir yıl oldu benim için. Aynı zamanda öğrendiklerimi bedenim üzerinde test edebiliyordum. Bir dersimin bitirme projesi de performanstı. Master'ımı bitirirken sonra dans ve balenin alfabesinden uzaklaşıp daha özgürce, kodlanmamış ve yaşamsal bir biçimde bedeni kullanma isteğiyle tanıştım. Sonra öğrendiklerimi ülkeme taşıyabilmek için Londra’dan döndüm. Biraz da pişman oldum desem yalan olmaz.
Nedir bu pişmanlığın sebebi? Döndüğünde neler oldu?
Tezimi Türk balesinin geçmişi ve geleceği üzerine yazdım. Bu doğrultuda insanlara Türk Bale Topluluğu kurmakla ilgili derdimi anlatmaya çalıştım. “Zor”, “sponsor olamayız”, “biz ilgilenmeyiz” dediler… Kapılar birbir yüzüme kapandı. İyi de oldu. Çünkü bu oluşum yaşadığımız yüzyılda kaybolabilirdi. Sonra Zorlu Performans Sanatları Merkezi ile buluştum. İki buçuk yıl orada sanat projelerinden sorumlu olarak çalıştım. Kocaman, hafif soğuk, yüksek tavanlı binayı nasıl sanatla dolu sıcak bir alana çeviririz diye uğraştım. Daha çok sergi ve enstalasyon projelerinde yer aldım. Ama sonra baktım bir şey beni dürtüyor. Her ne kadar farklı projeler yapsam da, her sabah kalk, aynı işe git geri dön… Kendimi aynı rutin içinde buldum ve Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nden ayrıldım.
Aynı zamanda bale eleştirmenliği yapıyorsun. Türkiye'deki bale ortamı hakkındaki düşüncelerin neler?
Eskisi kadar yoğun olmasa da hâlâ bale eleştirmenliğine devam ediyorum. Çalışma sürecinde devam etmekte biraz zorlandım. Çünkü benim yazı tarzım yurt dışına gidip baleyi izleyip, yurt dışından prodüksiyonları buraya yazıyla getirmekti. O yüzden bir seyahat yapmam ve bir şeyler izlemem gerekiyor. Bu biraz araştırmalı bir süreç olduğu için uzun sürebiliyor.
Türk balesinin maalesef en büyük problemi koreograf sayısının azlığı. Üretim olmayınca kazanç olmuyor, seyirci kaybı oluyor, yatırım yapılmıyor. Ama bu konuda sanatçı ve dansçıları suçlamıyorum. Burada başından beri kötü bir zincir var. Seçim süreci, eğitimin kalitesi ve sahne olanakları… Hepsi hem içerik hem de materyal açısından çok güçsüz ilerliyor. Örneğin: AKM’nin kapanması ve dansçıların Süreyya Operası’na geçmeleri… Süreyya Operası’nda sanatlarını zorunlu olarak ve zor şartlar altında icra etmeye çalışıyorlar. Şartlar sebebiyle maalesef bu yüzyılın balelerini ortaya koyamıyorlar.
Peki Performistanbul fikri nasıl ortaya çıktı? Platform nasıl kuruldu?
Uzun süredir bir topluluk kurmak aklımdaydı. Sonra bu topluluğu bir platform fikrine dönüştürdüm. Her şeyde bir duygu arıyorum. Dolayısıyla yaptığım işte de duygu arayışımı sürdürüyorum. Duygunun en çok hissedildiği ve bedenle birleşen sanat biçimi bence performans, bu yüzden performans sanatı üzerine yoğunlaştım. İnsanlara dokunmak ve içimdeki duygu derdini insanlara geçirmek istedim. Günümüzde artık her şey sanallaştı. Ben insanları bir an olsun bu sanallığın içinden alıp, içlerine geri götürüp bir deneyim yaşatmak istedim. Aslında ben bu istediklerimin, bu tutkunun performans sanatı olduğunu anladım; performans sanatı yapmak için o alanı seçmedim.
Platformun işleyişi nasıl olacak?
Üç şekilde ilerliyoruz. İlk sanatçının zaten varolan projesini bana getirmesi ve bizim üzerinde çalışmamız, detaylandırmamız ve geliştirmemize dayanıyor. Ardından projeye mekân ve sponsor arıyoruz.
İkinci seçenekte bize alanlar geliyor ya da ben alanlar buluyorum. “Buraya bir şey üretelim” diyoruz ya da mekân bizden bir performans istiyor. Ve biz oraya göre bir iş üretiyoruz.
Üçüncü seçenek de bir performansçının işinin gelmesi ya da performans sanatçılarına ihtiyaç olmasıyla alakalı. Böyle bir platform olmadığı için kişisel arayışlar sonucu bu ihtiyaçlar karşılanıyordu. Eş dost aranarak, sanatçıların performans seviyeleri bilinmeden… Bu topluluk sayesinde ben referans olarak sanatçıları yönlendirebileceğim. Gerektiğinde bir “open call” açarak yeni sanatçılar da bulabiliriz.
Bütün bu aşamalarda benim küratöryel desteğim başlıyor. Ancak bu süreçte herhangi bir hiyerarşi yok, beraber üretiyoruz ve her zaman piramitin tepesinde sanatçı var.
Günümüzde bu tarz başka bir platform var mı?
Ben bu şekilde sadece performans sanatçısına yer veren bir platform bilmiyorum. Marina Abramović’in enstitüsü bile birçok başka iş yapıyor. Ben bu platformda sadece performans sanatçıları ile çalışmayı amaçlıyorum. Böyle bir platform yok ama kendi içinde küçük topluluklar ve oluşumlar olduğunu duyuyorum.
Açılışlarda performans gerçekleştirme fikri yaygınlaştı, workshoplar çoğaldı. Artık iki boyutlu işler, üç boyutlu enstalasyonlar ya da video art bile bazen yeterli kalmıyor. Bir tablonun başında onu izlemektense canlı biriyle, gözgöze bir deneyim çok daha etkili ve hızlı sonuçlar veriyor. Performans sanatı Türkiye’de de yaygınlaştı ve daha da artacak. Bence bu senenin sonunda Türkiye’de de daha kabul görmüş bir hale gelecek.
Bu arada performans sanatı ile performans sanatları maalesef bizde hâlâ karıştırılıyor. Performans sanatı denilince akla ilk gelen şey bale, dans, tiyatro, müzik gibi her türlü performans. Bu değil. Performans sanatının en önemli özellikleri: Tamamen sanatçının bedenini materyal olarak kullanması, bedenin bir sanat eserine dönüşmesi, o anlık olması, hiçbir şekilde bir provasının olmaması. Dünyada “Burada Ketçap Yok, Kan Var” ifadesiyle açıklanıyor bu durum. Sahte bıçak ve ketçap kullanılmıyor, her şey gerçek. Ben bu gerçekliği seviyorum ve insanlığın da bu gerçekliğe ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Yurt dışında durum çok daha farklı değil mi? En son Art Basel Miami Beach’de bir bıçaklanma olayı performans sanıldı mesela. Türkiye’de ise Contemporary İstanbul’da bir galeri standının altında uzanan performansçıların ne yaptığı bile insanlar tarafından çok zor anlaşılıyor.
Bence Art Basel Miami’deki olayın üzerine tez yazılabilir. Bu olayın performans sanatı için çok kült bir olay olduğunu düşünüyorum. Performans sanatının aslında ne kadar yaşamsal ve gerçek olduğunun kanıtı... Gerçek yaşamla performans sanatı arasındaki ipince çizgiyi gösteren müthiş bir örnek.
Contemporary İstanbul’da galeri standının altında yatanlardan biri Gülhatun Yıldırım’dı, şimdi beraber çalışıyoruz. O performansta amaç farkındalıktı. O kaosun içinde onların farkedilip edilmemesiydi. Bu kadar basitti.
Ben performans sanatının anlaşılmamasından değil Türkiye’deki sanat insanlarından korkuyorum. Yani egodan korkuyorum. Birbirine tutunmayı tercih etmeyen duayenlerden korkuyorum. Bir avuç insanız ancak o avucun parmakları bir türlü avucun içine değmiyor, o avuç kapanamıyor. Çünkü insanlar birbirilerine bilgi verirlerse birbirlerini geçeceklerinden korkuyorlar. Ve bu tavır benim gibi işe yeni başlamış, tutkulu gençleri yarı yolda bırakıyor. Sanat sektörü bilinen isimler etrafında dönüyor. Halbuki yeni gelen fikirlerle birleşse, yeni isimlere de yol açılsa bu sektör çok daha hızlı büyüyebilir. Yurt dışında eğitim almış gençler de yurt dışında kalmaktansa kendi ülkesine dönerek orada çalışabilir. Bana da burada destek verilmezse ben de Londra’ya geri döneceğim. Bunu istemiyorum. O yüzden biraz yeni isimler de dinlenmeli, yeni sanatçılara şans verilmeli. Önemli olan sahip çıkılmayan, potansiyeli olan sanatçılara sahip çıkıp onlara yatırım yapmak.
Belli bir seviyeye gelmiş, isim olmuş sanatçıların da genç sanatçılara destek olması lazım. Herkesin bir başlangıç noktası var, bunun unutulmaması gerekiyor. Yeni başlangıçlara destek verilmeli ki onlar da ilerleyebilsin.
Şu anda platformda hangi sanatçılar var?
Daha oluşum çok yeni. Aralık başında oluşumu ayaklandırmaya başladım. Hâlâ sitenin çalışmaları sürüyor. Bir mekânımız olmadığı içn online site üzerinden başvurular, sosyal medyadan duyurular yapılıyor. Şu anda kendi çabalarımla ulaştığım üç sanatçı var. İlk sanatçım, bana ilk inanan kişi: Ekin Bernay. Kendisi Londra’da yaşıyor, aynı zamanda dans psikoterapisti. İlk performansımızı onunla yaptık. Gülhatun Yıldırım ikinci sanatçım, o da çok tutkulu. Genç olmasına rağmen iyi işler yapmış, Nezaket Ekici ile workshop çalışmalarında bulunmuş bir sanatçı. Onunla henüz bir çalışma yapmadık ama yakında bir performans gerçekleştireceğiz. İki sanatçı da çok farklı tarzlara sahip, bu da çok güzel bir şey. Bu sayede ortaya hep bambaşka işler çıkacak.
Üçüncü isim de İtalyan ama Türkiye’de yaşayan bir sanatçı. Henüz kendisiyle anlaşma sürecindeyiz. Aslında mimar, ilk defa performans sergileyecek. Mesela bu benim için büyük risk. Performans öyle bir şey ki içindekileri dışarıya çıkaracak yol olarak performansı, bedeni seçmiş her insan yapabilir. O yüzden bu riski alacağım ve muhtemelen üçüncü sanatçım olarak onunla imza atacağım. Ve ardından devamının da geleceğine inanıyorum.
Ben bu platformda küratör olarak kalmayı tercih ediyorum. Bu platformu kurarken bir amacım da performans sanatçılarının sadece üretimine odaklanmasını sağlamak. Prodüksiyon, operasyon, mekân bulma, kendini pazarlama süreci sanatçı için yaratıcılığın ölmesi ve zaman kaybıyla sonuçlanıyor. Ben istiyorumki sanatçı sadece işine odaklansın, bu işleri ise bir platform, bir küratör yapsın. Mesela Gülhatun’un bir önceki performansında malzemesi yetmemiş ve bu stresle performansını gerçekleştirmek durumunda kalmıştı. Ben sanatçıyı bu durumdan kurtarmak istiyorum. Kurumla kurum, sanatçıyla sanatçıyla sanatçı iletişim halinde olursa daha doğru bir işleyiş olacağını düşünüyorum.
Platform ilk performansını sergiledi. Nasıl bir deneyimdi?
İlk performans çok hızlı oldu. Aralık’ta platform açıldı Ocak’ta ilk performansı gerçekleştirdik. Ekin, henüz benim sanatçım değilken bir performansını izlemeye gittim. Annesi de oradaydı, annesiyle tanıştım. Hem fiziksel olarak hem de yapı olarak birbirlerine çok benzediklerini farkettim. Öğrendim ki annesi de eski dansçıymış, Ekin de dansçı. Sesleri, vücutları birçok şeyleri benziyor. Onlara beraber bir şeyler yapmalarını önerdim. Ekin de olabileceğini düşündü ve Londra’ya gitti. Sanıyorum orada biraz düşündü ve bir şey ortaya çıkardı. Bana bir çizim yolladı. Aralarındaki bağı görselleştirmiş. “Şu tarihte dönüyorum bir performans yapalım” dedi. 2 Ocak’ta bu performansı yapmaya karar verdik. Ekin o sırada annesinde kalıyordu, birlikte çalışıp ürettiler. Performans tarihini 8 Ocak olarak belirledik.
Çok değerli bir işbirliği olarak Kumbaracı Yokuşu’nda yeni açılan Yer İstanbul ile konuştuk, performansı orada sergilemeye karar verdik. Alanda yerinden kıpırdamayan 2.80 uzunluğunda bir masa var, anne kız masanın iki ucuna oturdular, ortalarında da 3.50 metre uzunluğunda örgülü bir saçla birbirlerine bağlandılar. Sanatçı aralarındaki bağı bu şekilde görselleştirdi. Beraber kaldıkları dönemde aralarındaki bir diyaloğu kaydettiler. Bu diyalogda hedeflenen aralarındaki ilişkiyi incelemekti. Ekin Londra’da, annesi Ankara’da yaşadığı için aralarındaki bağı bir anda yansıtmak kolay olmayacaktı. Bir deneme yaptılar. Bana denemeyi gönderdiler, dinledim. Hiç beklediğim gibi değildi. Duygusal, anıların anlatıldığı, hüzünlü bir kayıt değildi. Aralarında oturmuşum ve yanlarındaymışım gibi hissettiren bir diyalogtu ve şimdiki zamanı kapsıyordu. Kayıtta günlük konuşmaları, annesinin performans hakkındaki endişesi gibi diyalogları yer alıyordu. Bir küratör olarak bu denemeyi bir kenara bırakıp bir yenisini mi çekeceğimizi, yoksa bunu mu kullanacağımızı düşündüm. Bu denemeyi kullandık. Gerçekten ikisi de müthiş iş çıkarttılar. Özellikle annesi için büyük cesaret.
Herkesin bir annesi var, hayatta ya da değil, seviyor ya da sevmiyor. Sonuçta hepimiz bir yerden geliyoruz. Performanstaki herkes annesine döndü. Herkes annesiyle ilişkisinden bir şeyler buldu. Ağlayanlar oldu, ben ağlayanları gördüğüm an doğru iş yaptığımı anladım. Ekin’e, annesine gidip sarılanlar oldu. İstediğimiz kalbe dokunmaktı. Bunu başardık..
Son olarak Performistanbul’un yeni projeleri nelerdir?
27 Şubat tarihinde Artnivo Project Space’de eş zamanlı bir performans ve 9 Mart tarihinde de Pi artworks’de solo bir performans olacak.
http://www.performistanbul.org/