Gökhan Bey, Colombia Üniversitesi ve Vassar College’da mimarlık tarihi ve teorisi eğitimi aldınız, Tasarıma Türk Dokunuşu ve Turkish Architecture kitaplarının da yazarısınız. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Gökhan Karakuş: Ben tasarımcıyım. Mimarlık yapıyorum, eleştirmenim, küratörüm, Emedya Design adında bir tasarım ekibim var. İstanbul Teknik Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Politecnico di Milano’da dersler verdim. Tasarımda yerellik ve modernizm, mimarlık ve şehircilik başlıca ilgilendiğim konular. Şu anda çalıştığım konular ise, Beyrutlu mimar Nabil Gholam ve Türk tasarımcı Tanju Özelgin monografları, gecekondu alanlarındaki yapılar için mimari stratejiler hakkında ileri tasarım araştırmaları ve Orta Çağ İslam Mimarisi matematiğinin bilgisayarlı tasarıma entegrasyonu.
Ali Bey, ben kendi adıma sizi İstanbul Modern’in dükkanında satılan o meşhur, tablo gibi kare çantalarınızla tanıyorum. Bir soruna yaratıcı ve akılcı bir çözüm ararken, sizin serüveniniz nasıl gelişti?
Ali Bakova: 88’de ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı’ndan mezun olduktan sonra, yerel ve uluslararası markalarda ürün müdürü, marka danışmanı, tasarımcı ve küratör olarak çalıştım. Bize özgü geleneksel üretim yöntemleri ve zanaata yaklaşan 'usta' tarzı imece üretim yöntemleri ile birlikte tasarımlarımı oluşturmaya özen gösteriyorum. Bu coğrafyanın tasarım pratiğinde doğrudan popüler kültürü, kitsch, göçmen ve azınlık kültürlerinden aldığı biçimler ile ana konseptleri uyugulamaya çalışıyorum.
Ali Bey ne kadar zamandır Maslak Sanayi’desiniz?
Ali Bakova:
Yaklaşık dokuz yıldır Maslak Sanayi’de atölyem var. Böylece özgürce çalışabiliyorum. Atölyemi bazen home office olarak kullanıyorum. Sanayi iş birliği yapmak isteyen insanların toplandığı bir mekan. Bu Türkiye’de çok az rastlanır bir özellik. Bu yapı 92’den bu yana bu bölgeye taşınan sanatçılarla-tasarımcılarla birlikte gelişiyor. Sanayinin üretim dinamikleri ile de güçleniyor.
Maslak Atatürk Oto Sanayi şu an, 80’lerin sonu, 90’ların başındaki Tarlabaşı, Galata gibi. Galata şimdiki Galata değildi, kiralar düşüktü, terk edilmiş gibiydi. Şimdi AOS’de mahalle baskısı yok, şehre hem yakın hem de özerk, heykeltraşından tutun motorsikletlerini modifiye edenlere kadar, herkesin buluştuğu ortak bir alan. Müzik stüdyoları da gelmeye başladı. Apayrı bir sokak kültürü oluşuyor.
Eğer atölyenin kapısı açıksa içeri herkes girebilir, kapını kapattığında, içeriden müzik sesi geliyorsa kimse rahatsız etmez. Günlerce çalışabilirsin. Akşam bir vakitten sonra kaportacılar, tamirciler gidiyorlar, biz kalıyoruz. İstanbul’un en sesiz yeri oluveriyor.
Ustalar ve sanatçılar burada iç içe yaşıyor. Sosyal medya ajansları, dijital ajasnlar da işin içine katıldı. Burada insanlar birbirlerine iş paslıyor, işlerinde birbirine yardımcı oluyor. Samimi bir ortam yaratıldı, ortak çalışma prensipleri ortaya çıktı. Kaynak, torna, boya, silikon dökme, sanayinin uyguladığı yöntemler bunlar. Kapı komşundan şeker ister gibi boya isteyebilirsin. Ahilik sistemine benziyor, tasarımcı ve usta yanyana. Eskiden Beyoğlu, Galata’da benzer dinamikler vardı. Hangi usta nerede, malzeme nasıl bulunuyor, her şeyi biliyorsunuz.
Peki yollarınız nasıl kesişti?
Ali Bakova: Gökhan, Superonline’ın kurucularından. Ben, tanıştığımızda Gön Deri’deydim. O zamandan bu yana İstanbul ve Türkiye’nin yerel dinamiklerinden yaratıcı işlerle ilgileniyouz. Daha çok organik işlerle, informal olarak başladık. Özellikle son 20-30 yıldır gelişen kentsel şehir büyümelerinin içindeki bize özgü olan yerelliği keşfetmeye çalışıyoruz. Katman katman gelişen gecekonduların arasındaki yaratıcılığı, tasarım ve mimari odak noktasıyla günyüzüne çıkarıyoruz. Örneğin; Sanayi’de ustaların derme çatma kendiliğinden oluşmuş demirden masaları, karşıdan karşıya sürekli aynı düzlemde geçildiği için çimende oluşan patika...
Şehrin hangi bölgeleri ilginizi çekti? Nereden başladınız?
Gökhan Karakuş: 98’de Ataşehir’de binalar yeni yeni yükseliyordu. Orada dolaşmalarımız sırasında başladık ve terk edilmiş kaz tüyü yastık fabrikası ile karşılaştık. Yolunmuş kaz tüyleri istiflenmiş, dağ gibi önümüzde uzanıyordu. Açık bir arazi düşünün, Romanlar var, arkadan geçen tavuklar, çamur, bizim kültürümüze ait nesneler, modernizm ile organik biçimde harmanlanmış. Yerel ile modern olan iç içe geçmiş. Fotoğraflarla, videolarla bu anları belgeledik ve internete ilk yüklenen dokümanterden birini oluşturduk.
Analitik davranmıyoruz, tamamen sürreal ve yoruma açık hareket ediyoruz; ilgiyi görünende olan bitenin üstüne çekmek istiyoruz. Finansal bir merkez olmak isteyen Ataşehir’de yükselen gecekondular, aynı şekilde Bomonti'de havlayan köpekler, çöp toplayan insanlar, kokoreç, pilav arabaları... Çektiğimiz bu fotoğraflar P.E.A.R’da (Paper for Emerging Architectural Research’ Londra) yayınlandı.
İşlerinizde ne tür malzemeler kullanıyorsunuz?
Ali Bakova: Cam, deri ve keçe gibi doğal malzemeleri tercih ediyorum ama sonuçta biz sanatçı değiliz, müşteriden gelen brief’e ve üretim yöntemlerine göre malzeme kararı ortak belirleniyor. 2004’de İstanbul Designweek’in küratörlüğü teklif edildiğinde, manifestosuna yazdığım: “Sanat ruhun gözü ise; tasarımda aklın gözü” fikrim pek değişmedi. Tasarımlarımdaki amacım; bu coğrafyanın geleneksel işlevselliğini kökenleriyle birlikte çağdaş yaşama taşımak. Bu yolda çabalarım, dünyada artan cici-shiny, işlevselmiş gibi görünen ve değişken tasarım akımlarına Türkiye’nin kalıcı özgün yapısına dikkat çekmek. Bu toprakların başlangıcından itibaren bulunan tüm birikimi irdeleyerek, geleneksel duyarlılıkla çağdaş bir senteze ulaşmaya çalışıyorum.
Sergiye de adını veren 'maker culture' ne demek?
Gökhan Karakuş:
Maker culture; 90’lardan beri ortak çalışma düzeni demek. Sanat, el işi, teknoloji ve tasarımın birleştiği nokta. Maker hareketi (maker movement), teknoloji ile 'kendin yap' kültürünün birleşmesinden oluşan, dünyada hızla yayılan bir bir akımdır.
Maker hareketi kapsamında bir kişi kendine maker diyorsa o kişi maker'dır. Yemek yapmaktan, model uçak yapmaya, elektronik devreler ve motorlar aracılığı ile yapılan bir model araçtan, 3 boyutlu yazıcılar ile basılan ve üretilen her ürün, süs eşyası, takı, oyuncak, yapay uzuv aslında maker hareketi kapsamında, maker ruhu ile yapılmış kabul edilebilir.
Maker hareketi öncülerinden Dale Dougherty'nin tanımına göre, 'maker' ruhunun temelinde rekabet yerine paylaşım, para yerine yetenek, yoğun ezber bilgi yerine deneyim vardır.
Bununla getirisi olarak sanayideki ustalar da bu kültür sayesinde çok şey öğrendi. İyi olan ustalar reklam filmlerine efektler yapan, dekor hazırlayan çalışanlara dönüştüler. Dev bir fındık, üstünde akışkan bir çikolata katmanı hazırlıyorlar örneğin. Tabii bununla beraber ustaların da beklentileri arttı.
Sınırları Çizilmiş Mekanlardan Çıkan Estetiğin; Sanatsal Değerinin Ötesinde
42 Maslak 'maker culture'ın neresinde yer alıyor?
Gökhan Karakuş:
42 Maslak‘ı bu harekete, making culture'a dahil ettik ve burayı bir üretim mekanı olarak konumlandırdık. Bu kültürü teknolojiyle birleştirdik. Sanayi’deki atölyeleri gün yüzüne çıkarttık. Örneğin sergide işleri izlenebilecek olan Serdar Çongar; resim, heykel, vitray yapmanın dışında klasik motorsikletleri topluyor. Sanayi’deki atölyesinden gördüğü 42 Maslak’ta, şimdi işleri sergileniyor.
Ali Bakova: 42 Maslak’ta konumu gereği tüm yaşanmışlıkları, çok sesli olma özelliğini modern yapısı içinde barındırıyor, tıpkı sergimiz gibi. Üstü kapalı olarak / dolayısıyla, kendi içinde erimiş bir sergi, olarak tanımlıyorum.
Sergide anlattığımız konu çok yoğun. Dolayısıyla sanatçılar, tasarımcılar, food designer’lar, ates dansçısı 1500 dükkan içinde çok çeşitli kreatif endüstrinin bir parçası olan farklı insanlar, aynı platformda erimiş gibiyiz, mozaik gibi. Sağdan soldan toplanan, sokağa atılmış parçalardan, demirlerden, tuğlalardan şehrin dinamiklerine ve özgünlüğüne öykünerek işler üretildi. Sergi boyunca 42 Maslak’ta üretilmeye devam edecek.
Ali Bey, işlerinizden, hikayelerinden bahsedelim mi? İzleyiciyi neler bekliyor?
Ali Bakova: Bu coğrafyanın varolan geleneksel ikonlarını alıp - fes gibi, çay bardağı, rakı bardağı, Galata Köprüsü gibi - formlarını değiştirmeden günümüze uygun yeni fonksiyonel özellikler katıyorum. Benim tarzım like as... gibi…gibi... Örneğin "Fatma’nın Eli"ni sineklik yapıyorum... "Fatma’nın Eli"nin hikayesi de sanılanın çok dışındadır. Kocası yaşlı karısının üstüne genç bir kadın getirir. Fatma o sırada helva yapıyordur. Onları görünce kızgınlıkla kaşıkla değil, eliyle helvayı karıştırmaya başlar. Küresel ısınmaya dikkat çekmek için cam karafın içine kutup ayısı yerleştirdim. Karafa su ya da kırmızı şarap koyduğunuzda kutup ayısı boğuluyor; gotik bir yaklaşımı var. Tesbihten kolye... İstanbul’un kedilerini, pala bıyıklı kediler olarak tasarladım. Hapishanede boncuk işleri vardır, ordan esinlenip Crazy Mustafa... Asya Tasarım Ansiklopedisi seçkisine seçilen bir tasarımım oldu.
Tasarım okumasaydım ya da biraz daha erken doğmuş olsaydım, yurtsever bir usta olurdum. Şimdi küresel bir işçiyim.
Sergide yer alacak diğer sanatçılar da buluntu malzemeyle mi çalışıyorlar?
Gökhan Karakuş: Ekrem Onan (tasarımcı) inşaat demirleriyle ve endüstriyel yöntemlerle işlerini yaratıyor. Nilüfer Kozikkoğlu (mimar ve tasarımcı) beton malzemeyle çalışıyor. Gülnur Özsoy (heykeltıraş) straforları elle şekle sokuyor ve bunların dışını materik boya ile boyuyor. Soyut bir form alıyor.
Malzeme olarak genellikle, beton, inşaat çeliği, tuğla, şu anki Maslak’ta günlük hayatımızda son yıldır olan malzemeleri kullandık. İstanbul’un son 10-15 yılda değişen yüzünü görüyoruz, dönemin özelliğini yansıtıyoruz.
Sentetik görüntüler üreten bir kaskın içinde yaşıyoruz!
Bize Atölye Maslak sergisinin nasıl oluştuğunu anlatır mısınız?
Ali Bakova:
2. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında rotalı yürüyüşler vardı. Gökhan ile Archi-Walk kapsamında 25 kişilik bir kafileyle Maslak in farklı bölgelerindeki tasarım odaklı ofis, atölye, imalathane ve yapıları ziyaret ettik ve bu temalı rotayı 42 Maslak'ta sonlandırdık. Böylece Atatürk Oto Sanayi ve 42 Maslak, hemsehrilik ruhu içinde bugün açacağımız serginin ilk adımları atılmış oldu. Biz zaten burdaydık, Atölye Maslak `maker culture 'platform sergisiyle', Maslak yaratıcı oluşumlarına 'atölye maslak' adını da tescillemiş olduk.
Gökhan Karakuş: İstanbul'un bugünkü kentselliği, son 100 yılın planlı ve plansız inşaatı üzerinde katmanlanan sermaye odaklı fırsatçı gayrimenkullerin distopik bir karışımı. Bunun kent peyzajı üzerindeki etkileri de oldukça dramatik. Bu durum, Boğaz'ın tepesinde Belgrad Ormanı'na komşu bir iş bölgesi olan Maslak'ta çok net görülebilir. Maslak'ta son 50 yılda birbirini takip eden inşaat furyaları tip ve işlev olarak karışık bir yapılaşmayla sonuçlandı. Bu yapı karışımında büyük bir üniversite kampüsü, lise kampüsleri, bol sayıda yüksek ofis binaları ve konut kompleksleri, otomobil servis istasyonları, binicilik merkezleri, alışveriş merkezleri, performans merkezleri, gecekondular ve bir de kışla bulunuyor. Bütün bu ilgisiz işlevler planlamadan uzak formel ve informel bir yol ağı ile birbirlerine bağlanıyor. Bir kent bölgesi olarak Maslak deneyimi 21. yüzyıl distopik kentleşmesini birinci elden anlamak için bir fırsat teşkil ediyor. Bu yürüyüş esnasında 42 Maslak’ın 15. katına çıktık. Proje mimarlarından biri bize 42 Maslak’ı anlattı. O gün birbirimizi çok sevdik. Ve şimdi buradayız. Tüm sanatseverleri 42 Maslak’a davet ediyoruz.