Viyana’da bir Türk restoranı. Bu restoranın içerisinde yemek ve çağdaş sanat ilişkisine odaklanan disiplinlerarası bir sergi. Serginin yaratıcıları: Deniz Güvensoy ve Deniz Beşer. Karşınızda 17 Aralık’a dek devam edecek olan “Kunst Kebab”.
Viyana’da açılan “Kunst Kebab” sergisinin küratörleri Deniz Güvensoy ve Deniz Beşer ile sergi fikri, çağdaş sanat ve yemek ilişkisi, mekâna müdahale etme hali ve tabii ki yemek kültürü üzerine konuştuk. Yolunuzu Viyana’ya düşürürseniz 17 Aralık’a dek devam edecek olan sergiye uğramayı unutmayın. Sergide; küratör ve film yapımcısı Khaled Ramadan, Avusturya’lı feminist sanatçı ONA B., Bulgar sanatçı Kamen Stoyanov’un yanı sıra, Katharina Swoboda, Elisa Jule Braun, Jelena Micić, Žarko Aleksić, Boris Beja, Serra Tansel, Joshua James Zielinski ve Fatih Aydoğdu yer alıyor.
“Kunst Kebab” sergisi yemek ve çağdaş sanat ilişkisine odaklanıyor. Bu iki alana odaklanma, bu iki konuyu bir sergide buluşturma fikri nasıl ortaya çıktı?
Deniz Beşer: Uzun yıllardır alternatif alanlara ve içerisinde kurgulanabilecek sergilere karşı ilgiye sahibim. Bu doğrultuda bugüne kadar koordinatörlüğünü üstlendiğim Açık Stüdyo Günleri kapsamında ev ve atölyelerde, bağımsız sergiler kapsamında terkedilmiş bina, depo, çamaşırhane ve kamusal alanlarda sergiler kurgulanmasına ön ayak oldum. Viyana'daki konumu ve yiyecekleri açısından aklımda yer edinen bir restoranın konsept bir sergiye ev sahipliği yapması fikriyse oldukça ilgimi çekmişti. Fikrimi restoran sahibiyle paylaşmam ve projeyi özgün bulması ile bu girişimin adımı atıldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde aynı dönemlerde eğitim aldığım arkadaşım Deniz Güvensoy'la bu projeyi paylaştığımda, onun benimle aynı heyecana sahip olması bu serginin kurulumunda iş birliği yapmamızı sağladı. Mekânın yemek odaklı olması serginin temasının da bu kapsamda ilerlemesini sağlayan doğal bir süreç olarak gelişti. Aynı zamanda Daniel Spoerri'nin yemek ile yaptığı ve ''eat art'' olarak adlandırdığı sanatsal üretim benim için bir cazibe noktasıdır. Spoerri'nin Düsseldorf'da açtığı restoranın bir üst katında sergi alanı kurmasını ise bu kavramları pekiştirecek öncü yönelimler olarak görüyorum.
Deniz Güvensoy: Çağdaş sanat ile yemeğin buluşmasında, Gordon Matta Clark’ın kurduğu FOOD isimli restoran, Rirkrit Tiravanija’nın bir galeriyi mutfağa çevirdiği performanslar gibi önemli örnekler mevcut. Fakat yine de yemeğin sanatta çok da popüler bir tema olduğu söylenemez. Yemek sadece yaşamsal öneminden öte; dayanışma, diyalog, fikir alışverişi, birlikte eğlenme, sohbet etme gibi çeşitli aktiviteleri de içeren bir sosyalleşme edimi. Sergi; bir toplumsal mekânı dönüştürme fikri ve orada sanat pratiklerini kullanarak farklı karşılaşmalar nasıl yaratabiliriz sorusundan ortaya çıktı ve de keşfettiğimiz mekân, metro alt geçitindeki bir restoran olunca da yemek konusunun amacımızla çok iyi örtüştüğünü fark ettik.
D.G.: Yemek kavramı çok geniş bir kavram, bu yüzden bazı alt başlıklar belirledik ve yaptığımız açık çağrı doğrultusunda sanatçıları bu konular üzerinde düşünmeye davet ettik. Bu konular; yemek yeme eyleminin bir protesto/direniş formuna dönüşmesi, tüketim kültürü ve kapitalizm ile ilişkisi, yemek ve turizm/yerel/kültürel kimlik arasındaki ilişki, yemek teşhirciliği, yemek ve sosyal medya, bir toplumsal statü aracı olarak yemek, yemeğin göçebeliği, yemek ve emek ilişkisi, yaratıcı bir eylem olarak yemek pişirmek, yemek, sağlık ve beden politikaları, yemek ve misafirperverlik, ilişkisellik ve toplumsal mekânı yaratmada yemeğin rolü, yemek ve gelenek/inanışlar, yemek ve etik olarak belirlendi. Gördüğünüz gibi ilk başta çok geniş tuttuk ve bize gelen başvurular doğrultusunda konuyu netleştirmeye çalıştık.
D.B.: Böylesine geniş önerme yapan bir temanın alt başlıklarla farklı odak noktaları yaratmasının sanatçı üretimlerinde olumlu bir yönlendirme yapacağını düşünüyorduk. Bu bağlamda kavramsal olarak yemeğin kişisel ve politik olarak hangi noktada konumlandırıldığını düşünmemizi sağlayacak alanlar bizler için de yönlendirici oldu.
Sergide yer alan 13 sanatçı neye göre seçildi? Bu sanatçılar hangi çalışmalarıyla sergiye dahil oluyorlar?
D.B.: “Kunst Kebab” projesi için uluslararası bir açık çağrı yayımladık. Bu süreç içerisinde dünyanın farklı ülkelerinden 70'in üzerinde başvuru aldık. Çalışmaların konu ile uyumluluğu, yaptıkları yeni önermeler ve nitelikleri kapsamında Deniz ile yoğun bir seçim sürecine girdik. Bunun dışında sergi kapsamında özgün işleriyle tanıdığımız iki sanatçıyı da açık çağrı öncesinde dahil etme kararı almıştık.
D.G.: Sergide ben ve Deniz dışında yer alan 11 sanatçı var. ONA B., bu sergiye 1980’li yılların Türk erotik sinemasına ait posterlerle yaptığı kolajları ve de restoran peçetelerin üzerine bastığı Başsız Tavuk isimli bir metni ile katılıyor. Kamen Stoyanov, PPP (Performing Pizza Painting) isimli sergiye özel bir performans gerçekleştirecek. Katharina Swoboda, Rus Peyniri isimli fotoğraf serisinde, turistik cazibe unsuru olarak yemeğin kültürel kimlikle ilişkisini inceliyor. Elisa Jule Braun Dog Eat Dog isimli kısa videosunda, kapitalizm, tüketim ilişkileri, yamyamlık gibi birçok konuya referans veriyor. Jelena Micić, renkli sebze filelerini kullanarak mekânı dönüştüren soyut renkli kompozisyonlar gerçekleştiriyor. Žarko Aleksić, kendi kişisel hikâyesinden hareketle yemek ve ölüm arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir fotoğraf serisi ile sergiye katılıyor. Boris Beja, Paradise isimli çalışmasında, satın alma/tüketme zincirinin dışında, besinleri kendimiz üreterek doğa ile doğrudan bir ilişki kurma olanağımızı sorguluyor. Khaled Ramadan, Falafel Hysterma isimli videosunda, bir yiyeceğin herhangi bir ulusa atfedilmesi üzerinden milliyetçilik ve kimlik kavramlarına odaklanıyor. Serra Tansel, Dünya Döner isimli enstalasyonunda göçmenlik ve yemek ilişkisine değiniyor. Joshua James Zielinski, Prime Cuts isimli heykel serisinde farklı materyallerin birbiriyle yaptığı çağrışımlar üzerinden yeni anlamlar kazanmasını sağlıyor. Fatih Aydoğdu ise mekâna müdahale ettiği posterlerinde, sömürgecilik, tarih ve yemek ilişkisine değiniyor. Deniz Beşer, yemek ile olan ilişkisinin kökenlerini ve alışkanlıklarını yorumladığı video-‐resim ile sergide yer alıyor. Ben ise, restoranın dışında yer alan reklam amaçlı bayrakları dönüştürerek, yemek ve savaş üzerine dijital kolajlar sergiliyorum.
Çalışmalarda ortak olarak karşımıza çıkan mekâna müdahale etme hali dikkat çekiyor, bu konudan biraz bahsedelim mi?
D.G.: Aslında daha önceden yapılmış yapıtlar yerine, mekânın içindeki objelerin biçimleriyle, ekleme ve çıkarmalar yaparak oynanması ve ilk başta fark edilmeyen fakat sonradan düşündüren, hafiften gizlenmiş ögelerin kullanılmasının ilginç olacağını düşündük. Sonuçta bu mekân bir “white cube” değil ve aslında onu ilginç kılan da bu. Fakat bu sergide sadece sergiye özel, bu yaklaşımla yapılmış yeni işlerin sergileneceği anlamına gelmiyor. Bir sanatçının yıllar önce gerçekleştirdiği bir çalışması bağlam değiştiğinde, mekânı dönüştürürken kendisini de dönüştüren bir süreci de başlatabiliyor.
D.B.: Bu duruma bazen de mekânın, sanatçıların işlerine yapacağı müdahaleleri de eklemeliyiz. Örneğin Jelena Micić'in enstalasyonu, mekânın yapısal şartlarından dolayı kendi önermesini yarattı. Bunun dışında varolan alan içerisinde olasıklıklar yaratarak alternatif sergileme teknikleri geliştirmeye çalışıyoruz. Restorana gelen bir müşterinin pizza tezgahının içinde yer alacak bir ekrandan video art işiyle karşılaşması ve bu sürpriz yerleştirmenin yaratacağı karşılaşmalar bizleri heyecanlandırıyor.
Yemek odak noktasından yola çıkan sergi tat alma zevkine odaklanıyor, siz tat almayı nasıl tanımlarsınız?
D.B.: Tat, benim için oldukça kompleks bir açılıma sahip. Tat alma esnasındaki atmosfer, çevremizdeki insanlar, geçmiş ile kurduğumuz bağlar, sahip olduğumuz yemek kültürü ve yeni tatların üzerine keşif yapmanın önemli kıstaslar olduğunu düşünüyorum.
D.G.: Sergi sadece tat alma ile ilgili değil, yemeğin kültürel, toplumsal, siyasal bütün katmanlarla ilişkisi üzerine. Tat almak dış dünyayı algılama ile ilgili nörobilimsel bir olay. Görsel sanatlar adı üzerinde görme algısının hakim olduğu bir alan. Neden sanat tarihi boyunca görmenin; tat, koku ve dokunma gibi duyuların daha üzerinde görüldüğü benim ilgimi çeken bir konu.
D.G.: Evet aslında sergi metnimizde değindiğimiz bir konu vardı, mesela falafel gibi bir yiyecek Ortadoğu’da bir alt sınıf yemeği iken, başka bir ülkede “hipster” yiyeceği olabiliyor. Yemeğin mutenalaştırılması gibi bir konu da var. Değerler değiştikçe fiyatlar da değişiyor. Egzotik olan nedir ve de bize farklı gelen bir tadı benimsememiz, ne kadar “sofistike” bir değer ölçüsüne sahip olduğumuzu kanıtlamak için yaptığımız bir eylem midir diye de sorulabilir. Öteki ile toplumsal mekânda karşılaşmada bazen yemek aracı olabiliyor. Yemek yemek, bir toplumsal statü aracı olabilir ve herhangi bir yemek göçlerle yer değiştirdiğinde yemeğin kültürel anlamı da değişebilir.
D.B.: Yediğimiz meyve ve sebzenin hangi tarım politikaları ile üretildiği, yiyeceklerin kapsamlarını değiştiren göstergelerden biri. Bu doğrultuda gıda üzerine eğilirken, tarım üretimi, ekonomi, tüketim trendleri, coğrafi ve kültürel farklılıkları da bir arada düşünmemiz gerekliliğinin altını çizmekte fayda var. “Kunst Kebab” projesinde yer alan sanatçılar ise yemek kültürünün ve gıdanın politik olarak nerede konumlandırıldığını kendi perspektiflerinden paylaşıyorlar.
D.B.: Bu tip mekânlarda ana dilimde restoran sahibiyle konuşmam, benim bir anlığına İstanbul'da bir yerde yemek yiyormuşum gibi hissetmemi sağlıyor. Bu restoranların bazıları bizleri deplasmandayken evimizdeymiş gibi hissettirmiyor değil.
D.G.: Ben Viyana’da iki senedir yaşıyorum ve de buradaki Türk nüfusunun fazlalığı, bulunduğum mahallede Türk marketinin, Türk restoranının olması buraya adapte olma sürecimi kolaylaştırdı diyebilirim. Bence “ev”inde hissetmek sadece bir mekânla ilgili değil, aslında bir duygu durumu. Fakat yine de bellek ile bir ilişkisi var ve de bu yüzden geldiği yeri hatırlatan mekânlar insana iyi gelebiliyor.
Sergi süresince ayrıca çeşitli workshop, performans ve film gösterimleri yapılacak, planda neler var?
D.G.: Sergide yemek ile ilgili çok fazla popülerleşmemiş filmleri göstermeyi ve de yemek, müzik ve popüler kültür ilişkisi üzerine bir performans yapmayı planlıyoruz. Ayrıca Kamen Stoyanov, ünlü çağdaş sanat yapıtlarını sebzelerle pizza üzerinde yeniden ürettiği bir performans gerçekleştirecek.
D.B.: Bu projeyi en başından beri büyük bir ilgi ve alaka ile destekleyen restoran sahibi Osman Açıkalın'ın mekânını bu sergiye açması ve olumlu yaklaşımı açısından çok memnunuz. Bu tipte bir serginin Viyana'da ilk kez böyle bir mekânda yer alması ise bizi heyecanlandıran diğer bir detay.
D.G.: Çok olumlu yaklaştı ve bu süreçte en büyük destekçimiz oldu. Buradan tekrar kendisine teşekkür etmek istiyorum.
Gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
D.G.: Şu anda doktora projem nedeniyle biraz yoğunum, yakında kavramsal sanat ve enstalasyon üzerine akademik bir dergide bir makale yayımlamayı planlıyorum. Kısa bir süre önce Viyana’da bir kolektif oluşturduk ve bu kolektif aracılığıyla bağımsız sanatsal projelere devam edeceğim.
D.B.: 2018 yılı içerisinde kişisel sergi projelerim için resim, enstalasyon ve video üzerine gerek İstanbul gerek Viyana'da çalışıyor olacağım. Mart 2018'de uluslararası bir fanzin (fotokopi dergi) festivali olan Fanzineist – Zine Fest of Istanbul ve Ekim 2018'de Açık Stüdyo Günleri'ni koordine edeceğim.
Bunların yanı sıra 2018 Ocak ayı içerisinde Sedef Karakaş ile birlikte hazırladığımız bağımsız yayın Heyt be! Fanzin'in yeni sayısını yayınlayacağız. Haziran ayı içerisinde de İtalya'da gerçekleşecek bağımsız yayın festivali Crack Festival'e, Heyt be! Fanzin ile katılmayı planlıyoruz. Aynı zamanda Viyana'da oluşturduğumuz kolektifle yapacağımız projeler de planlarım arasında yer alıyor.
2 Aralık’ta açılan “Kunst Kebab”ı gezmek için son tarih: 16 Aralık.
Adres: Museumsquartier U2 U Bahn Station Passage 1010, Viyana, Avusturya