03 HAZİRAN, CUMA, 2016

Çağdaş Sanatın İtibarsızlaştırılması Kime Yarar?

Müzede yere bırakılan gözlük, ziyaretçilerden birinin ortalıkta unuttuğu bir çanta ya da kıyafet, saldırıya uğrayan birinin durumunun performans zannedilmesi, temizlikçinin çöp sanıp attığı sanat yapıtı... Liste daha sıralanırken eminim pek çok başka örnek de aklınıza gelmiştir. Sadece sosyal medyada değil, gazetelerde, dergi köşelerinde, hatta ve hatta kitap boyutunda tezahürleri var bu duygu durumunun: Çağdaş sanatı itibarsızlaştırma heyecanı. 

Çağdaş Sanatın İtibarsızlaştırılması Kime Yarar?

Peki bütün bunların anlamı nedir? Neye hizmet eder bu itibarsızlaştırma? Elbette bu soruyu cevaplamadan önce cevaplanması gereken bir soru daha var. Acaba çağdaş sanat neden bu tepkiyi topluyor? Kendisine reaksiyon gösterilen şey tam olarak ne? Bu işlerle karşılaştıklarında bıyık altından gülüşün kökenleri ve patolojisi birbirinden ayrılabilir mi?

Çağdaş sanat yapıtı olarak değerlendirilen pratiklerin büyük çoğunluğu, resim ve heykel gibi klasik olarak addedebileceğimiz sanat yapma biçimlerinden bir farklılaşmayla kendini belli eder. Video sanatı, enstalasyon, performans vd. medium'daki/ malzemedeki bu farklılaşma kuşkusuz alımlayıcı açısından ilk soru işaretini getirir. Ancak asıl soru, 20. yüzyıl başındaki avangard hareketlerin bir devamı olarak çağdaş sanatçıların, “yapıt/ ürün” yerine  “sanatçı eylemi/ düşüncesini”, giderek de “yaşamın sanatsal algılanışını” geçirmeleriyle karşımıza dikilir. Ancak yüzyıllar boyunca sanat algısının geçirdiği değişimleri göz önüne alırsak, çağdaş sanata karşı bu “kendiliğinden” tepkinin suyunu başka bir janr'dan aldığını saptamak zor olmayacaktır. Genel anlamıyla “yetenek/ deha” kategorisinde özetlenebilir bu janr. Sanat yapıtını bir hüner sergileme alanı olarak gören “klasikleştirilmiş” alımlayıcı için yetenek, kuşun tüylerini tek tek çizmek, heybetli ve “gerçekçi” heykeller yapmak, neredeyse canlanıverecek gibi görünen resimler meydana getirmektir. Bu modele göre sanatçı aynı anda iki şeydir: Dünyadaki güzellikleri olduğu gibi yansıtan kişi ve aynı zamanda bizim göremediğimizi gören kişidir. Denebilir ki, o öylesine yeteneklidir ki yapıtıyla bizi kendine çeker ve orada bize gerçek dünyayı gösterir. 

Chess Match- Duchamp Retrospective-Pasadena Art Museum- 1963

Bu anlayışın eleştirisi üzerinde uzun uzadıya durmaya gerek yok. Bu tanımlamalar Platon'dan beri teorisi yapılagelen “temsili sanat rejimi”ni ifade eder. Mimesis'in ise en başarılı örneklerini, katharsis üreterek izleyiciyi duygusal bir boşalmaya götüren ritüellerde, dinsel resmin pedagojisinde, saray resminin ihtişamında bulduğunu söylemek bu görme rejiminin bağlı olduğu toplumsal tabakalanma biçimini gösterecektir. (Avangard hareketlerin temsili sanat rejime karşı çıkışları da bu bağlamda yeniden analiz edilmeye açıktır.) Çağdaş sanata karşı küçümseyişin kökenlerinden en önemlisi kuşkusuz bu rejime bağlılıktır.

İkinci eğilim ise daha derin bir analizden besleniyor görünür. Bu kimseler çağdaş sanatın medium değişimini kabul ederler. Yetenek diskurunun ve yüce kategorisinin saf dışı bırakılmasının anlamını görmüşlerdir. Lakin yine de çağdaş sanat etrafında “dönen dolapların” farkında olan bu yaklaşıma göre bu alan, bir takım uyanık kimselerin para kazanmak ya da şöhret elde etmek için sanat “-mış gibi” yaptıkları bir alandır. Elbette kavramsal yaklaşımlara aşina olan bu yakınma, ne yeni mediumları ne de sanatçıların alternatif konularını eleştiriyor görünür. Onun eleştirisi “hiçbir derinliği olmayan” şeylerin sanat diye yutturulmasına karşıdır. Bir başka deyişle çağdaş sanatçının bir “lale devri” figürü gibi piyasa içindeki dolaşımı onu huzursuz eder. Ne var ki, neo-liberal piyasa ekonomisinde pek de haksız görünmeyen bu eleştiri, bütün çağdaş sanat yapma pratiklerini aynı kefeye koymasıyla başka bir sanat pratiğinin ekonomisini korumakta olduğunu çoğu zaman fark etmez. Barok resme bakıp “Bunlar abartılı, ticari şeyler” demeye benzer bu tutum. Rönesans resminin “tartışmasız doğrular”dan kurulu çerçevesinden dünyaya bakan bir göz için ne maniyerizm ne de barok mümkündür. Empresyonizme gelene dek ise elimizde sanat adına konuşacak çok bir şey kalmaz herhalde.

Lafı uzatmayalım, dikkatli bakan bir göz, bu iki eleştirinin ortak noktasının nomos'a bağlılık olduğunu görecektir. Bir nevi ahlâkçılıktan beslenen mevcut yasaya bağlılıktır nomos'un kurucu unsuru. Ardında da daima bir “derinlik arzusu” ikame eder. Hangi ad altında olursa olsun metafizik yapmanın kurucu unsuru olan derinlikler felsefesi sonunda sanata dair şu algıyı pekiştirmekten başka bir şey yapmaz: Sanatın gerçekliği göstermesi, ama aynı zamanda yüzeyin altındaki “derin gerçek”i açığa çıkarması onun doğal ödevi sayılmalıdır.

Bu noktaya kadar çağdaş sanata karşı ikircikli yaklaşımların kökenlerine bir parça bakabildiysek asıl sorumuza geri dönebiliriz. Neden böyle bir eleştiri var? Neye hizmet eder bu itibarsızlaştırma? Belki de soruyu şöyle sormak onun daha anlaşılır olmasını sağlayacak: Çağdaş sanat pratiklerinin küçümsenmesi ile Picasso'nun yaptıklarına bakıp “Bu sanat değil. Geleceğe kalmaz bunlar” diyen bakış açısının ne farkı var? Aynı tutumun Goya'da, Monet'de, Duchamp'da... sürdüğünü söylememe gerek yok sanıyorum.

Sanatın ne olup ne olmadığına hızlıca karar veren her söylem bir sanat rejiminin hegemonyasını yansıtır. Sanatı “yetenek” olarak gören “temsili sanat rejimi” sanat yapıtını yüzyıllar boyunca ayrıcalık üretme mekanizmasının bir parçası olarak kullanmıştır. Bu rejim, dünyanın metafizik yeniden-üretimi anlamında da ekonomik yeniden-üretimi anlamında da sanatı kendi iktidarının bir uzantısı olarak görür. Müzeler bugün bu rejimin başyapıtlarıyla dolup taşmaktadır.

müzede yere bırakılan gözlük

Çağdaş sanatın “herkes sanatçıdır” düsturu ise sanatı mevcut gerçekliğin bir tezahürü olmaktan çıkartıp yeni bir gerçek olma ve bu yolla yaşamla eşitleme arzusundan kaynaklanır. Avangard girişim modern sanatın içine estetik rejimini değiştiren bir tutarsızlık ekler. Bu tutarsızlığın etki alanında Picasso'nun bir çocuk tarafından çizilmiş gibi görünen resimleri, Mondrian'ın katışıksız renk alanları, Pollock'un akıtmaları, Kaprow'un happeningleri, Beuys'un performansları, Warhol'un serigrafileri, Basquiat'nın duvarları da vardır. Bütün bu işlerde, üslubu ne olursa olsun, önce “deha”ya, “yüce”ye, “meta”ya başkaldırı okunur. Bu da bize tarihsel avangardla doruk noktasına ulaşan sanat yapıtının estetik yeniden kuruluş ilkesini verir: Nomos'a karşı savaş!

Kavramsal sanatın devraldığı miras da bugünkü temsilcileri tarafından verilen kavga da bu doğrultuda sürmektedir. Elbette her devrin saray ressamları vardır, ama her devrin avangardları da vardır. Bu, olgunun içinde hangi yöne baktığınıza göre sizin pozisyonunuzu ele verecek bir “karar anı”dır. Çağdaş sanatı itibarsızlaştırma heyecanının kökenlerini görmek o patolojiye katılmayı gerektirmez.

Sosyolojik analiz, eğer ki estetik teorisinden rol çalma telaşından vazgeçerek sanat sosyolojisi yapmak istiyorsa, neden bugün “sanat eleştirmenleri” de sosyal medyada bu tür haberleri paylaşmaktan keyif alırlar sorusuyla ilgilenmelidir. 

0
92788
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage