Suyun kenarı söz konusu olunca sahil değil kıyı gelir hep akla ve oraya gidilmez, bence ancak inilir. Orada soğuk rüzgâr yüzünüze bir tokat gibi vurabilir, bazen de alev gibi yakabilir. Doğayı daha yakından hissedersiniz. Duygularınıza, çoğu zaman aşklarınıza ve geçmişinize kolayca yol alabilirsiniz. Orası kafanızın içinde kendinizi serbestçe dolaştırabileceğiniz bir mahrem yerdir. Doğanın karşısında sanki küçülmüş, hayli çocuklaşmış ve içinizden kafiyeler geçirirken bulursunuz kendinizi.
Kıyı, her zaman doğal olan çevreyi çağrıştırmıştır bana. Kumsal, deniz kabukları, dalgaların taşıdığı bazı nesneler, paslı kutular, ağ parçaları çoğunlukla oradadır, uygarlığın izleriyse fazlaca yoktur. Sadece insanın küçük dokunuşları, iskele ayakları, uzakta görünen kentin belli belirsiz silüeti vardır. Bir de bazı mevsimlerde kullanılan geçici basit yapılar.
Sahilse, kenarına evlerin, limanların yapılmış olduğu, yaşamın “hayat”laştığı ve insanların birbirine daha yakın durduğu kalabalık yaşama alanlarıdır. Buralarda suyun kenarı kumsaldan çok beton duvarlarla çevrilidir, rengiyse her zaman daha bulanıktır “kıyı”ya göre.
İşte, Cem Ersavcı bizi bu kalabalık sahilden alıp, kendi kendimize kalarak düşünebilmemiz için, uzak denizin kavranması zor ama çekici büyüklüğünün önüne getirip, bırakıyor. Biz de etrafı izlemeye başlıyoruz. Getirdiği bu kıyıda şehrin gürültüsünü, zihnimizi yoran ve bizi bir mengene gibi sıkan ne varsa unutabileceğimizi anlıyoruz. Mavi,
pembe ve grinin pastoral dokunuşlarıyla boyadığı bu çevre, kötülüklere karşı koruyor sanki bizi. Bu kıyıyı hiç bilmeyenler bile gidip denizin tuzlu kokusunu içlerine çekebiliyor, zamanın bilinen bir tarihle eşitlenmediği anları orada yaşayabiliyor. Herkesin aynı dili konuştuğu bu kıyıda, dersten çıkmış bir öğrenciyi, uzun zaman içinde sesleri bile birbirine benzemiş olan “sanki ikiz” çiftleri, çevrenin değişmez figüranları gibi dolaşan köpeklerle kargaları, çocukken resimlerde bir çırpıda çiziverdiğimiz uzaktaki beyaz martıları görebilirsiniz. Kıyıda kimse birbirine bakmadan ve yadırgamadan zamanı durdurabilir. Ağlayan âşıklar, rüzgârda üşümek isteyenler, akla uygun olmayan her şeyin normalleşebildiği bu kıyıların hangi ülkede ve zamanda olduğu artık önemli değil. Kimsenin hikayesi kimseye karışmıyor, değmiyor.
Cem Ersavcı, gözüyle hem görüp hem de bakabilen az bulunur, başarılı bir izlenimci. Bu fotoğrafları çekenin kim olduğunu merak etmeden ve burası neresi diye düşünmeden adeta var olabileceğimiz bir kıyıya getiriyor bizi. Bu sadeleşmiş izlenimcilik yeteneği, doğru kompozisyon değerleri ve özgün bir kurguyla desteklendiği için iyi fotoğraflara dönüşüyor. Basit gibi görünenin karmaşıklığı Cem Ersavcı’nın iyi ayıklayan gözüyle izlenir hale geliyor. Bizeyse, yaşamın kullanma kılavuzundaki bu seçkin sayfaları dikkatlice incelemek ve yürekten alkışlamak düşüyor.
Birden serinlik çıktı kıyıda, başıma üşüşen düşüncelerle ağırlaşan adımlarım kumsalda yorgunluk hissi veriyor ayaklarıma, geriye dönmek istiyorum artık, o kıyıyı özleyebilmek için.