15 MART, CUMA, 2013

Cem Yılmaz

Cem Yılmaz’la sohbetimizin sebebi, ne yıllardır binlerce insanı peşinden sürükleyen gösterileri, ne gişe rekorları yapan filmleri, ne de komedyenliği. Cem Yılmaz, gerçekten samimi, ne istediğini bilen ve araştıran bir koleksiyoner. Invader, Shepard Fairey gibi; sokaklardan çıkan, sisteme karşı ve isyankar bir tavır sergileyen, diğer taraftan galeri sistemini reddetmeyen sanatçıların işlerini beğeniyor. Taner Ceylan, Erinç Seymen, Yaşam Şaşmazer, Haluk Akakçe takip ettiği sanatçılardan sadece birkaçı.

Cem Yılmaz

Söyleşimizin sebebi, güncel sanata ilginizi ve bakış açınızı anlamak. Roma’dan dün geldiğinize göre, buradan başlayabiliriz. Roma’da müze ya da sergi gezebildiniz mi?

Bu sefer gezemedim, işlerim vardı. Ama şehir olarak bir müze gibi, etkiliyor beni. Daha önce, Ferzan Özpetek’in ‘Şahane Misafir’ filminin çekimleri için Cinecitta stüdyolarına gitmiştim. İtalyan ustalarının filmlerini çektiği stüdyolarda olmak çok etkileyici tabii. Orada usta – çırak ilişkisiyle bugüne gelinmiş, halen 50’lerden kalan dekorlar duruyor, analog çalışmaya devam ediyorlar. O zamandan bugüne, sinema geleneği sürdürülüyor.


Türkiye sinemasında bugüne baktığınızda, son dönem İtalyan sinemasıyla ne gibi paralellikler görüyorsunuz?

İtalyan sineması geleneği ve eski İtalyan filmlerinde parmağı olan insanların yetiştirdiği jenerasyonun halen orada olması tabii ki farklı. Organik bir ilişkileri var. Diğer taraftan, son dönem İtalyan sinemasının, seyirci reaksiyonu anlamında bizimkinden çok farklı olmadığını görüyorsunuz. Ya kitlesel ve ticari filmler, ya da ses getirecek yapımlar var.


Siz de ticari yönü ağır basan, gişe filmleri yapıyorsunuz. Aynı zamanda çizerlik, müzik gibi birçok farklı üretim alanlarınız var. Tüm bu alanlar arasında ‘sanat olarak görülenler ve bunun dışında kalanlar’ gibi bir ayrım yapıyor musunuz?

Örneğin sinemada şöyle bir şey var. ‘Sanat yönetmeni’ dediğimiz kişi, aslında unvanında ‘sanat’ kelimesi geçen tek kişi. Sanki onun dışında kimse sanatla ilgili bir iş yapmıyormuş gibi... Yönetmen bile koordinatör gibi görülüyor. Mizah dergilerinde bol balonlu, konuşmalı karikatürlerin sanat olmadığı, tek bir çizginin ‘daha da sanat’ olduğu konuşuluyor. Filmle ilgili de, ben çizim geleneğinden geldiğim için üretim aşamasında, dekor, kostüm stantardını önemsiyorum. Bunun aynı zamanda filmin istediği, seyircinin arzuladığı şeyler olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar yaptığımız işlerin basit ya da teferruatlı da olsa, hizmet ettiği şeye uygun olduğunu söyleyebilirim. Sanatsal değer olarak da, komedi filminde sofistike bir durum yaratmak zor. Buluşturduğunuz kitleyle ilgili...

Kitlenin düşüncesi ve talebi daha mı ön planda?  

Bunu reddedemem. Sonuç olarak ilgilendiğiniz ve muhattap olduğunuz bir alan orası. Örneğin en umursamaz görünen bir sanatçı bile ‘ben koltuk takımıma göre resim istiyorum’ diyen biriyle karşılaşabiliyor, işini ona satabiliyor.


Koltuk takımına göre resim seçmek biraz düşündürücü. Diğer taraftan da, günün sonunda her şey beğeni meselesi ve koleksiyonerlik çoğu kişi için biraz da böyle başlıyor.

Evet, bunu şaşırtıcı bulmuyorum. İş almak tamamen kişisel. Fakat bunun ağır bir ‘’mafyası’’ var, biraz rahatsız edici. Bir galeriye girdiğinizde bir işi tercüme etmeye çalışmalarını hiç anlamıyorum. Bir esere baktığınızda yanınızda biten tipler vardır, irkilirsiniz, şimdi niye tercüme ediyor, dersiniz, ‘’Anlamıyorsanız yardımcı olayım’ tipleri. Halbuki ben sanatçıyla başka bir bağ kurmak istiyorum. Birinin kulağıma fısıldamasını istemiyorum. Ben, ‘’karikatürümü şu niyetle yazdım, bu niyetle oku’’ diyor muyum. Çok ‘’eğlenceli’’ dünyalar bunlar!


Peki siz nasıl eser seçiyorsunuz ve alıyorsunuz? Türkiye’deki fuarlara gittiğinizi biliyorum, fakat sanırım size olan yoğun ilgiden dolayı rahat gezemiyorsunuz.

Ben özellikle belli bir yere, bir sanatçıya bakmak için gidiyorum. Geziyi hızlandırıp nokta atışı yapıyorum.


Sanattaki bu pazar hissiyatı sizi soğutmuyor mu?

​Başka türlüsünü bilmiyorum ama böyle aktiviteler ve açılışlar, sanatçının bir kenarda durduğu, görünmez olduğu, diğerlerinin şarap içtiği etkinliklere dönüşebiliyor. Bu mecbur. 

Koleksiyoner yönünüzle ön planda değilsiniz. Örneğin yurtdışı fuarlarda, bienalde ya da başka önemli sergi açılışlarında sizi görmüyoruz. ‘’Cem Yılmaz da oradaydı’’ gibi bir haber çıkmıyor. Çoğunlukla nereden eser alıyorsunuz?

Koleksiyoner olup işin borsasını takip eden biri değilim. Bundan birkaç sene önce internet üzerinde artnet, artspace gibi sitelere rastladım. Onlara üye oldum. Baktım, amatörlere de bir dünya var. Ben yalnızca beğendiğim, ilgi duyduğum sanatçıları nasıl takip edebilirim diye bir merak başladım. Eğer ulaşılabilir şeylerse, almak istedim. Sonra baktım, dünyada her galeriye, sanatçı temsilcisine, sanatçıya ulaşabiliyorsunuz. Julien Opie’ye örneğin, mail attım. Sonra bir cevap aldım, burada bir galerisi varmış. Ben de hem ondan aldım, hem buradaki galerisinden.


Julien Opie’nin öncesinde neler var?

İlk İsmet Doğan aldım. Shepard Fairey’nin ‘Rock the Kasbah’ını aldım. Raicinden yukarı bir fiyata almıştım çünkü çok isteyen vardı. Fairey, Banksy gibi adamlar enteresan. Eserleri 1000 dolara da satılabiliyor, tek kopyalık bir iş de yapabiliyorlar. Banksy örneğin, şimdi İngiltere’de duvarları söküyorlar. Invader’ı beğeniyorum.


Invader İstanbul’a da geldi. Binalarda çok iz bıraktı. Ayrıca Hollandalı bir graffiti sanatçısı vardı, Galata çevresinde sarı yumruklar yapıyordu duvarlara.

​Evet, Faruk Eczacıbaşı’ndan duydum, evinin karşısındaki duvarda vardı. Geçenlerde Los Angeles’taki bir graffiticiyle ilgili belgesel izledim. Graffiticiler, hapis yatıyor. Polis gelmiş sanatçıyı dövüyor, o da diyor ki ‘burası benim kanvasım’, boyarım. 

Türkiye’de de bunun gibi şeyler oluyor. Sanatçılar geri planda kalıyor. Diğer taraftan giderek büyüyen bir sanat ortamı var. Biraz kendi dünyasında, biraz kontrolsüz ve sanatçılardan habersiz ve vahşi de diyebiliriz. Bir sanatçının ne kadar kontrol etmesi mümkün olabilir ki...

Bir karikatürist olarak ben tabii ki komik buluyorum bunları. Basquiat’nın filminde bir sahne vardı, hatırlarsın. ‘’Bunun yeşilini istiyoruz’’ diyor biri. Bu olur, çünkü iş bittikten sonra kontrol sizden çıkıyor. Bu noktadan çok feveran etmemeniz gerekir. O filmden yine bir sahne, ‘’Seymour’’ diye imzaladığı duvarlardan birinin önünde adamı bıçaklıyorlar. ‘’Bu benim’’ diyor, inanmıyorlar. Sanatçının genelde mahçup bir ifadesi var, ya da onu kırmak için daha büyük hareketler yapmaya çalışanlar var.


Çoğunlukla sisteme karşı bir sanatsal tavırdan yana mısınız?

Basquiat’nın hayatını anlatan filmden etkilenmiştim. Orijinal bir iş almak istedim fakat o zaman da fiyatları çok yüksekti, 2001’de birkaç litografisini aldım. Grafik ağırlıklı ve esprili işleri daha çok ilgimi çekiyor. Fikret Mualla da seviyorum örneğin. Aslında, sanatçının hikayesi, yaşamı, kişiliği de etkiliyor seçimlerimi. Sanat eserleri dışında karikatür toplamaya çalışıyorum, Cemal Nadir’in karikatürlerini bulduğum zaman alıyorum.


Başka kimleri beğeniyorsunuz?

Erinç Seymen, Yaşam Şaşmazer, Murat Pulat, Taner Ceylan’ı beğeniyorum ama Sotheby’s’de fiyatları çok uçtu. Bir sanatçıyla ilgilendiğimde benzerleri de çıkıyor karşıma.


Sotheby’s müzayedelerine katıldınız mı?

​İnternetten takip ettim, telefonla teklif verdiğim oldu. İşte Taner Ceylan almak istiyordum fakat olmadı. 

Uzun yıllar karikatür çizdiniz. Beğenileriniz birbirinden farklı görünse de aslında çoğunda desen ön planda. Peki siz çizmeye devam ediyor musunuz? 

Çok çizmiyorum ama filmlerden önce yarattığım karakterlere referans gösterme anlamında faydası oluyor. Ben karikatürü fazla seviyorum. Meseleye çok kestirmeden gidiyor, bundan dolayı ince bir zanaat. Desen başka bir şey ama, desen hep olmak zorunda değil. O ya var, ya yok. O sonradan edinilen bir şey değil, sonradan ancak tekniğinizi geliştirebilirsiniz. Ama ben özgün çizgi yaratma evresinde koptum karikatürden.

Sizin döneminizden bazı arkadaşlarınız devam etti ve galerilerde sergi açıyorlar. 

Evet, x-ist’te Cem Dinlenmiş ve Bahadır Baruter sergiler açtılar. Çok büyük sanatçılardır onlar zaten. Bence geç bile kalındı. Fransa’daki çizgi roman ve çizgi kültürü örneğin, sürekli desteklenir. Diğer taraftan burada işi başka türlü bir ticarete yönlendirme eleştirisi gelecek diye insanlar bundan kaçıyor.

Marjinal kalmaları gerektiğini düşünüyorlar. Yaratıcılığın bir de o yönü var, Türkiye’de... Sanat yaparak para kazanmak ayıp sayılıyor.

Evet ama bir şey yapıyorsan, daha çok insana ulaşmasını sağlamalısın. Bu işler önemli; her yerde olması gerektiğini düşünüyorum o çizimlerin. Billboardlar ve reklam panolarından söz etmiyorum tabii ama görülmeyi ve bilinmeyi hak ediyorlar.

Galericilik sistemi bir sanatçı için her ne kadar kolay olmasa da, sanatçının işine odaklanmasını sağlayabilmesi açısından olumlu yönleri de var. Bir koleksiyoner olarak, siz bu sistemi nasıl buluyorsunuz?

Ben bir şey alırken, beni yönlendiren kimse olmasından hoşlanmıyorum. Birinin kulağıma ‘’bunu alma, bu değerlenmez’’ demesini istemiyorum. Alıp da asmadığım ve gözümün önünde olmayan bir iş yok. Sanatçının her duygusuyla bir ortaklık yaşamak gerekmediği gibi, bu kadar açıklamaya da gerek yok.  Tüketiciyi eğitme hareketleri beni olumsuz etkiliyor. Kaçmama sebep oluyor çünkü sanatçıyla arama giriyor. Yurtdışında böyle değil. Ancak sorulunca cevap veriyorlar çünkü adamlar bildiğinizi düşünüyor. Invader’ın yeni işleri var mı dediğiniz zaman, ‘’evet, şu var’’diyor. Fransa’da yaşadığı acıları bu fayanslara yansıttı, diye anlatmıyor. İlgi duyduğum şeyi zaten araştırıyorum. Dolayısıyla en komik şey şu, baktığınız anda biri geliyorsa hemen ‘’ne kadar’’ demeniz lazım. Finalde iş zaten buna geliyor. O zaman niye bana ‘’büklüm büklüm’’ bir şeyler anlatıyorsun?

Bu konuda bazıları da yönlendirilmeye ihtiyaç duyuyor olabilir.

Benim başıma gelenler, galericinin biraz daha özgüvenli olması gerektiğini gösteriyor. Bu karikatürize bir durum. Samimi olmak lazım. Kulağına en fazla şunu mu fısıldamak istiyorsunuz? ‘’Bunu al, bu çok değerlenecek’’. Bu da çok samimi ve sanata dair değil. Ama örneğin bana bir katalog ulaşmasını mutlulukla karşılıyorum. Bir de, 10 küsür senedir herkes dünyada olup bitene çok çabuk ulaşabiliyor. Bilgilenme meselesi bireysel.

Yurtdışındaki galerilerden eser alıyorsunuz, oradaki sistem nasıl işliyor sizin tarafınızda?

Örneğin, Jonathan Levine. Ben oradan çok eser alıyorum. Orada Raymond ile görüşüyorum. Ona kim olduğumu söylemedim ama o bana tebrik ederim filminiz çıkmış, çocuğunuz olmuş, diyor. Bir şekilde ilişki kuruyor fakat ders vermeye çalışmıyor.

Anladığım kadarıyla yurtdışında takip ettiğiniz uluslararası bir sanatçı kitlesi var fakat galeriye ya da fuarlara gitmeyi tercih etmiyorsunuz. Bir de tabii yurtdışı fuarlarda şöyle şeyler de yaşanabiliyor, Türkiye’den galeriler gidiyor, satışlar yine Türkiye’den o fuara giden koleksiyonere yapılabiliyor. Siz fuarlara gidiyor musunuz?

​İlgileniyorum, fakat henüz böyle bir şey için vakit bulamadım. Önümüzdeki aylarda gitmek istiyorum, evet.

0
9265
0
Yazar:
Fotoğraf: Dilan Bozyel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage