15 Mayıs’ta Arter’de açılan Spaceliner, ilk bakışta desene kavuşan çizginin olasılıkları hakkında konuşan bir sergi gibi gözükse de basın bülteninde de belirtildiği üzere, “Sergide, desen ve mekân arasındaki ilişkiyi araştıran işlere yer veriliyor.” Bu noktadan bakıldığında Spaceliner, bunun ötesine geçiyor ve izleyenin, sergiyi gezerken yarattığı çizgiyle, bedenin uzam içindeki varlığını görünmez bir performansla sergiye dahil ediyor. Öte yandan, çizginin boşluğun ötesine geçen dahası onu görünür kılan işlevini türlü biçimlerle sunan sergi, bir yandan da yaşamın konturları hakkında düşünceler öneriyor.
Dünyada olmak, her şeyin görünür olması ve bedenlerin bu görünürlükteki eşsiz varlığı, kendini ve başkalarını algılama biçimi onun mekânsallığını oluşturur Fransız felsefeci M. Merleau-Ponty’ye göre. Bu oluş içindeki zamansallık ise düşüncenin ne sadece edilgenliğidir ne de etkinliği. Her ikisinin de bir aradalığı, görürken görünür olmaktır aslında. Bu iki eylemin içinde oluştuğu zaman, yani bu çakışma anının, kendiliğinden gerçekleştiği “o” an gerçekliğin mekânıdır. Bu sergide izlediğimiz çizgiler o çakışma anının izleridir.
Spaceliner, bu izlerin türlü olasılıklarını Arter’de birbirleriyle, içinde bulundukları mekânla ve hatta sokakla konuşuyor. Küratörlüğünü Barbara Heinrich’in yaptığı sergide, Peter Anders, Sandra Boeschenstein, Pip Culbert, İnci Eviner, Monika Grzymala, Nic Hess, Gözde İlkin, Harry Kramer, Pauline Kraneis, Hans Peter Kuhn, Zilla Leutenegger, Pia Linz, Christiane Löhr, Ulrike Mohr, Jong Oh, Nadja Schöllhammer ve Heike Weber’in işleri, çizgi ve desenin düşünceye dönüşen olasılıklarını türlü yöntem ve malzemelerle sunmakta.
Sergide, çizginin mütemadiyen -güç bende oldu hep- diye fısıldadığını duyarak dolaştım. Zira sanat tarihi içinde onca bilgiyi birbiriyle bağlarken sözü hep İspanya’daki Altamira ve Fransa’daki Lascaux, mağaralarına getirmedik mi?
Çizginin, yüzey/kağıt üzerinden kurtulup/sıyrılıp mekâna yayılan ve boyutlanan varlığı hakkında olasılıklar üreten sergi, onun kendinde olan ve yine kendisiyle yayılan anlamı/varlığı hakkında sorular soruyor, cevaplar öneriyor. Arter’de, içeriden dışarıya dışarıdan da içeriye yayılan çizgi desen olduğunda, mekânla hemhal olarak biçim içerik ilişkisi özgürce uzama yayılıyor.
“Spaceliner” Türkçe’ye çevrilmemiş bir sergi adı. Çevirmeye çalıştığınızda aslında tam da bir karşılığı yok. Mekân ve çizginin birlikteliğini isimden başlayarak yan yana geldiğini bilerek ilerlemek olasılıklar hakkında ipucu veriyor ki bu da Hans Peter Kuhn’un Arter’in Beyoğlu’na açılan cephesinden dışarıya taşan "noktalı çizgi üzerinden kesiniz…" isimli yerleştirmesiyle boyutlanarak devam diyor. Kuhn’un mekâna özgü ışık yerleştirmesi, çizginin mekânı delerek içinden geçen özgürlüğü eşliğinde izleyene kesme, bölme ayırma önermeleri sunarak sonsuz çizgiye müdahale edebilme olanakları tanıyor. Bu bağlamda sergi mekânına yaptığı müdahale ile Hans Peter Kuhn, önceki çalışmalarında da sık sık tekrar ettiği kurumsal ve kamusal alanların koşullarını ve sınırlarını sorgulayan üretimini Arter’de de yineliyor. Led ışıklı hattın içeriden dışarıya açtığı yeni mekân, ışığı da bu müdahaleye dahil ederek sarı bir ikaz hattı yaratıyor.
Arter’in giriş katında yer alan “Bagaj Örtüsü”, “Mendiller”, “Çanta” ve “Duvar Çadırı” isimli dikilmiş eşya iskeletleri Pip Culbert’in işleri. Yastık, bavul, çanta mendil, paraşüt, çadır gibi kumaştan yapılmış nesneleri kullanan Culbert nesnenin kendisi ile değil çerçevesi/sınırları ile ilgilenir. Dikiş yerlerinden kumaşı koparıp atan sanatçı, geriye kalan içi boşaltılmış adeta iskelete dönmüş nesneleri duvara çiviler. Üç boyutlu ve uzamda yer kaplayan bir nesneyken duvar asılan dikişler/sınırlar Pip Culbert’in yeniden üretimiyle yeni mekânlar, perspektifler oluşturur. Culbert kullanılmış nesneler aracılığıyla nesnenin belleğini onu kullanan da saklarken, izleyene yeni çerçeveler sunar ve başka hikayeler kurmayı önerir.
Peter Anders’in tığ işi masa örtüleri, fosforlu boya ve belirli aralıklarla yanıp sönen flaş’tan oluşan işi "Gerçek Yalanlar", farklı ülkelerden topladığı dantellerin kolajı olmanın ötesine geçer. Çizgi, Anders’in işlerinde ipliğin olasılıklarını aralar. El emeğinin kendi düzleminde farklı kültürlerde desene dönüşen geleneği Anders’in sunumuyla ortak okumaları, tarihsel, ortaklıkları, kadın emeğini, -gerçek sandığımız yalanları- gözlerimiz önünde patlatır. Çizgiden desene uzanan yolda tığ ve iplik arasında meydana gelen soyut geometrik düzenler, uzamın çizgiye tutunan gerçekliğini zamanlararası bir yerde tutar.
Sandra Boeschenstein’ın duvar desenleri, kendi sözleriyle “düşüncenin izi”. Kısa metinler, tanıdık nesneler, çizgiler ve noktalar birbirini takip eden bir örgüde, bir yandan da bağımsızlıklarını koruyarak çizginin ritminde akıp giderler. Nesneler ve desenler arasındaki bağ kimi zaman kesişir kimi zaman kaybolur. Duvar yüzeyinde çizginin kendisiyle baş başa kaldığı bu işte Boeschenstein sinematografik bir dille çizgiyi desene dönüştürür.
Spaceliner sergisi için ürettiği “Aynanın Dışında” başlıklı işi ile İnci Eviner, video yerleştirmesinde; tarihi bir mekânın içine yerleştirdiği üçgen aynalarla hareketli deseni çoğaltıyor. Eviner’in işlerinin merkezinde yar alan, kimliğin sistemle, siyasal erkle, töreyle, eril söylemle daraltılan ve ötekileştirilen varlığı bu videoda aynalar vasıtasıyla çoğalarak kırılıyor, bölünüyor ve alışık olmadığımız bir düzlemde yeni olasılıkları masalsı bir mucize eşliğinde yeniden üretiyor.
Sergide Gözde İlkin’in “Boğaz Turu” isimli işi İstanbul hakkında içinden geçtiğimiz bir gerçekliği çok renkli bir rüya gibi anlatıyor. Sanatsal üretiminin ilk yıllarında bu yana dikiş eylemi ile yapıtlar üreten İlkin, Boğaz Turu’nda, iğne ve iplikle İstanbul’un başından geçenleri ve başına gelecekleri seslerin ve sözlerin karıştığı bir atmosferle etraflıca anlatıyor. İrkildiğimiz, korktuğumuz, kaçtığımız, bıktığımız ne varsa Gözde İlkin’in kumaşında karşımızda dikiliyor.
Joung Oh’un çizgileri ise sergide çizginin bilgisine dair sorularımızı en yalın haliyle cevaplıyor. Var ile yok arasındaki çizgiler, hem Arter’e dahil oluyor hem de mekânda kendi bağımsızlılarını ilan ediyor. Joung Oh’un iplik, tel, pleksiglas gibi malzemelerden yerleştirdiği çizgileri hakkında, “Boşluğun çizgiyi görünür kıldığı, çizginin de boşluğu işaretlediği olağanüstü heykelleri” demek heyecan verici.
Dikeyler, yataylar, sarmallar, hareketliler, görünürler, görünmezler... Her türlü olasılıkta, sonunda desene dönüşen çizgi ve içinde olduğu uzam hakkında yeni olasılıklar sunan Spaceliner, çizimin sonsuz dünyasını kağıttan kopararak uzama salıyor.
Sergi, 2 Ağustos’a kadar izlenebilir.