24 MAYIS, CUMA, 2024

“Çizim Eylemini Varoluşun Kaçınılmaz Bir Parçası Olarak Görüyorum”

Onur Kaymak ile “Gölgemdeki Anı(t)lar” başlıklı ilk kişisel sergisi, üretim pratiği ve nesne-mekân ilişkisi üzerine konuştuk.

“Çizim Eylemini Varoluşun Kaçınılmaz Bir Parçası Olarak Görüyorum”

Onur Kaymak’ın “Gölgemdeki Anı(t)lar” başlıklı ilk kişisel sergisi Summart’ta izleyicilerle buluşuyor.​Kaymak’ın yakın dönem işlerini belirli tema ve düşünceler etrafında bir araya getiren sergi, sanatçının bedensel ve zihinsel etkileşimi üzerinden nesne ve mekânlara bakışıyla şekilleniyor. Kaymak, terk edilmiş, deforme olmuş, unutulmuş, parçalanmış mekân ve nesneleri üretiminin merkezine alıyor ve tüm bu unsurlar üzerinden ortaya kendisine özgü bir dünyaya bakma hâli çıkarıyor.

İlk kişisel serginiz “Gölgemdeki Anı(t)lar”, Summart’ta açıldı. Serginin başlığından içeriğine, sizin sanat pratiğinizden ön plana çıkardığınız imgelere kadar birçok farklı alanda izleyiciye yeni açılımlar sunduğu söylenebilir. Öncelikle serginin başlığından ve bu başlıktaki “oyun”dan söz etmek istiyorum. Başlığın hikâyesi nedir ve anı ile anıt arasındaki bu bağ, serginin merkezinde kendisine nasıl bir alan buldu?

“Gölgemdeki Anı(t)lar” isminin serginin ismi olmasının yanı sıra benim son yıllardaki pratiğim ve ilgilendiğim kavramlar hakkında da bazı ipuçları veriyor bize. Sergiden iki üç ay önce aslında isim kafamda belirmeye başlamıştı. Sürecin bir parçası olarak ortaya çıkması benim için çok önemliydi. Gölgemdeki ifadesi bir metafor olarak benim yakın çevremle olan ilişkimi ortaya koyuyor esasında. Bu serginin birazcık da kişisel bir yolculuk olduğunu vurgulamak istedim. Nesnenin doğası gereği gölgeleri de hep diplerine düşer ya hâliyle serginin ismindeki gölgemdeki ifadesi benim yakın çevremden referanslarla işler ürettiğimi ima ediyor. Nesne varsa aslında gölge var. Gölge nesnenin varlığına dair bir ipucu veriyor. Gölge ve nesne et ve tırnak gibiler o anlamda.

​An, anı ve anıt gibi kavramlarla oynamaya çalışmak esasında çok keyifliydi benim için. An ne kadar mikroskobik ise anıt da bir o kadar tam zıttının hayalini kurduruyor bize yani büyük olanı çağrıştırıyor. An daha bağımsız ve kişisel iken, anıt bir o kadar ortak olana atıfta bulunuyor. Bu zıtlığın serginin konseptine bir zenginlik getireceğini düşündüm. Tabii, Zeynep Sayın, Ölüm Terbiyesi kitabında bu konulardan çok bahsediyor ve beni motive eden de bu kitap oldu. İsimdeki zıtlık sadece serginin isminde değil aslında imgelerini oluşturduğum nesnelerde de var. Çizimlerimi, her zaman, kırılgan ve kaderleri gereği kaybolmaya mecbur ya da her an değişmek zorunda kalan nesneler oluşturuyor. Hâliyle anıt kavramının tam zıttına doğru formlar bunlar. Anı da aslında an ile anıt arasındaki yolculuğun adı sanırım bir anlamıyla da. Bu hâliyle, anıt kelimesinin serginin isminin parçası olması aslında kişisel olanın toplumsal olanla arasındaki bağının ne olduğunu sorgulamayı amaçlıyor.

Foroğraf: Deniz Tapkan Cengiz

Geçmiş, birçok farklı şekilde kendisine sergide yer bulan özel bir başlık. Nitekim başlıktaki anılarla bu eğilime de vurgu yapılır. Bir malzeme ve düşünce/düşünme alanı olarak geçmiş, sizin sanat pratiğinizde kendisine nasıl bir anlam inşa eder?

Bu soruyu duyunca ilk aklıma gelen, “geçmiş, geçmiş mi acaba?”. Geçmiş bence geleceğin mayasını içinde bulunduruyor. Geçmişi sadece bir nostalji malzemesi olarak kullanmıyorum, çünkü belirli bir şeyin özlemi üzerine takılıp kalmıyorum. Sanki geçmiş içten fokurdayan bir yanardağ gibi doğru anı bekliyor patlaması için ya da sanat özelinde sanatsal bir ifadeye dönüşmeyi bekliyor. Birazcık daha detaylandırmak gerekirse, geçmişin işlerime dahil oluşu şöyle oluyor: Bazen yaşanmışlıkların, gördüklerimizin, duygularımızın hatta bedenimizin de somut olarak kendi dışıyla veya dışarısıyla olan ilişkisinin ardından geriye kalan hisler vardır. Bunların tortuları işlerimi oluşturuyor. İllaki çok büyük deneyimler olmak zorunda değiller bunlar. Ama sanırım en çok gördüğüm, duyduğum ve içerisinde bulunduğum olaylar çalışmalarımın can suyu oluyor. Geçmiş sanki anı olma hâlinden ayrılıp benim zihnimin ve bedenimin dışında bir beden arıyor kendine. Bunun hiç de bir matematiği yok aslında, öngörülen bir durumda değil. Kısacası işlerimde anlar deneyime dönüşüyor, deneyimler anılara, anılar ise anıtlara evriliyor. Geçmişin, sanki bir türlü sadece benim anılarım olarak kalmamaya direnerek bir imgeye dönüşme savaşı diye düşünüyorum kendi işlerimin geçmişle olan ilişkisini düşündüğümde.

Resmetmek, sizin bütün bir sanat pratiğinizi içerisinde barındıran temel bir olgu. Öte taraftan bu pratiği inşa ederken ona gerek teknik gerekse anlamsal olarak yeni boyutlar dâhil etmekten de geri durmuyorsunuz. Bu noktada resmetmek, resmederken belirli bir imge ve düşünceye odaklanmak sizin için nasıl bir anlam ifade ediyor?

Esasında bu konu kendi içinde birçok katmana işaret ediyor. Resmetmek veya çizmek, sanırım kayıt tutma içgüdüsü sonucunda ortaya çıkan bir durum. Tabii ki bu iç güdüsellik hep bir sorgulanmayı ve billurlaşmayı bekleyen de bir mesele. Kayıt tutmak ama neyin kaydını tutacağım? Bu soruya cevap aramak sanırım sanatçının otantik olma sürecini oluşturuyor. Yani ben gözlerimi nereye doğru çevirip, neyin imgesini üreteceğim? Ne kadar ilginç bir soru. Hayatımın belki de en belirleyici sorusu. Atölyede olabilirim, dışarda, şehirde, köyde, denizde fark etmez, beni hep alıkoyan soru ben neyin imgesini üreteceğim oluyor. Bu soru sanatçının bakış açısını çok belirliyor diye düşünüyorum. Süreç içerisinde ben de etrafımı hangi filtreler kullanarak gözlemleyeceğimi öğrendim ve öğreniyorum. Bu nereye gidersem gideyim, dünyanın neresinde olursam olayım, gördüklerimi benzer filtrelerden geçirdiğim için çalışmalar arasında bir bağ oluşuyor. Bir düşünceye ve resme odaklanmak beni çok mutlu ediyor. Konu ve teknik kaygılar zaten hep var, özellikle teknik kaygı beni atölyede en çok terleten konulardan birisi. Teknikten kastım illaki normatif olandan bahsetmiyorum, görüntüsünü oluşturmak istediğim şeye hangi yöntemlerle ulaşabilirim onu vurguluyorum. Resmederken, çizerken konunun medyumla olan ilişkisini göz önünde bulunduruyorum her zaman.

1. Dormant, kağıt üzerine füzen, 85x115cm, 2023
2. Düşüşe Hazırlanış, kağıt üzerine füzen, 80x110cm, 2023
3. Eksik, kağıt üzerine füzen, 270x320cm, 2023
4. Eşikteki Perde, kağıt üzerine füzen,  80x110cm, 2024
5. Yolcular, kağıt üzerine füzen, 85x115cm, 2023
​6. Elin Kayıp Eldiveni, kağıt üzerine füzen,  80x110, 2024

İşlerinizde tercih ettiğiniz teknik ve tekniği uygulama biçimiyle kendinize belirgin bir yol haritası çizdiğiniz söylenebilir. Üretim pratiğinizi nasıl tanımlarsınız ve bu teknik, size düşündüğünüz sahneleri resmetme konusunda nasıl bir imkân sunar?

“Gölgemdeki Anı(t)lar” sergisinin işlerini üretirken kullandığım ana malzemeler füzen ve kâğıt oldu. Bu malzemeler aslında çalışmalarımın tekniğinin ve konusunun bir parçası olmaktan da geri kalmıyor. Teknik, malzeme, konu meselesini biraz irdelemek gerekiyor burada. Yukarıda bahsettiğim gibi bu üçünün arasında bir bağ bulmak benim için çok önemli. Bu bağ sanırım insanın sanat eseri üretmesi için gereken koşulsuz sabrın yolunu açıyor. Aradaki bağlantıları kuramamak zaten yol almamak oluyor. Bunun kolay olduğunu da düşünmüyorum, zaman alan ve her zaman yeniden keşfedilen bir durum.

​Füzen kullanıyorum, çünkü füzenin tozumsu yapısı, kırılganlığı ve güvensizliği işlerimin konusuyla çok bağlantı içinde. Çok uzun süredir füzen kullanıyorum, füzenin o hassas yapısını her ân parmaklarımda hissediyorum ve bu his duygularımı etkiliyor, duygularım da düşüncelerimi ve bu da işlerime yansıyor. Bu döngüyü seviyorum. Zaten sergime konu olan kavramlar da, kimliksiz yapılar, kırılmış, hassas, kaybolmuş, hiç bir değeri olmayan yapılar, sanki varlıkları her ân tıpkı füzenin tozunun kâğıdın yüzeyinde emanet durması gibi hafif ve uçucu. Bu bağlamda medyumla konu arasında bir ilişki de gözettim.

Üretimlerinizde karşımıza çıkan belirli anların, imge ve sahnelerin bize düşündürdüklerinin birçok farklı katmandan meydana geldiğini ifade etmek mümkün. Öyle ki hiçbir zaman tek boyutlu olmayan, hemen her zaman işin içerisine dâhil olan birkaç katmanlı işler bunlar. Peki tüm bu işleri gün yüzüne çıkarırken başlangıçta nasıl bir imgeden, an ve sahneden yola çıkarsınız? Bütün bunlar planlı birer edim midir yoksa her bir resim kendi yolunu mu bulur?

Madem yukarıda füzenden bahsettim, bu sorunuza da kullandığım malzeme olan kâğıt hakkında konuşarak devam edeyim. Kâğıtta füzen kadar hassas bir malzeme. Kendi huyu ve suyu var, onları çok iyi tanıyarak kendi huyum ve suyumla ortak bir noktada buluşturmam gerekiyor. Mesela kâğıt sanki tuvale göre daha narin bir yapıda. Benim kâğıtla olan ilişkimin bilinç düzeyinde bir ilgiye dönüşmesi Bohumil Hrabal’in Gürültülü Yalnızlık kitabını okumamla başladı. Gürültülü Yalnızlık, Prag’da bulunan bir kâğıt geri dönüşüm fabrikasında çalışan Hanta’nın yaşamını anlatıyor. Hanta, monologlarla dolu bir şekilde işçi sınıfının yaşamını ve iç dünyasını detaylı bir şekilde inceliyor. Bazen sanat tarihi, bazen ressamların hayatlarını anlatan kitaplar ve bazen de ucuz dergiler eline geçiyor fabrikada ve onları geri dönüştürüyor. Bütün gün hiç durmadan kâğıt dönüştürme işlemleri ile meşgul. Biliyoruz ki sonrasında geri dönüşen kâğıtlar raflarda beyaz ve boş kâğıtlar olarak yerlerini alıyor. Benim kâğıtla olan sorgulamam burada devreye giriyor. Satın aldığım kâğıtlar gerçekten boş mu? Bunun böyle olmadığını düşünüyorum, o kâğıtlarda binlerce anının biriktiğini biliyoruz. Çünkü Hrabal’in eline binlerce kitap geçiyordu, o hâlde her bir kitabın anısı bizim boş olarak gördüğümüz beyaz kâğıtların içinde. Sanırım kâğıdın aşırı beyazlığı adeta parlak bir ışık gibi gözümüzü kör ettiği için o anılara direkt ulaşmamız zor oluyor. Bu anlamda üzerine çalıştığım kâğıtlara yeni bir hikâye kurmanın yanı sıra onların katmanlar hâlinde birikmiş anılarına eklemleniyormuşum gibi hissediyorum. Bunun yanı sıra karşıma çıkan nesnelerin ve mekânların karakterleri çok belirleyici oluyor bir iş üreteceksem… Sanırım başlangıcı tetikleyen an duygusal tepkimeleri de içinde barındırıyor çoğu zaman. Bunlar adlandıramadığım duygular. Belki mütevazı bir şaşkınlık diyebilirim.

​İşlerimin üretimi bazen planlı oluyor bazen plansız. Her çizim farklı bir yaklaşım bekleyebiliyor ya da füzenin doğal bir malzeme olması onu sistematik kullanmaya izin vermeyebiliyor. O hâlde benim için planın da ötesinde önemli olan şey duygularımı ve düşüncelerimi ifade edeceğim konuları ve imgeleri yakalayabilmek için ayık olmak.

1. Bir varmış bir yokmuş - Once up on a time Kâğıt üzerine füzen, 100 x 140 cm
2. sessiz bekleyiş, kağıt üzerine füzen, 85x115cmcm, 2023
3. Tenhada ki Sohbet,  kağıt üzerine füzen,  80x110, 2024
4. Tenhada ki Sohbet,  kağıt üzerine füzen, 85x115cm 2023
5. Tozdan Bir Denge ll,  kağıt üzerine füzen,  80x110, 2023
​6. Küçücük Anıtlar, kağıt üzerine füzen, 70x155cm, 2023

Sergide yer alan yakın dönem işlerinizde özellikle “mekân” ve “nesne”lere odaklandığınız hemen fark edilir, ki bu iki temel faktör arasındaki bağ da sergiyi biçimlendiren temel olgulara işaret eder. Ele aldığınız mekân ve nesneler arasında yeni bağlar örerken nasıl bir düşünce ile hareket edersiniz? Belirli bir mekânı ve nesneyi sizin için özel ve anlamlı kılan nedir?

Çok yerinde bir soru bu bence. Bunun üzerine bende sık sık düşünüyorum. Mekân ve nesne dediniz, bu sergideki işlerin özelinde sanırım mekân ve nesne olguları birbirinden ayrı kategoriler olmaktan çıkıyor. Sanırım her şey nesneye dönüşüyor benim algımda. Bir binanın dış cephesi de, sokakta bir köşede ve klasik anlamında nesne diyebileceğimiz şeyler de. Önemli olan burada kategoriler ve hiyerarşiler değil, nesnelerin birbirleri ile olan ilişkileri ilginç geliyor. Çizimlerimin odağını yakın çevremdeki nesnelerle ve mekânlarla olan bedensel ve zihinsel etkileşimim oluşturuyor. Nesnelere faydacı bir bakış açısıyla yaklaşmanın ve mekânları yalnızca geçiş alanları olarak görmenin ötesinde, görünürlüklerinin ardındaki yaşanmışlıkların, anıların ve bilinmeyen hikâyelerin portrelerini oluşturmayı amaçlamaktayım. Bu tasvirlerin bende uyandırdığı belirsiz hisler farklı zamanlarda ve yerlerde farklı nesnelere ve mekânlara dair deneyim ve anılarımla iç içe geçen bir bağ kurmaktadır. Bu süreç, kimi zaman kendi çektiğim fotoğrafların kimi zaman da zihnimde canlanan görüntülerin fotografik imgelere dönüşmesiyle somut yaratım sürecine evriliyor.

​Şunu da belirtmem gerekir sanırım, çizimini yapmayı istediğim nesneler bir şekilde gözüme sanki heykellermiş görünüyorlar. Yani bir dal parçası çizerken onun dal yapan detaylardan ziyade onun bir tür mekândaki ağırlığı ilk gözüme çarpan oluyor. Aslında o ağırlık hissini bir şekilde kâğıda aktarmaya çalışıyorum. Sanırım bu beni anıt veya da anıtsal olanla da bir ilişkiye sokuyor.

Ele aldığınız mekân ve nesnelerin hemen her zaman terk edilmiş, bozulmuş, parçalanmış, unutulmuş öğeler olduğu görülür. Öyle ki sanatçı zamana, çağa ve insana yenik düşen tüm bu unsurları ele alarak onlardan yeni birer imge yaratma yolunu tercih eder. Bu aşamada söz konusu tüm bu bozgun unsurlar yeni bir imgeye dönüşürken nasıl bir güzergâhtan geçerek gün yüzüne çıkar? Sizi özellikle bu tür mekân ve nesnelere yönlendiren nedir?

Çizim eylemini varoluşun kaçınılmaz bir parçası olarak görüyorum. Yerde hareket eden bir solucan, geriye görünmez çizgiler bırakan uçan bir kuş, yürüyen insanlar ya da bir yerden bir yere yuvarlanan taş gibi. Varlıkların iz bırakmaları kaçınılmazdır. İz, herhangi bir varlığın belirli bir noktadan geçtiğini gösteren mühim bir bulgudur. Çalışmalarımda, imgelemden veya gerçekte var olan bir görüntüyü çizime aktarmayı, o anın, mekânın veya nesnenin anısını muhafaza etmek olarak algılıyorum. Sanat pratiğimde, çizim, kaybolmaya, dönüşmeye bir anlamıyla da yok olmaya mecbur mevcudiyetlerin arkasından tutulan yas tutma eyleminin aracına dönüşüyor benim için.

0
3541
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage