Günlük hayatlarımızın rutinleşen güzergâhları, Cins’in çizimleriyle görsel bir şölene dönüşüyor. Şehrin sokaklarından galeri duvarlarına taşıdığı mağara, et ve kemik formları ile tanıdığımız sanatçının çalışmalarını, Büyükdere35’te gerçekleşen kişisel sergisinin ardından Kasa Galeri’deki karma sergide izlemiştik.
Günümüzde, grafiti sanatının en bilinen isimlerinden biri olan Cins ile organik formlarla kurduğu ilişkiyi, çalışma metotlarını ve önceki çalışmalarıyla rengârenk mağaralara açılan bir yolun hikâyesini konuştuk. Türkiye’de grafitinin geldiği noktayı ve sanat kurumlarının bakış açısını da Cins’in yorumlarıyla değerlendirdik.
Grafik tasarım ve görsel iletişim alanında eğitim almışsınız. Günümüzde, grafitinin sokak kültürünün bir parçası olmakla birlikte sanatın kurumsal alanlarında yer bulmasında eğitimli olmanın etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Bu durum size ve çalışmalarınıza bakışı nasıl etkiliyor sizce?
Grafitinin galerilerde ve yayınlarda yer alması aslında 70'lerde New York’ta patlayan hareketle birlikte oluşmaya başlamıştı. Ülkemizin grafiti ile tanışması ve üzerine konuşulmaya başlaması bahsettiğiniz gibi o kadar da eskilere dayanmıyor. Yeni yeni sokaklarda kaliteli işlerin çıkması bu tür alanlarda da sokak sanatçılarının boy göstermesini beraberinde getirdi. Grafiti sanatçıları genelde yaş ortalaması daha düşük kişiler tarafından oluşuyor. Bu gençler hayata atıldıklarında farklı mesleklerle uğraştıkları için grafiti genelde arka planda kalıp zamanla yok olan bir olgu hâline geliyor. Bu işi bir meslek hâline getirenlerin ise genellikle bir sanat eğitimi aldığını görüyorum. Bu eğitim kısmı aslında grafiti ile ilgilenmek için kesinlikle şart değil ama sürekliliği korumak ve üretim çeşitliliğini artırmak için eğitimin etken olduğunu düşünüyorum. Galeriler bir sanatçı ile çalışırken eğitim durumunu ne kadar göz önünde bulunduruyor. Çok emin olamıyorum ama sanatçının kendini geliştirmesi, okul ortamında farklı yeni sanatçılarla, hocalarla tanışmasının bir okulda okumanın en önemli unsurları olduğunu düşünüyorum.
Eserlerinizde sürreal bir hava var. Sürrealizmi bir arayış sonucu mu yoksa doğaçlama olarak mı gratifi alanına taşıma fikri oluştu?
Sürrealizm beni etkileyen ve besleyen akımların başında geliyor diyebilirim. Yaptığım çalışmalar veya sokakta üretim yapmam, bir fikir veya plan ile gelişmedi. Sokakta boyamaya başlamam lise yıllarına dayanıyor. Ve kendimi bildim bileli çizim yapıyorum, bu yollar kendiliğinden kesişti diyebilirim. Ne çiziyorsam duvarlara da onları boyamaya başladım. Birilerine benzemek, bir akım ile anılmak pek istediğim bir durum değil. Sadece çalışmalarımda anlatmak, paylaşmak istediklerimi yansıtmaya çalışıyorum.
Kemik, mağara, organik formları bilinçaltınızda "korku" ve "kaçmak" kavramları ile de özdeşleştirebilir miyiz?
Buna hayır demem pek doğru olmaz. Ama direkt olarak da bunu yansıtmak istiyorum dememle de fazla genelleme yapmış olurum. Bahsettiğiniz bu kavramlar çalışmalarımın birçoğunda karşınıza çıkabilir. Yapmış olduğum çalışmalardaki hikâyeler, hisler ve durumlar aslında ilk etapta kullandığım renkler itibarıyla göründüğü kadar renkli değiller. Ama her yaptığım çalışma da aynı metotla ilerlemiyor, kimi zaman bilinçaltımı serbest bırakıp boş yüzeye aktarmaya çalışıyorum, kimi zaman da çalışmaların hikâyesi, daha belli ve daha planlı bir şekilde ilerliyor.
Mamut Art Project ile sanat piyasasındaki sokaklara el attığınızı görüyorum. Dâhil olma süreci ve bu platformun size kattıklarından bahseder misiniz?
Mamut Art Project’e katılmadan önce de çeşitli karma sergilerde yer alıyordum. Mamut’un benim için yeni olan tarafı ilk defa birçok işimi aynı alanda yan yana sergileme imkânı tanımasıydı. Ufak bir kişisel sergi gibi bir düzenleme yapmıştım. Birçok izleyici ile de bu şekilde tanışma fırsatı buldum. Benim çalışmalarımı önceden tanıyan birçok kişinin ise sadece duvar üretimi yaptığımı bildiklerini, atölye üretimlerimden haberdar olmadığını fark ettim. Bu açıdan güzel bir tanışma, izleyiciyle atölye pratiklerimi de paylaşmak açısından gayet iyi bir deneyim oldu.
Mixer’in katıldığı STROKEART Fair Münih’e giden sanatçılardan biri oldunuz. Diğer sanatçılarla işlerinizi yan yana koyduğunuzda, bu gruptaki eserlerde sizin çalışmalarınızı farklı ve ortak kılan özellikler neler olmuştu?
Bu fuar, içerik olarak daha çok dünya genelinden sokak sanatçılarının ve bu alana tarz olarak daha yakın olan sanatçıların katılımından oluşuyor. Daha çok baskı ve resimlerin yer aldığı bir fuar. Ortak olduğumuz nokta her ne kadar coğrafya olarak her sanatçı farklı yerlerde olsa da bir çoğumuzun sokakta da üretim yapıyor, bir kültürün parçası olması. En büyük farklılık ise ülkemizdeki gibi hâlâ yeni bir olgu olarak karşılanmaması, yıllardır süregelen bir fuar. Sadece sokak sanatı sergileyen birçok galerinin katıldığı, artık bir aile hâlini almış bir oluşum.
Popüler bir sokak sanatını galeri ve diğer sanat kurumlarına taşıdınız. Eserlerinizi sokak ve sanata yönelik platform (sergiler, yarışmalar, projeler vb.) bağlamlarında ele aldığımızda, okumalarda farklılıklar görüyor musunuz? İzleyicinin eserlere yaklaşımını kıyaslayabilir misiniz?
Tabii ki farklılıklar var. Çalışmalarımda ne kadar sokak ve atölye üretimim arasındaki paralelliği korumaya çalışsam da aynı şey değiller. En basitinden sokaktaki çalışma var olduğu sürece o sokağa ait olmuş oluyor ve önünden, yanından geçen herkese. Diğer tarafta ise bu durum pek söz konusu değil. Galerilerde işlerimi sergilemem benim bu alandaki devamlılığım için gerekli bir platform. Üretilen işler aynı çizgiyi, dili korusalar da izleyiciyle olan ilişkisi bambaşka olabiliyor. Buna yol açan en önemli faktör ise boyut. Bir bina cephesindeki çalışmamın etkisi, aynı çalışmayı bir tuvale yaptığımdakinden farklı. Belki bu okuma kısmı fotoğraf üzerinden iki işi yan yana koyarken paralellik gösterebilir ama duvar üzerinde canlı görmek tamamen etkisini değiştirecektir. Tabii her iki üretim de birbirini besleyen şeyler. Tuval olmadan duvar olmaz mesela. Atölye üretimleri kendimi geliştirmek, yenilemek açısından benim için olmazsa olmaz.
Sokaklarda, duvarlarda çalışmadan önce atölyede denemeler yapmak sizin için neden önemli?
Sokağa da çizim yapabilmek için mutlaka bir yerlerde (atölye olur – ev olur) çalışma yapmanız gerekiyor. Çalışmalarımda kendimi ne kadar serbest bıraksam da görsel olarak daha grafik ve temiz bir dilim var. Bunu oluşturmak için de disiplinli ve planlı olmak gerekiyor tabii. İnanın büyük bir mural çalışması yapmak daha çok disiplin gerektiriyor benim için. Tabii bu durum sokakta da üretim yapan her sanatçı için aynı olmayabilir. Çalışma tarzı biraz da sanatçının ortaya koyduğu imgeyle doğrudan ilişkili diye düşünüyorum. Bir tuval veya kolaj çalışması yaparken ki çalışma disiplinim ne kadar değişiyorsa, duvar üzerinde de farklılıklar oluyor.
Galeri gibi platformların beğeni algısı, zaman içinde çalışmalarınızın biçim ve içeriğini etkileyebilir mi sizce, ne düşünüyorsunuz?
Bu durum her sanatçının içinde bulunduğu, kafasını kurcalayan bir durum sanırım. Şu ana kadar benimsediğim dili ve anlayışı, beğenilmek kaygısı ile değiştirmem. Zaten çalışmalarımı beğenen ve takip edenlerle de bu bakış açım ve çizgimle bir bağ kurduğuma inanıyorum. Dilim kendi içinde evrilebilir, dönemsel olarak yenilikler mutlaka olmalı ama bu durumu da belirleyecek en önemli etmen, kendi tatminim olacaktır.
Art50.net platformunda da görüyoruz sizi. Online platformların grafiti sanatına bakışını, sizin gözlemlerinizle dinleyebilir miyiz?
Aslında online platformların normal bir galeriye göre bakış açılarını çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Art50 de yapı itibarıyla her ne kadar online bir platform üzerinde kurulu olsa da çeşitli alternatif mekânlarda karma sergiler düzenleyen, izleyicinin çalışmaları birebir ve yakından da görmelerine olanak sağlayan bir oluşum. Ben kendi açımdan çalışmalarımın izleyici ile buluşmasını önemseyen birisiyim, belki sokakta üretim yapmamın en önemli unsurlarından biri de budur. O yüzden bu tür online platformlara da kapalı değilim, benim çalışmalarımla daha önce hiç karşılaşmamış birisiyle de tanışma fırsatı sağlayabilir diye düşünüyorum.
Yakın zamanda sona eren Büyükdere35'teki "Mağaralar" serginizi sorayım. Eserlerinize olan ilgiliyi ilk serginizle kıyaslarsanız, nasıl bir fark hissetiniz?
İlk sergim tam anlamıyla bir tanışmaydı. Hâlâ da bu tanışma devam ediyor diyebilirim ama çalışmalarımı bilen ve tanıyan kişiler umarım bu sergide yeniliklerle karşılaşmışlardır.
Son olarak, Türkiye’de grafiti sanatını nasıl görüyorsunuz? Bu alana yaklaşımı ve ilgili kişileri yurt dışı ile kıyasladığınızda neler gözünüze çarpıyor?
Son yıllarda çok büyük bir ilgi ve bu alanda üreten sanatçıların artışı var. İnsanlar grafitiye daha hoşgörülü olmaya başladılar sanırım. Tabii bu artışta sosyal medya etkisi inanılmaz derecede büyük. Eskiden işlerin altına imza atılırken artık instagram hesapları yazılıyor. Bu, üzerine ayrıca tartışılabilecek çok uzun bir konu. Yurt dışı ile karşılaştırdığımda maalesef biraz özgünlükten uzak olduğumuzu düşünüyorum. Bu durum da aslında sosyal medya etkisiyle paralelmiş gibi geliyor. Daha kolay tüketilecek, herkesin alışkın olduğu çalışmalar yapılıyor. Hem tarz olarak hem de içerik olarak, var olan trendlerin paralelinde işler üretiliyor, sanki yeni yapılan çalışmalar sokak için değil de sosyal medya için yapılıyormuş gibi geliyor. O yüzden biraz ruh kaybı varmış gibi hissediyorum. Bu bahsettiklerim bütün sokakta üretenler için değil tabi ki de kendine has tarzı olan bu olaya kafa yoran çok fazla sanatçı var ve artmaya devam ediyor.