16 ARALIK, PAZARTESİ, 2019

“Çocukken Neden Duvara Bakıyordum?”

Umut Kambak, Bilsart’ta gerçekleşen kişisel sergisi “Autre” ile 4 Aralık’ta izleyiciyle buluştu. Sanatçının önceki çalışmalarında öne çıkan toplum, kent olgusu, yıkım ve bellek kavramları “Autre”de daha kişisel ve bastırılmış duygularla, bu kez beden ve dil imgeleri üzerinden şekilleniyor.

“Çocukken Neden Duvara Bakıyordum?”

“Çocukken neden duvara bakıyordum?” sorusu, bu serginin temelini oluşturuyor aslında. Sanatçı, sırtını döndüğü evin duvara bakan manzarasında, gördüğü ve yaşadığı yıkımların izlerini bu kez Bilsart’ın duvarlarında ve “Autre” sergisiyle yansıtıyor. Üretimlerinde aşılması çok zor, belki de en görünmez ve gizli kalmış, söylemediklerimizin ördüğü duvarlara rastlıyoruz. Hissettiğimiz gibi olmaya ve görünmeye davet eden “Autre” üzerine sanatçının kendisiyle sohbet ettik.

Sergi için nasıl bir hazırlık süreci geçirdin?

Doğup büyüdüğüm Zeytinburnu’nda yıkılan bir evim ve mahallem var. Orası yıkılmadan önce bir döküman olarak buradaki insanlarla röportajlar yaptım, videolar ve fotoğraflar çektim. Bir noktada bu çalışmayı bıraktım ve sonrasında ne yapabilirim diye düşünürken, o dönemler seramik eğitimi de aldığım için, benim orada aidiyet duyduğum bir malzeme var mı diye düşünmeye başladım.

​Ben bir duvara bakarak büyüdüm, odamın manzarası bir duvardı. Çocukluğumdaki duvarı aşındırmaya başladığımda içindeki tuğlaya ulaştım. O tuğla benim kentteki nesnem, aidiyet malzemem tuğlaya dönüşmüş oldu. Tuğla da seramik bir nesne olduğu için aslında beraber devam edeceğim, üretim malzemesini de bulmuş oldum. İlk örneklere tuğla delikleri üzerinden çalıştım ve onların gündelik yaşama, kente ve insana nasıl baktığı üzerine odaklandım. 

Yıkımdan sonra aklımda kalan nesne örneği teldi ve bir süre sonra onlar üzerinde çalışmaya başladım. Çünkü tel, bana göre, çok hayali bir nesne ve üzerine ışık yansıdığında yalnızca gölgesini ortaya koyarak onunla kendini gösteren bir malzeme. Bu bağlamda kendi başına bir tür var olma - olmama meselesine güçlü biçimde işaret ediyordu.

​​Bu süreçler değişim ve dönüşüm yaşarken Lacan ve Freud bağlamında “Ben çocukken neden duvara bakıyordum?” sorusunu düşünmeye başladım. Duvara baktığım nokta pencere, evin sınırı aslında. Evin en dış sınırındaysam ve pencereden dışarı bakıyorsam, bu sefer bakış açımı değiştirerek evin içine bakmaya başladım. Fark ettim ki evdeki sıkıntılara sırtımı dönüyormuşum. Dışarıyla sorunumu halledebildikten sonra evin dışına çıkıp bu kez içeriye bakmaya başladım.

Dışarıyla hallettiğin bir sorundan içeriye yöneldiğini belirtiyorsun, bu dönüşümün yansımasını eserlerinde görüyor muyuz?

Diğer işler içerden dışarıya baktığı için bu dönüşümü daha net görüyoruz. Örneğin; bir şehir, yol ya da dağ görüntüsü senin aidiyet kurman için dışarda aradığın noktalara karşılık geliyor. Bir süre sonra aidiyetinin içinde olduğunu fark edince bu kez kendine dönmeye başlıyorsun. Bir yerde varsın, alanın var ve aidiyet kurmuşsun, bu noktada derdin oradaki insanlar olmaya başlıyor aslında. Egondan sıyrılarak dışarıya baktığın ve oranın derdini dert edindiğin bir süreç oluşuyor.

​Özellikle bir üretim yapıyorsan ve ortaya koyma çabasındaysan, içinde olduğun durumları birtakım filtrelerden geçiriyorsun. Geriye, sana kalan ne varsa onu yansıtıyorsun üretimlerine. O aşkınlığı yakaladığın noktada bir şeyleri ortaya koyabiliyorsun. Siz nesne çalışırken özne de çalışıyorsunuz aslında. Şehir çalışırken birey de çalışıyorsunuz ve şehrin derdini çözerken bireyinkine de değiniyorsunuz. Bu değişim onun etkisi. Nesne-kent çalışırken birey de çalışıyordum ancak fark ettim ki tuğla, çamur ve beton gerçekte aynı şey. Nitekim duvarı aşındırırken insanı aşındıramıyorsunuz. Kendinizle oynamak hem çok kolay hem çok zor ama onu aştıktan sonra bu iş çok kolaylaşıyor. Nitekim aynı süreci başkasıyla yaptığınızda ona dokunmak ve onu aşmak da çok tehlikeli ve zor bir süreçmiş.

Autre’nin başlangıcı şöyle; insan eğer bir nesneyse gördüğünüz şeyle karşı tarafın içinde bulunduğu durumun bambaşka olduğunu anlıyorsunuz. Karşı tarafla konuştuğumda gerçekten de böyle olduğunu, kimsenin hissettiklerini tam olarak söyleyemediğini fark ettim. Ailesiyle yaşadıklarını bastırırken bu durum onları olumsuz etkilemiş ancak kimse sormadığı için hiçbir zaman anlatamamışlar. Kanaatler sosyolojisine göre sosyal bilimler günümüzde toplumsal tip oluşturamaz ancak görsel işitsel sanatlar bunu yapabilir. Bir tip oluşturabilmeniz için onu hissetmeniz gerekir, örneğin yoksulluk vardır ama hissetmezsiniz o yoktur. İşin sırrı bu galiba ve burada ben yokum artık, başkaları var. 

Çalışmalarındaki bireyler aslında çok özel, gizli kalmış yönlerini hem seninle hem de izleyiciyle paylaşıyorlar. Bu noktada olabildiğince iyi yönetmen gereken bir süreç yaşanıyor. Merak ediyorum nasıl bir yöntem izledin, neleri deneyimledin?

Aslında çalışmalardaki 6 kişi öncelikle benim bastırdığım şeyleri biliyorlar. Bastırdıklarımı, söylemek isteyip de söyleyemediklerimi onlara önce ben anlattım. İşlerimle evrilen ve değişen dilimle de söylemek istediklerim aynı şey artık. Sonrasında onlar sana açılıyorlar tabii ki.

​Bir kısmı yakın çevremden ve bir kısmı da değil. “Benim söyleyemediğim bir şey var, sana şimdi onu söyleyeceğim ve aslında üretimde yapacaklarımı öncesinde seninle yapmış oluyorum.” şeklinde başlayan, benden gelen ve içsel bir paylaşımla başlıyor her şey. Kendimle ilgili olanı anlattıktan sonra onları düşünmeleri ve karar vermeleri için birkaç hafta yalnız bırakıyorum. İşin en temel kısmı bu çünkü onları kendilerini düşünmeye sevk ediyorsun. Ben de dönüş aldıklarımla yola devam ettim.

Bir şeyin gerçekliğini görmek için ona dair bir imaj talep ederiz. Bir şekilde gösterilebilir olduğu ve “neden olmasın?” dediğim için bir araya geldi bu çalışmalar. Söylemek istediklerini sıradan, düz bir kâğıda yazmalarını ve aynı şekilde bir zarfa koymalarını rica ettim. Sonrasında hepsini bir torbada topladık. Kimin yazısı kime ait bilmiyorum tabii ve katılımcılara kime ait olduğunu bilmediğim bu yazılardan bir kısmını yüzlerine yansıtıp yansıtamayacağımı soruyorum. İsterim derse onunla benim aramda oluşan bir sorumluluğun sonucu oluyor. “Kimi ne kadar iyi tanıyoruz?” sorusunun yanıtını arıyorum ve bu noktada izleyiciye de büyük bir pay düşüyor belki de.

​“Neden” ve “Kafes” yazan yüzlerde, her iki kelimede de font farkı görülüyor. Bazıları tam görünmüyor, bulanık. Akışın, düşüncenin net olup olmamasıyla ilgili bir durum bu. Aynı şekilde font farkı da her bireyin bakış açısı ve düşünme biçimindeki farklılığa gönderme içeriyor. Özellikle Kafes adlı çalışmam, tellerin video hâli. Bizi düşünce olarak tıpkı teller gibi boğan, nasıl daha yorucu hâle getiririm sorusunun cevabını veriyor bu çalışma. Diğer iki iş birbirini takip ediyor aslında yüzü bir kafes gibi örten yazılarla kaplı olduğundan fontları da ona göre şekillenmiş durumda.

Çalışmalarını video disipliniyle yansıtma nedenin nedir?

Video izlemekten çok sıkıldığım için video yapmaya başladım aslında. Bir yüzey, bir hareket var ama o video ne anlatıyor diye sorduğum çok oldu. Bu nedenle araya bir malzeme koyup göstermeye başladım. Önceleri çektiğim fotoğraflar ve videolar tek başlarına bana çok kuru, eksik geldiler. Ben de göstermek istediklerimi olabildiğince göstermeyeceğim şekilde anlatmak istedim ve videoyla izleyici arasında malzemeler yerleştirdim. Normalde bir bilgisayar programıyla yapabileceğin şeyi mekânda yaparak orasıyla videoyu birleştirdim. Dolayısıyla mekâna işaret etmeye başladığım bir süreç başlıyor. İzleyici katılımcıya dönüşüyor ve baktığınız şeyin içine girmeye başlıyorsunuz. Video bir aynadır ve izleyici de bir ekrandır. Karşılıklı bir ilişki var ve siz o videonun hem içindesiniz hem de dışında. Bu bağlamda videoda gördüklerimiz aslında izleyiciye tuttuğumuz bir ayna gibi.

Günümüzde “gündüz kuşağı” altında, herkesin paylaşamayacağı yaşam öykülerine yer veren yayın içerikleri bulunuyor. Söz konusu yayınlarda gösterilen duygular, izleyiciyi empati kurmaktan uzaklaştıran ve onların git gide metalaştığı bir boyuta sürükleniyor. Bu bağlamda toplumun, görsel - işitsel araçlarla maruz kaldığı hissizleşme etkisi, videolarınla kurulan ilişkiye nasıl yansıyor sence? Sanatın empati gücü bu noktada açığa çıkıyordur belki de.

Godard “Televizyon sinemanın yarattığı büyük günahıdır.” der. Tam olarak böyle bir başlangıç söz konusu. Vertov’un başlattığı akımla sinema, bir ideoloji - propaganda için üretildi. Kameralar önceleri yalnızca savaşlarda kullanılırken sonrasında gündelik yaşamın içine girdi, bir sivilleşme hareketiydi bu aslında. Videonun gündelik hayata karışması ve “görüyorum” çabasıydı. Yakın birilerinin gösterdiği ve yaptığı bir şey video. Aynı şekilde evin dışında olan bir hadise de senin dışında gelişen, birilerinin gösterdiğidir. Özellikle metropol yerlerde çok bıkkın karakterler vardır. Eve gelen karakter aynı baskıyı evinde uygular çünkü onun baskı alanı da orasıdır. Dolayısıyla içeride ve dışarda hep bir baskı söz konusudur. Senin dışında gelişen bir hayat deney laboratuvarına benziyor, bir fare gibi içeridesin ve sürekli kovaladığın bir şey var. Bu durumu kırma çabası işlerim ve hepsinde bir çatlak, aralık oluşturma gayesi var. Bunu kullandığım için televizyon, bizim en büyük günahımız. Ancak savaştan kurtardığımız bir malzemeyi de televizyona devrederek kötülüğü devam ettirmiş oluyoruz. Dünya zaten kötü bir yer aslında ve bu işler de dünya kötü olduğu için ortaya çıkıyor bana kalırsa. Konuştuğun her yüz sana doğru olanı söylemiyorsa kötü bir dünyadasındır hatta olamadığın bir dünyada. Senin sonsuz bir evrenin var ancak insan “olmadığı bütün dünyaların sonucudur.” Bu işler insanların olamadığı dünyaların sonucu olarak karşımıza çıkıyor.

İşlerinde “yıkmak” kavramı çok öne çıkıyor. Empati kurmak yapıcı bir yaklaşım olarak algılanırken senin yıkımla empati kurmaya çalıştığını düşünüyorum. Neden bu kavram üzerinden gidiyorsun?

“Bir yıkım neyi inşa eder?” Benim mantığım oradan çıkıyor. Hiçbir şey yıkılmaz değil, bir ülke de bir insan hayatı da böyle başlar ve biter. Bunu bilerek yaşıyoruz aslında. Madem hayatın bir sonu var neden bu kadar telaşlıyız? Orada kurtarmak istediğimiz başka şeyler var çünkü. Anılar, temas kurulan, sizi siz yapan şeyler var. Bir pencere kulpu var mesela, açıp kapattığın ve sana ait olan bir pencerenin kulpu o. Bunu kaybettiğin noktada insanlıkla ilgili bir şeyleri kaybetmiş ve anlamını yitirmiş olursun. Umut ilkesi ve yaşama gayesi estetikle çok ilişkili çünkü her şeyi anlamlandırdığımız bir süreçteyiz. Hayatlarımızı devam ettireceğimiz bazı işaretlere ihtiyacımız var. 

Son olarak, Bilsart’la yollarınız nasıl kesişti?

Bilsart bizim için kurtarıcı gibi. Bu coğrafyada anlaşılması zor bir şey yapıyorsanız o zaman bir araya gelmeniz gerekiyor çünkü tek başınıza gerçekten kolay değil bu işler.

Öncesinde konuştuğumuz gibi, işlerimde video mekânla ilişki kuran, oraya işaret eden bir yapıya sahip. Bunları düşündüğünde işlerin nerede sergileneceğini de düşünüyorsunuz. Ben video - yerleştirme türünde üretimler yapıyorum. İnsanlar “Bir USB veriyorsunuz ve sergiliyorsunuz, ne var ki?” diyor. Diğer türlü bir tuval de çivi alınıp takılan bir şey ona bakarsanız. Bu noktada daha çok eylem var aslında. İşlerim yalnızca mekânın duvarlarıyla etkileşime girmiyor mesela. Ona yansıyacak yerle de ilgili ve bu nedenle mekânı bütünüyle bilip hissetmek bu tür işlerde çok önemli. Zorluğu çok olan bir iş bu ve ben bu konular üzerinde düşünürken arkadaşım Bilsart’tan bahsetti. Yalnızca konuşmak yetmez; fikirlerin dolayısıyla işlerin de hareket etmesi, görünmesi gerekiyor. O yüzden Bilsart benim için çok heyecan verici bir yer. BASE’te de görüşmüş olduk ve plan - programımızı yapmaya başladık.

​Bu mekân eskiden Bilsart’ın garajıydı. Bu durum çok önemli çünkü yapmak-yıkmak hadisesinin öne çıktığı bir boyut söz konusu. Öyle mekânlar var ki ne yapsanız o etkiyi vermez bazen. Nitekim buradaki dönüşüm çok güçlü ve etkili çünkü bir garajın galeriye dönüşmesi, Zeytinburnu'nunda

yaşadığım yerin dönüşümüyle çok iç içe benim için. Bu durum bir yeri, bir şeyi güçlü hâle getirmektir. Buradaki tüm akslar, kolonlar tüm işin görünürlüğü etkiliyor. Dediğim gibi, böylesine bir dönüşüm nerede ve hangi amaçla olursa olsun çok önemli benim için. Bu nedenle Bilsart’a bir kez daha teşekkür ederim.

0
12262
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage