Karşı kıyı, göç, mübadele, Ege... Yunanistan ve özellikle Midilli adası bizim için bu kavramlardan çok daha fazlasını ifade ediyor belki de. Ortak bir geçmiş, paylaşılan kültürler... 31 Eylül tarihinde Midilli adasında açılan ve Elgiz Müzesi Daimi Koleksiyonu’ndan oluşturulan “Geçiş Çizgileri (in medias res)” ise bu kavramları ve hatta daha fazlasını kişisel bir serüvenle tekrar ortaya çıkarıyor. Biz de serginin küratörü Başak Şenova ile “Geçiş Çizgileri”, Elgiz Ailesi ve Midilli adası arasındaki bağ, bellek ve algı üzerine konuştuk...
“Geçiş Çizgileri” sergisinin küratörlüğünü üstleniyorsunuz. Sergide Elgiz Müzesi’nin daimi koleksiyonundan seçilen yapıtlar yer alıyor. Eser seçiminde odakladığınız nokta neydi?
Elgiz Koleksiyonu üzerine araştırmamı sürdürürken, küratöryel araştırma ve üretim çizgimle koleksiyonda işlenen bazı temaların örtüştüğünü fark ettim. Sergi bu eşleşmenin bir sonucu olarak gelişti ve serginin içeriği zaman içinde ortaya çıktı. “Geçiş Çizgileri (in medias res)” sergisi, koleksiyondan hareketle, bellek ve algı üzerine bir seçki. Sanatçılardan ziyade kişisel anlatılar, farkındalıklar, psikolojik ve bilişsel tanımlamalara dayalı işlerin birbirleriyle kurabilecekleri ilişkiler ve zıtlıklar üzerinden hareket ettim.
Koleksiyonun ilk durak noktasının Midilli’deki Halim Bey Konağı olmasının özel bir sebebi var mı? Mekânın sizin için önemi neydi?
Benim için sergiyi kurgulama sürecinin başlangıç noktası, bugün Midilli Belediye Sanat Galerisi olarak kullanılan Halim Bey Konağı’dır. "Halim Bey Konağı" olarak bilinen galeri, adanın Osmanlı mimari mirasının bir örneği. Sergi bağlamında bu konağın en heyecan verici ve ilham verici özelliği ise duygusal içeriği: Can Elgiz’in büyük dedesi Halim Bey bu konakta doğmuş ve büyümüş. Bina ve sergi kaçınılmaz olarak insani bir bileşen üzerinden nesilleri birbirine bağlamakta.
Sergiye bir de sizin editörlüğünüzde hazırlanan ve serginin seyrini belirleyen bir kitap eşlik ediyor. İzleyici bu kitapta ne bulacak?
Sergiye ev sahipliği yapan Halim Bey Konağı’nın hikayesi, Elgiz Kolesiyonu’nun Midilli’de bir sergiyle yer almasının arkasındaki niyetle birlikte bu kitabın tarihsel çerçevesini oluşturuyor. Kitabın ilk bölümü Can Elgiz’in sanat yapıtları toplama arzusu, Elgiz Ailesi Koleksiyonu, Midilli Adası ve konağın önemini açıkladığı metinle açılıyor. Daha sonra bu bölüm Stratis Balakas’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki Midilli Adası ve adalı olan Kulaksızoğlu Ailesi üzerine yazdığı kapsamlı bir metin ile İlber Ortaylı ve Ömer Madra’nın ada ve konak üzerine yazdığı metinleri bir araya getiriyor.
İkinci bölüm, projenin gelişim sürecini, serginin küratörü olarak benim uyguladığım, mekânsal özelliklerin ve imlerin şekillendirdiği küratöryel yöntembilimi, kavramsal çerçeveyi, sanatçı yapıtlarını seçim sürecini ve serginin mekânsal tasarımını açıklıyor. Üçüncü bölüm sergide yer alan sanat yapıtları ve sanatçılar hakkında bilgi verirken, son bölüm sergi açılışını sosyal ve kültürel bir eylem olarak belgeliyor.
Sergide birbirinden değerli isimler bulunuyor. Ancak isimlere göz atınca ilk dikkat çeken Cindy Sherman, Azade Köker, Hale Tenger, Tracey Emin, Gülsün Karamustafa, Nilbar Güreş, Özlem Günyol, Rebecca Horn, Tomur Atagök, Hera Büyüktaşçıyan gibi güçlü kadın sanatçıların varlığı. Siz eser/sanatçı seçiminde böyle fark göz ettiniz mi? Sergide yer alan kadın sanatçıların sizin için önemi nedir?
Daha önce de söylediğim gibi çıkış noktam aslında işlerdi, ancak kadın sanatçılar üzerinden seçkiye baktığınız zaman elbette özellikle benim yıllardır üzerinde çalıştığım konularla örtüşen işler üreten çok güçlü isimlerin bir araya geldiğini görüyorsunuz. Bu isimlerin bazılarıyla daha önce çalıştım, bazılarının üretimleri üzerine yazılar yazdım, bazıları ise yakın takip ettiğim isimlerdi. İtiraf etmek gerekirse, bu isimlerin hepsinin sanat üretiminden haberdardım ancak geriye kalan sanatçılar arasında koleksiyon üzerinden dikkatimi çeken ve daha önce bilmediğim isimler oldu.
Elgiz Müzesi daimi koleksiyonunda yer almayan iki konuk sanatçı ile sergiyi genişletmeyi tercih ettiniz. Bu sanatçılardan ilki Benji Boyadgian...
Benji Boyadgian’ın işi Geçiş Yolu, 2015 yılında Lefkoşa’da Akdeniz Avrupa Sanat Derneği (EMAA) ve Rooftop Tiyatro Grubu tarafından gerçekleştirilen ve küratörlüğünü Sloven küratör Alenka Gregoriç ile birlikte üstlendiğim 10 günlük bir atölye çalışması ve rezidans programı olan “Sınırların Ötesine Adım Atmak” projesinde üretilmişti. İş bir video anlatı olarak doğudan batıya doğru bölünen Kıbrıs adasını, güneyden kuzeye bir çizgi çizerek, geçen sanatçının yolculuğunu anlatıyor. İkizburun’u Koruçam Burnu’nu, Trodos Dağları’nı, yeşil çizgiyi ve son olarak Beşparmak Dağları’nı geçen sanatçının, bu yolculuk sırasında aldığı notları ve düşünceleri çizimlerine eşlik ediyor. İş yapay bir şekilde belirlenmiş sınırların anlamını sorguluyor.
Peki Hera Büyüktaşçıyan’ın çalışmalarını sergiye dahil etmeye nasıl karar verdiniz? Bu çalışmanın detaylarını bizimle paylaşabilir misiniz?
Hera Büyüktaşçıyan ise, işini özellikle bu sergi için üretti. Büyüktaşçıyan’ın 1922’deki mübadeleye referansla ürettiği iş adını eski bir Yunan atasözünden alıyor: “Deniz onlara verdi ve deniz verdiklerini geri aldı”. Sanatçı, Ayvalık’ta terk edilmiş bir Rum evininin kalıntılarından alıp, dönüştürdüğü mimari bir ögeyi, deniz yoluyla Midilli’ye götürüyor.
Sergiyi kurgularken nasıl bir amaçla yola çıktınız?
Halim Bey Konağı, 1994 yılında bir “beyaz kübe” (çağdaş sanat galeri alanına) dönüştürülüp, Belediye Sanat Galerisi olarak kullanılmaya başlanmış. Serginin çıkış noktası konak olduğu için, serginin önceliği ve niyeti bir yaşam alanı olarak konağın 'kimliğini' korumaktı.
Serginin mekânsal olarak tasarlanma süreci nasıl gelişti peki?
Serginin tasarım sürecinde, beyaz küp atmosferini kırmak ve konağı geçmişle bugün arasında bir geçiş aracı olarak kullanmak için, iki strateji üzerine çalıştım: (i) yapıtları kişileştirerek konağa yerleştirmek ve (ii) mekâna bazı mobilyalar eklemek. Buna göre, iki hol, yedi oda ve bir geniş merdivene yayılan sergideki yapıtların sayısını sınırlandırdım —bu yapıtlara sanki konakta yaşayan karakterlermiş gibi yaklaştım.
Sergiyi gezerken daha da iyi anlaşıldığı üzere eserlerin arasında ya içeriksel açıdan ya da biçimsel açıdan bir bağlantı söz konusu. Aynı zamanda konakta eserler dışında bulunan eşyaların da bir geçmişi ve konakla bir bağı olduğu fark ediliyor. Bu bağlantıyı bize anlatabilir misiniz? Örneğin eserlerin konağın farklı odalardaki konumunu nasıl belirlediniz?
Elgiz Ailesi’yle birlikte bir süre araştırdıktan sonra, adanın en ünlü antikacısı Dimitri Demerzis’den bir zamanlar bu konağa ait olan bazı mobilyalar bulduk ve bu parçalar konağa geri taşındı. Midilli Belediye Sanat Galerisi’nin “Tarihi Osmanlı Sandıkları” koleksiyonu da sergide kullanıldı.
Konaktaki her odada ya da mimari bölmede —tema, anlatı, biçim ve yapı üzerinden birbirine bağlanan- en fazla iki ya da üç sanat yapıtı yer aldı. Sergi süresince konağı ziyaret eden izleyicinin kişisel hikayeleri ister istemez konakta yer alan yapıtların sonu başı belirsiz hikayelerine karışıyor. İzleyici, konağın bir misafiri olarak, sergideki hikayelerin ya da bağlantıların ortasından (in medias res) konaktaki konuşmaların ve geçiş çizgilerinin birer katılımcısı haline geliyor.