Adını “Evren duyularımızın keskinleşmesini sabırla bekleyen büyülü şeylerle doludur” cümlesinden alan ve doğanın kendisine var olan zaman, emek, sabır ve detay kavramlarına odaklanan “Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler” sergisini küratörü Sezgi Abalı ve koordinatörü Bahar Güneş ile konuştuk.
Covid - 19 pandemisiyle birlikte alışkanlıklarımızın ve hayat ritimlerimizin değiştiği, aktif aktörlerden gözlemcilere dönüştüğümüz bir hâlin uzantısı olarak ortaya çıkan “Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler”, farklı disiplinler ve medyumlarla çalışan altı sanatçı/sanatçı grubunu zaman, emek, sabır ve detay kavramları etrafında birlikte düşünmeye davet ederek, doğanın kendine has örüntülerinin, mekanizmalarının ve manzaralarının sanat yapıtlarına dönüşme fikrini ve sürecini inceliyor.
“Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler” sergisinden bahsetmeden önce sevgili Sezgi ve Bahar, sizleri tanıyabilir miyiz? Nasıl bir araya geldiniz, serginin küratörü ve koordinatörü olarak nasıl bir pratik içerisinde çalıştınız?
S.A: İngiliz Dili ve Edebiyatı lisansından sonra Sanat Yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. Uzun süre Yeditepe Üniversitesi’nde ders verdikten sonra, bağımsız bir sanat inisiyatifi ve uluslararası sanatçı rezidansı olan Halka Sanat Projesi’nin ortak girişimcilerinden biri oldum. Bahar ile tanışıklığımız yerel ve uluslararası projeler gerçekleştirdiğimiz bir alan olan Halka’da başladı. Bu sefer tarihi 19. yüzyıla uzanan; barok, rokoko ve neo-gotik bir üslupla yapılmış süslemelerle; doğa ve manzara tasvirleriyle bezeli tarihi bir mekânda çalışıyoruz. Yüzyıldan fazla olan yaşının izlerini salonunda, odalarında, koridorlarında taşıyan; mimari anlamda büyüleyici, farklı zamanlarda farklı kişilere ev olmuş Taş Konak’ta günümüzün sanatsal üretimlerinden bir seçki sunma deneyimi alışık olduğumuzdan farklı bir çalışma pratiğiydi. Çağdaş sanat sergilemek için tasarlanmamış, çoğu yerinin dokunulmaz olduğu bu geleneksel mekânda görsel bir akış oluşturmak, otomatikleşmiş refleksleri bırakmak demekti. Farklı disiplinlerden gruplarla, mekânın olasılıkları, sınırları üzerine birlikte düşünerek onunla konuşmanın; bir bakıma uzlaşmanın yolunu bulduk sanki.
B.G: Ben İşletme lisansımın ardından, Yeditepe Üniversitesi Sanat Yönetimi lisans bölümünden mezun oldum. Bağımsız bir sanat inisiyatifinin altı sene boyunca koordinatörlüğünü üstlendim. Ardından Sezgi ile yollarımız yeniden kesişti. Çalışma pratiğimiz ve kullandığımız dil benzer olduğundan birlikte bir proje gerçekleştirmek çok ilham verici oldu. Deneyim olarak Taş Konak’ta, tarihi bir binada çalışmanın zorluklarıyla karşılaştım. Tarihi mekânın evvelini anlamadan, kendisini yorumlamak mümkün değil. Bu sebepten çalışma konularıma mimari de eklendi ve bu sayede kendimi keyifli bir serüvenin içinde hissediyorum. Bir sergi projesi hayata geçerken kurduğumuz ilişkiler, tanıştığımız yeni insanlar, hararetli tartışmalar, edindiğimiz deneyimler, paylaşılan tecrübeler çok önemli bir süreç. Bu süreci ne kadar iyi yönetirsek, ortaya çıkan sonuç da o yönde mutlu ediyor bizi.
Sezgi, serginin küratörü olarak ilk sorumu sana yöneltmek istiyorum. “Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler” sergisi adını Eden Phillpotts tarafından kaleme alınan A Shadows Passes başlıklı kitapta geçen bir cümleden alıyor. Bu doğrultuda serginin kavramsal çerçevesinden ve etrafında odaklandığı kavramlardan bahsedebilir misiniz?
S.A: “Evren duyularımızın keskinleşmesini sabırla bekleyen büyülü şeylerle doludur.” cümlesi, Bertrand Russell, W. B. Yeats gibi 20. yüzyılın düşünür ve yazarlarına mal edilmiş olsa da; detaylı incelediğimizde aynı dönemde yaşamış bir yazar ve şair olan Eden Phillpotts’ın 1918 tarihli Doğa Tasvirleri kitabında geçtiğini görüyoruz. Sulak arazilerde ve bataklıklarda açan bir bitki olan su yoncasını (Menyanthes trifoliata) anlattığı paragrafta, onun hayranlık uyandırıcı güzelliğini ve ince detaylarla örülü görselliğini usta elinden çıkma mucizevi bir sanat eserine benzetir. Ona göre biz insanların onun bu milyonlarca yıldır devam eden büyülü hikâyesinin farkına varabilmemiz için yavaşlamamız, dikkat kesilmemiz, duyularımızın tüm hassasiyetini ve keskinliğini kullanmamız gerekir. Hayatta olmanın tanımını, yeniden belirlediğimiz bir zaman geçirdik. Var olabildiğimiz en küçük çemberlere dönüp, alıştığımız ritimlerin dışına çıkıp, belki şimdiye kadar karşılaşmadığımız en durağan hâlimizle tanıştık. Sanki dâhil olmaktan çok, sanal katılımlarımızı saymazsak, gözlemci olduk. Varlık gösteremediğimiz bir şehrin seslerine, sessizliğine, manzaralarına, ışığın geçişlerine, mevsimlerin değişimine, günün saatlerine dikkat kesildik. Biz çekilince ayıların, domuzların ve geyiklerin sokaklara inişini gördük. Çok yakınımızda olanlara bakışımız keskinleşti, algımız farklılaştı. Sergi böyle bir hâlin uzantısı olarak gerçekleşti diyebiliriz.
Sergide çok farklı disiplinlerde üretimlerini gerçekleştiren altı sanatçı/sanatçı grubunun çalışmaları yer alıyor. Sergide yer alan sanatçıların seçim sürecinden ve sergilenen eserlerden bahsedebilir misiniz? Serginin küratöryel kurgusu nasıl oluşturuldu?
S.A: Üretimleri temayla ilişkili olan sanatçılardan her biri Kalyon Kültür’ün yer aldığı Taş Konak’ın bir odasında, hem yakın dönemde ürettikleri hem de kavramsal metinden esinlenerek geliştirdikleri yapıtlardan oluşan, mikro evrenler yarattılar bir bakıma. “Doğadan ilhamla üretilen yapıtlara onun kendine özgü işleyişinde, manzaralarında, örüntülerinde de görünür olan emek, zaman, detay ve sabır kavramları ışığında bakarsak nelerle karşılaşırız? Doğanın bir tür mimesisi olarak da okunabilecek bu üretimler kimi hâlleriyle gerçeğinden daha güçlü imgeler olabilirler mi? Denizin resmi denizin kendisinden daha ferahlatıcı olabilir mi mesela? Ya da sonbaharın hissine bir resimle kapılır mıyız?” gibi sorularla yola çıktık.
Sadık Arı’nın kağıt üzerine mürekkeple yapılmış desenlerinde floral manzaraların detaylarına mercek tutan; insanın vahşi olanı tanımlama arayışına ve ona karşı verdiği ehlileştirme çabasına direnen bir düşüncenin izlerini görüyoruz. Melis Buyruk, sergide yer alan üç hayvan heykeliyle görsel anlamda gerçekçi, ama bir yönüyle de illüzyonist ve masalsı bir alana sokuyor bizi. Farklı bir malzeme ve renk seçimiyle gördüğümüz tavşan, fare ve kurbağa; bizi bu canlılara dair yargılarımızı yeniden düşünmeye sevk ediyor. Dikine Ongoing Project’in Şey ve Tekrar isimli mekâna özgü, 30 gün sürecek canlı performansı ve devamında projeksiyon mapping ve video yerleştirmesi Umut Sevgül ve Barbaros Kayan tarafından gerçekleştiriliyor. 10 Haziran’da serginin açılışıyla başlayan ve 30 Temmuz’a kadar 11-18.00 saatleri arasında canlı devam edecek performansın ilk bölümü; serginin çok öncesinde, Umut’un eski tarihli gazeteleri dönüştürerek, bir tanesi bir avuca sığabilecek boyuttaki kürelerle ürettiği bir tespihin kürelerini teker teker ipe dizerek mekâna yerleştirmesi ile başladı. Umut, kürelerin üretimine mekândaki ham madde ve araçların bulunduğu istasyonlarda devam ederken, sergi alanının karşılıklı iki odası arasında harekette süreksizlik, geçicilik ve yersizlik kavramlarının okumaları gerçekleşiyor. Performansın 10 Ağustos’ta başlayacak ikinci bölümünde ise, uzun süreli canlı performans sürecinde elde edilen video bellek, performans sanatçısı (Umut Sevgül) mekândan çıktıktan sonra Barbaros Kayan tarafından mekâna yerleştirilerek zaman ve belleğe dair okumaların mekanla kurduğu ilişki üzerinden devam etmesi planlanıyor.
Ayşe Gül Süter’in Taş Konak’ın büyük salonunda ışık ve renkle gerçekleştirdiği bir cam enstalasyonu bulunuyor. Ayşe Gül, bizi bir çekim merkezi gibi içine alan, mekânda ışık oyunlarıyla gerçek olan duyusal bir alan yaratıyor. Google Earth haritalarını anımsatan videoda ise, insan hücreleriyle yeryüzü parçalarının benzerliğine şahit oluyoruz; baktığımız manzaranın içimizden, kendimizden olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Ahmet Duru, mevsimlerin değişmesiyle oluşan manzaralara, renklere ve hislere dair makro ve mikro manzaralar sunuyor. Yer altı ve yer üstü bitkilerinin varlıklarını sürdürebilmek için geliştirdikleri stratejilere mevsim döngülerinin izini sürerken ulaşıyor. Ali İbrahim Öcal, izleyiciyi bir odanın içinde iki umutlu manzaranın ortasında bırakıyor. Ali’nin üç gün boyunca mekânda ürettiği ve bir performansın çıktısı olarak tanımladığı 41°03'08.6''N, 28°59'27.6''E, Kalyon Kültür’de bulunduğu odanın koordinatlarından ismini alıyor.
Sergilenen eserler arasında sanatçıların yakın zamanlı üretimlerinin yanı sıra bu sergi için üretilmiş eserler de yer alıyor. Bu bağlamda sergilenen eserler, hem serginin bütününde ortak bir diyalog yaratıyor hem de tek başlarına serginin odaklandığı konu ve kavramlarla güçlü bir ilişki kuruyorlar. Bu sergi için üretilen eserlerin ortaya çıkış sürecinde sanatçılarla nasıl bir diyalog sürdürdünüz?
B.G: Sanatçılarla çalışmaktan her zaman çok keyif alıyorum. Sanata duyduğumuz inancı ve ihtiyacı onlarla çoğaltarak paylaşıyoruz. Bir sergi ortaya koymanın kazanımlarından biri de kurduğumuz ilişkiler ve paylaşılan tecrübeler oluyor. Katılımcı sanatçılarla tema üzerinden ilişki kurduk, atölyelerini ziyaret ettik, sergi mekânında buluştuk. Ardından, üç aya yayılan bir zamanda gelişen, her şeye rağmen hareket imkânı sağlayan zihinsel bir süreç oldu. Zoom üzerinden düzenli toplantılar gerçekleştirdik. Üretim ve yaratım süreci, doğanın fenolojisinde ve serginin kavramsal çerçevesinde de yer alan dört kavram üzerinden -emek, zaman, sabır ve detay- şekillendi. Süreç karşılıklı buluşmalar ve fikir alışverişleri sonucu hep üzerine bir şey eklenerek ilerledi. Mekânın olanakları, kavramsal çerçeve ve sanatçıların çalışma konuları etrafında yeni ve yakın dönem eserlerle kürasyondan, tasarıma birlikte dönüştürdük.
Bahar, Kalyon Kültür’ün içerisinde yer aldığı ve Taş Konak adıyla bilinen Köse Mehmet Raif Paşa Konağı, barok karaktere sahip, içerisinde kalem işi süslemelerin, manzara resimlerinin ve alçı kabartmaların olduğu mimari unsurlara sahip olan tarihi bir mekân. Serginin koordinatörü olarak mekânın tarihi eser statüsü ve mimari özellikleri nedeniyle sergileme alanlarının oluşturulmasında pek çok teknik sorunla karşı karşıya kaldığınızı tahmin ediyorum. Binanın dokusuna zarar vermeden eserlerin sergilenmesine yönelik nasıl çözümler yarattınız?
B.G: Tarihsel yapıların özünde var olan büyüklük ve yücelik hissi ile biraz da insanın ruhunu ezen ve kendine hayran bırakan yapı etkisi; tarihsel olanın görsel olarak sergilediği direnç ve sanat eserinin ön plana çıkarıldığı ideal bir sergilemeyi olanaklı kılmıyor. Küratöryel becerilerin de yetersiz olduğu bazı anlarda mekânla uzlaşım modelleri ve yeni davranış biçimleri geliştirmek gerekiyor. Yalın, boylu boyunca uzanan beyaz küp modelinde duvarlarımız yok. İç mekânda yer alan mimari açıdan üç üslupla birden oluşturulmuş özgün kalem işi süslemeli duvarlar, iç içe geçmiş gerçekçi çiçek motifleri, geleneksel motifler ve bunların oluşturduğu doğa ve manzara tasvirleri; sergilenen yapıtlar etrafında tek başına bir eser-mekân gerilimi yaratıyor. Bina, yapıtın güncel bağlamına ve kendi yapısına uygun olmayan yepyeni bir bağlam ekliyor çünkü tarihi yapı kendi başına konuşan bir mekân. Bu noktada devreye giren iş birlikleri ve küratöryel çalışmalarla kavramsal ve estetik algıda, mekânı bir çeşitlilik unsuru ve bağlamı güçlendiren bir etken olarak konumlandırabiliyorsunuz.
Bu sebepten mekânın ruhunu da tamamen arka plana atmadan, onunla diyalog yaratacak küratöryel bir bakış açısı benimsedik. Tarihi görselliğin eserlerde var olan detaylarla, hikâyeyle, kavramsal alt yapıyla ilişki kuramadığı durumları, mekânın yaşayan bir varlık olduğunu da unutmadan, görünmez kıldık bir bakıma. Nihayetinde, sergileme tekniklerini ve tasarımı da kullanarak ortak bir dil kurmaya çalıştık ve tasarımda üzerinde durduğumuz bir diğer konu ise bulduğumuz çözümlerin sürdürülebilir olmasıydı. Duvar çözümleri ve panolarda daha fonksiyonel, yeniden kullanılabilir ve modifiye edilebilir bir tasarım üzerine çalıştık.
2019 yılının sonundan itibaren küresel olarak karşı karşıya kaldığımız pandemi sürecinde pek çok şeyle birlikte insan, doğayla olan bireysel ilişkisini de yeniden düşünmeye başladı. “Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler” sergisinin odaklandığı kavramlar vasıtasıyla bu sürece yeni bakış açıları eklediğini düşünüyorum. Bu bağlamda serginin, sergiyi ziyaret eden izleyici üzerinde nasıl bir his bırakmasını temenni ettiniz?
S.A:Uzun bir yolculuk sırasında, büyülü bir manzarayla karşılaşmanın ve orada biraz kalıp, renklere ve seslere dikkat kesilerek vakit geçirmenin getirdiği iyileşme hâline benzer bir his bıraksa ne güzel olur.
B.G:Hayat hep, biz istemesek de dışımızdan yükselen seslerle konuşuyor ama doğa almak ve görmek istediğin kadarını iletiyor. Bu anlamda sergiyi dış müdahalelerden uzak, evrenin hâlâ çözülememiş türlü gizeminin bilincinde bir karşılaşma ve konsantrasyon alanı gibi düşünüyorum.
Son olarak serginin gerçekleştiği Kalyon Kültür’den bahsetmek istiyorum. 2020 yılında açılan Kalyon Kültür kendini, kültürel üretimi destekleyen, çok disiplinli programlar geliştiren bir kültür kurumu olarak tanımlıyor. Bahar, bu doğrultuda Kalyon Kültür’ün vizyonundan ve oluşturduğu programdan bahsedebilir misiniz?
B.G: Kalyon Kültür kâr amacı gütmeyen, günümüz kültür ve sanat üretiminin desteklendiği ve geçmişle bağ kurmak fikriyle beslenen genç bir kültür merkezi. Sergiler, seminerler, söyleşiler, çok disiplinli programlar düzenleyen bir buluşma alanı. Gelecek projeleri dahilinde uluslararası ölçekte de içerikler üreten, diğer kültür kurumlarıyla iş birlikleri geliştiren, sadece var olan kültür ve sanat üretiminin sergilendiği değil; kültürel mirasa da odaklanarak, araştırma ve uygulama merkezleri ile ortak araştırmaların yürütüldüğü bir yapı olma hedefi var. Kapısı her zaman genç sanatçılara açık ve sanatçıyı ve yeni üretimlerini destekleyen bir model benimsiyor. Günümüzde Nişantaşı’nda, Taş Konak’ta yer alıyor ancak kültürel üretimi belirli bir mekâna bağlı kalmadan, farklı coğrafyalarda da desteklemeyi ve gerçekleştirmeyi hedefliyor.
“Sabırla Bekleyen Büyülü Şeyler” sergisi, 25 Kasım 2021 tarihine kadar Kalyon Kültür’de izlenebilir.