Yola koyulmalıydık. Acelemiz yoktu, yok olmasına karşın lüzumsuz üç beş öteberiyle vedalaşmamız zamanın sınırını aşmıştı. Saat, kimine göre geç, kimine ise oldukça olmamıştı. Muhtemelen akreple yelkovanı keşfeden insanlık sırf bu safsatalarla delirmeyelim diye büyüklük yapmıştı. Olsun, biz küçüktük ve bu en sevdiğimiz oyuncaktı. Şimdi biraz adım atmalı, burnu büyük uzağa doğru meyillenmeli, memnuniyetsiz yakından uzaklaşmalı, havadan, sudan nem kapan ve her şeyden yakınan benlikten hıncı almalıydık.
Hangi organda dolaştığını önemsemeyen kan hücreleriyiz. Telaşsız esintiler, kirli ağaçlar, sıfatsız topraklar, karla yunmuş, arınmış dağlar… Nerede olduğuna aldırış etmeden ardımızda kalır. Ardda kalışlar uhreviliklerine yenilerini ekler. Yol, ilk nazarda soğukkanlı, ifrit, kibirli bir dost, alındıkça güzelleşir, hırçınlaşır, elmacık kemiklerine doğru yürüyüşe çıkarsın, hep samimi, kırıcı, kırgın. Seve seve katlanılası bir irtifa. Sırf biz tırmanmaktan caymayalım diye tevazunun doruklarında.
Günün herhangi bir zaman diliminde, normal şartlar altında, karanlıkta, oda sıcaklığında, eksi derecelerde her daim var. Varlığı muhteviyatından; şeffaf, mutlak ve sakin.
Fısıltılarla, bitişik nizam sıralanmış antenlerle taşıyor bizi, doğrultu yok, kuşlarla eğiyor ufuk çizgilerini. Bulutlardan hız alıyor, nefeslenip
dişlerinin arasına sıkışmış mahremiyeti temizliyor. Uzadıkça eskiye hapsoluyor kır renkler. Şimdinin, delişmen bekçileri her daim görevde. Bilindik sokaklar, tanıdık bağırışlar arasında tahayyül edilmesi zor olmayan sorulara suskun kalınan zamanlar. Baş dayayıp uyuyakalınan yastık kadar sıradan, kılıfında bıraktığı iz kadar bir baş. Derken unutuyor yol bizi. Kendi halinde diyarlara uzanıyor. Biraz bencil, hem leziz, hem mayhoş.
Bırakıyor bizi kimsesiz bir odaya, kimse kim artık.
Kükürtlü frenlerin kahkahasını andırıyor sesi. Sözün mülkiyeti onun genellikle. Sözde kalınan fazladan her cümle sonunda artıyor kira. Yaşını anlamak rüzgâra karşı yüzmekten zor. Yok olanı saymak güç. Hüzünsüz elleri ele vermiyor rakamları. Karşısında ivedilikle çırpınan dudaklar görürsün, susma şıkkını işaretlemiş. Dediklerine göre cinsiyeti doğduğu gün aldatmış. Dedikleri çarpan balığı yakıcılığında. Boşluğa sarkıtılmış iç çamaşırlar gibi uçuşuyoruz onu dinlerken. Harareti tüm gezegeni örtüyor. Uzaya salıyoruz, kulaklarımızın alamadıklarını. Tüyleri demlenmiş çay renginde, belli belirsiz kanar, az şekerli bir iç çeker. Söz, mutludur ona aitken.
İnsanlık, alaysı bir şaka, dondurma gibi. En güzeline karar verilemeyen, eriyikliğini umursamayan. Gün geliyor unutuyor failliğini ve yol kardan bir elbise geçiriyor tüm bu biteviyeliğin üzerine.