Karaköy’de çok güzel bir atölyede çalışıyorsun ve yaşamını Büyükada’da sürdürüyorsun. Büyükada’da yaşamanın üretimini nasıl etkilediğini merak etmemek çok zor. Adada çalışma günlerin nasıl geçiyor?
Ben Büyükada’ya taşınalı dört yıl oldu. Özellikle ilk başlarda bu değişimin daha çok etkisini gördüm, bu farklılık resimlerimde de kendisini gösterdi. İlk başta yerleşim tercihleri üzerine çok düşünmeye başladım, “Niye İstanbul’da yaşıyoruz?”, “Niye başka bir yerde yaşayamıyoruz?”u sorguladım. O dönemde resimlerimde gerçekleşen değişiklik şimdilerde daha çok oturmuş durumda. Orada daha sakin bir hayat yaşadığınız için, kafanızı daha rahat toplayıp kendi işerinize odaklanabiliyorsunuz.
Anadolu Yakası’na arada sırada geçiyorum tabii. Ancak bu sergi zamanı daha sık geçtim, çünkü atölyede düzenli çalıştım. Galeri ile iletişimimiz açısından da Karaköy’deki atölyemde çalışmak benim için daha verimli oldu.
Temel üretim malzemen ahşap. Ahşap üzerine çalışmanın bir sebebi var mı?
Ahşap malzemesini, tuvalden farklı ne yapabilirim diye düşünürken ve araştırırken bir alternatif olarak kullanmaya başlamıştım. Bu süreçte benim detaylı çalışmama imkân veren bir yüzey olduğunu farkettim. Tuvalin pürüzlü yüzeyinden daha düz bir yüzeye sahip. Ben de zaten çok ince fırçalarla çalışıyorum, dolayısıyla ahşabın pürüzsüz dokusu da bu ince çalışmama olanak sağlıyor.
Okulda aldığım ve sürdürdüğüm tuval ve yağlıboya eğitimini ahşap ve akrilik ikilisine dönüştürdüm. Ahşap ve akriliğin teknik özelliklerinin birleşimi benim için çok uygun oldu. Belki de bu ikili şimdiki işlerimin değişmesinde de bir etken olarak görülebilir.
Resimlerinde hep kadınlar görüyorum, kendimce ortak noktalar buluyorum onlara. Kemikli narin suratları var gibi hepsinin, belki biraz da hüzünlüler. İlham aldığın birileri var mı, kim bu kadınlar?
İnsanlar o kadınların genelde bana benzediğini söylüyorlar ama öyle bir detay kullanmıyorum aslında. Genelde figürü çok genel olarak ele alıyorum. Kadın figürünü resim tarzıma ve anlatmak istediğime uyduğu için kullandığımı düşünüyorum. Benzetilen figürler de benim güzellik anlayışımın bir yansıması olsa gerek. Konu itibariyle de çok fazla iyimser olduğumu söyleyemeyeceğim bu durum da resimlerime hüzünlü ifadeler olarak yansıyor olabilir.
Çalışmalarının “insanın doğa üzerindeki ayrıcalıklı konumu ve doğa ile arasındaki mesafe üzerine eleştirel düşünceler”den oluştuğunu okudum. Bunu biraz açar mısın, çalışmalarında doğayı ele alış halin nasıl?
İnsan ve doğa arasındaki mesafeyi araştırıyorum ben aslında. İnsanın kendisini doğadan çok ayrı konumlandırması kavramı ile ilgileniyorum. İnsanın kendi tavrının çok yıkıcı ve bir şeyleri bozan bir yapıda olduğunu düşünüyorum. Bu durumu resimlerimde alternatif sahneler ile değiştirmeye çalışıyorum. Bu insan ve doğa birlikteliğinden doğan bir güç olacağını anlatıyorum resimlerimde.
Bu aşamada da üstün varlık kavramını sorgulamaya başladım. İnsanın kendini doğadan çok ayrı konumlandırdığı bir durum söz konusu, benim çizimlerimde bu ayrılık birleşiyor. Birlikte yaşamanın ötesine de geçip, tamamen doğayla bir olan varlıklar resmediyorum.
Çoğu insanın da benim gibi endişeleri olduğunu da biliyorum, fakat bunun için harekete geçilememesi gibi bir durum sözkonusu. Bazen insanı farklı bir konuma koyup onu kurtarıcı olarak gösteriyorum.
13 Aralık’ta Daire Galeri’de ikinci kişisel sergin açıldı. Merakla beklediğimiz “Slouk Mavi Nokta” isimli serginin hazırlık süreci nasıl geçti?
Hatice Karatay ile birlikte bir sergi yapmıştık yine Daire Galeri’de. Farklı odalar kullanmıştık ancak aynı başlığa sahipti sergilerimiz. Bu ondan sonraki ikinci sergim. Bu sergide belli bir güncel konu üzerine yoğunlaşmak yerine benim için en temel olan şeye yöneldim. Doğa ile mesafemiz, doğa içinde mi yaşamalıyız gibi.. Çok seçilmiş bir konu da değil aslında, benim için en temelde olan konu.
Serginin isim babası Carl Sagan desek yalan olmaz. Sagan’ın Dünya'ya rekor bir uzaklıktan çekilen ve Dünya'yı uzayın sonsuzluğunda küçücük bir nokta gibi gösteren fotoğrafa olan yaklaşımından esinlendiğini serginin basın bülteninden öğrendim. O satırlara yer vermek isterim:
“Dünya, dev bir evrensel arenada yer alan küçük bir sahnedir. Bütün o komutan ve imparatorların akıttıkları kan göllerini düşünün... Şan ve şöhret içerisinde, bu noktanın küçük bir parçasında kısa bir süre için efendi olabildiler. Bu noktanın bir köşesinde yaşayanların, başka bir köşesinde yaşayan ve kendilerinden zar zor ayırt edilebilen diğerleri üzerinde uyguladıkları zulmü düşünün... Anlaşmazlıkları ne kadar sık, birbirlerini öldürmeye ne kadar istekliler, nefretleri ne kadar yoğun!
Bu soluk ışık noktası, bütün o kasılmalarımıza, kendi kendimize atfettiğimiz öneme ve evrende öncelikli bir konuma sahip olduğumuz yolundaki yanlış inancımıza meydan okuyor. Gezegenimiz, çevremizi saran o büyük evrensel karanlığın içerisinde yalnız başına duran bir toz zerreciğidir. İçinde yaşadığımız bilinmezlik ve bütün bu enginliğin içerisinde, başka bir yerden bir yardımız gelip bizi bizden kurtarabileceğine dair bir ipucu yoktur.”
Resimlerin isimlerini ve serginin başlığını seçmek gerçekten benim için en zor aşamalardan. Bu metinin de desteklediği bir başlık bana uygun geldi. Çünkü o metin benim anlatmak istediğim şeyi kapsıyor aslında. Dünyanın nekadar küçük olduğunu ve nekadar bizbize olduğumuzu gösteren bir fotoğraf aynı zamanda.
Sergide ahşap ve tuval üzerine çalışmalarının yanı sıra kağıt, kil, çimento, ahşap kullanarak oluşturduğun yerleştirmelerin de yer alıyor. Üzerine çalıştığın veya çalışmak istediğin başka disiplinler var mı?
Kendimi tamamen tek bir malzemeye bağlamak istemiyorum. Bu işleri sergilemesem de gene de yapıyor olacaktım. Bu eserlere sergide yer verme fikri oluştuktan sonra ona yönelik çalıştım. Bu konuda kendimi çok kısıtlamak istemiyorum, birgün konu öyle gerektirirse, bir yerden bir fikir gelirse kullanabilirim neden olmasın.
2012 yılında gerçekleşen “Kendine Ait Bir Oda” isimli Hatice Karadağ ile ortak serginde, temel öğelerden biri ‘kadın’dı ve sergi gerek ismiyle gerek ana fikriyle Virginia Woolf’a atıfta bulunur nitelikteydi. Ne değişti o günden bugüne?
İki sanatçılı bir sergiydi, isim de galerinin karar verdiği, iki sanatçıyı bir araya getiren bir başlıktı. İşlerimizi ayrı odalarda sergilemiştik ve ikimizin de kendi atölyelerimizden getirdiğimiz, çalışma alanlarına vurgu yapan küçük yerleştirmelerimiz vardı. O sergide sadece ahşap kullanmıştım.
Orada bir grup işi ilk kez sergiledim. Bu sergide ise baştan itibaren daha düşünerek ve planlı bir şekilde hareket edebildim. Tarih belliydi, yapmak istediğim şey zamanla şekillendi ve tüm bu gelişim süreci için daha çok zamanım oldu. Onun için önceki sergime göre daha planlı gittim ve bir şeylerin daha oturmuş olduğunu düşünüyorum.
Takip ettiğin sanatçılar kimler?
Takip ettiğim sanatçılardan çok kaynaklar var. Güncel sanata yer veren kaynakların çoğunu takip etmeye çalışıyorum. Güncel sanatçıları takip edebileceğimiz çok fazla kaynak olduğu için, takip etmek de çok kolaylaştı.
Bu sergiden sonraki planların nelerdir?
Şuan için bir dinlenme arasından sonra, tekrar atölye sürecine geri döneceğim.
Not: Röportaj Pim Karaköy'de gerçekleştirilmiştir.