31 MAYIS, CUMA, 2024

Devinimsel Sadakatle Yaratılmış: “Kâhinin Ufukları”

Sanatçı Nermin Kura ile bitkisel yaşamın barındırdığı ihtimallere odaklanarak onun organik formlara verdiği değeri sergileyen seramik heykellerinden oluşan Kâhinin Ufukları sergisine ve üretim sürecine dair merak ettiklerimizi konuştuk. 

Devinimsel Sadakatle Yaratılmış: “Kâhinin Ufukları”

Galeri Nev sezonun son sergisinde Nermin Kura’yı konuk ediyor. 8 Haziran’a kadar ziyaret edebileceğiniz sergi kapsamında sanatçıyla gerçekleştirdiğimiz söyleşi, aşağıda izlerini takip edeceğiniz ortalama on beş dakikalık bir sürecin ötesinde yaklaşık iki saat birlikte kaldığımız bir sohbetin ürünü. Uzun bir yolculuk rotası. Bıraktığımız yerden kendi kendine devam ettiğine inandığımız bir sohbet bu. Sanatçının işlerini takip etmek ya da hikâyesinin izini sürmek derinlere indikçe merakınızı her daim bir köşesinden yakalıyor. Daha çok yaklaşmak istiyorsunuz. Kayıtsızlık var. Şayet sergiyi basamaklar hâlinde ayıracak olsaydık ziyaret ettiğiniz her bir basamağa geri döndüğünüzde aynı şeyi bulacağınızın garantisini vermek zor. Değişiyor ve bambaşka bir aklın ürünü hâline geliyor. Sanki bakış boşluğunuzun kör noktasında bir şeyler hareket ediyor gibi. Her tarafta farkına varmadan birbirini aşan sınırlar var. Hakimiyetini gizli olarak değil de açıkça icra etmenin ona iyi geleceğine inanan sınırlar.

​“Kâhinin Ufukları” konuştuğu mikrokozmoslar aracılığıyla ana malzeme seramiğin doğasıyla bir karşıtlık anlatısı kuruyor. Seramiğin üretim koşullarının karşısında dalga boyları uzayan renkler, seramiğin toprakla ilişkisi karşısında göğe uzanan kollar, seramiğin kırılganlığı karşısında bunu hazza dönüştüren ve sere serpe yayılan parçalar. Nermin Kura bir usta olmanın getirdiği bilgi ve beceriyi ehemmiyetli bir oyuna dönüştürüyor; seramiklerin ustayı kendi dünyalarına almasına müsaade ediyor. Ortaya çıkan şey kapandıkça açılan ya da açıldıkça kapanan olmaktan ziyade bir şeyleri anlatmanın ya da anlamlandırma hâlinin nasıl sınırlı kalacağını resmediyor. İzin verdiğiniz zaman bir şeyler görünür olmaya başlıyor. 

Daha evvelki işlerinize yine buradakilere baktığımızda işlerin kaosla bir ilişkisi olduğunu görüyoruz. O ilişkinin içinde müthiş bir olasılıklar diyarı var. Bunun mümkünlüğünü konuşmak istiyorum. Doğanın kendisi de malzemenin kendisi de o karmaşanın içinde kendi uyumunu yakalıyor; biz ona dışarıdan asla vakıf olamasak da. Oradaki görsel dili nasıl kuruyorsunuz?

Kaosu yakalamış olman çok enteresan. Hiçbir zaman işleri üretirken kaos nosyonunu düşünmedim açıkçası. İşler daha ziyade vücut bulmakla ilgili. Her enerji alanı kendisini belli ettiği zaman bir şekilde bir bedene bürünmek zorunda kalır. Ya bir kapsülün içinde olacak ya bir tohumun içinde olacak ya da bir vücudun içinde olacak. Beden bulmadığı zaman o enerji kendisini gösteremiyor. O yüzden bu işlerin çoğu o fikirden hareket ederek belirli bir enerjinin, basıncın, ruh hâlinin nasıl kendine yol bulacağı ve ne şekle gireceği üzerine düşünerek şekilleniyor.

​Bir gün Providence’da yürüyordum. Brown Üniversitesi’nin bir kitapçısı var. Oraya girdim bir şeyler bakayım ve okuyayım diye. Hemen bir kitap gözüme çarptı: The Shape of Life. Tamam budur dedim ve başka hiçbir şeye bakmadan geri dönüp çıktım. Başka aradığım bir şey olmadı. Öyle bir şey arıyordum çünkü. Hayatın çeşitli formları nasıl bir araya geliyor? Ve bu nasıl olabiliyor? Bir kedinin biçimi, bir çiçeğin biçimi, bir yılanın biçimi ya da bir yumurtanın biçimi. Bunların hepsi çok farklı biçimler. Beni ilgilendiren formlar daha ziyade tohumlar, kapsüller, meyveler, çiçekler ve tabii bunların insan vücudu ile olan benzerlikleri. Elbette insan bedeninin de bir yeri var işlerimde ama kafa yok örneğin. Çünkü kafa düşüncenin olduğu yer ve düşünerek ya da düşünce gücüyle bir şeyleri öğrenebileceğimize inanmıyorum. Her şey ilk önce bedensel sezgi ile başlıyor. O yüzden insanın meyve yönü ya da tohum yönü ya da bitkisel yönü benim için ilginç olan kısmı. Düşüncenin olmadığı fakat sezgilerin olduğu yer. O da torso bölümü aslında. Boyunla belki bacağa kadar olan bölüm.

1. Duyum | Rumor, 2024 Fitil ve plaka tekniği, düşük pişirim kil ve sırlar, 48*38*24 cm, 57*16*12 cm
2. Sonsuza Dek | Forever, 2024 Fitil tekniği, orta pişirim kil ve sırlar, 27*27*27 cm

Okuduğum metinlerde ya da eleştirilerde o kısma çok girilmediğini gördüm. Zeminin üstünde ve altında kalan kısmı. Şayet boynu ya da göğsü bir hiza olarak kabul edersek bedeni ikiye ayırdığınızı görüyoruz. Onun altına doğru büyüyen bir kapsül var.

Köklenme. Ama Dünya’nın içine doğru bir köklenme var. Bir de öbür tarafında tabii yukarıya doğru bir kozmoz var. Ama benim için kaos kafanın içinde, vücutta kaos yok. Çünkü vücut bilge bir şey ve her vücut öyle. İçindeki enerjiye göre kendisini nasıl yönlendireceğini duyumsal olarak ya da sezgisel olarak bilen bir organizma. Düşünce işin içine girdiği zaman esas kaos o zaman başlıyor. Olmalı mı, olmamalı mı? Bu mudur, değil midir? Düşünsel bir karmaşaya sürükleniyor varlıklar. Ama bedeni dinlemeye başladığınız vakit ya da bedenle beyni bir şekilde birleştirebildiğiniz zaman -bodymind- vücut akıl hâline geliyor. O zaman kaos pek olmuyor. O yüzden kaostan buraya gelmek ilgimi çekti. Şükür ki ben kaos değil dinginlikten yana bir yere doğru gidiyorum.

Aslında riski görerek bir giriş yapmak istedim. Çünkü orada kastettiğim karmaşanın bütüncüllüğünden ziyade olasılıklar dünyasıydı. Kaosa bakış açım biraz benim de böyle sanırım. Karanlık ya da beyaz tarafı kurcalamak ve bunu bir sonuca ulaştırmak değil, ötesinde neler olabileceğini gözlemlemek.

Olasılıklar dünyası çok güzel bir kavram. Neler olabileceğinin merkezi. İngilizler şey der: In the becoming. Yani oluşma sürecinde. Şu an her şey yerli yerinde. Bir oluşum süreci içindeler. Açılım süreci içindeler. İçinden ne çıkacağını tabii bilmiyoruz. Fakat orada bir takım olanaklar var.

Bazen çok kapanan alanlar da var.

Kapalı olanlar var. Çok açık olanlar var.

Belki o kapalı olan hiçbir zaman açılmayacak. Muhtemelen kapsül olarak kalacak. Ya da dağılacak ve yeni bir forma girecek.

Evet. Galerinin en sonundaki iş öyle örneğin. Açıldığı zaman çünkü yeni bir olasılık bitiyor. Olasılığın devamlılık sağlayabilmesi için bazı şeylerin kapalı kalması gerekiyor.

Biter mi peki?

Bence bitmez.

Bir yandan kapalı bir kutunun içinde bizim dışarıdan çok da müdahale edemeyeceğimiz ve görmediğimiz bir şeyler olmaya devam ediyor. Biten bir şey gibi değil de aslında yeni bir aşama olarak kabul edebiliriz gibi. En başta söylediğiniz bir şey vardı. Oraya geri dönersek gerçekten vücut bulmalı mı?

Bulmayabilir. Ama o zaman biz onu görmeyeceğiz. Çünkü vücut bulmayan enerjiler var etrafımızda. O enerji kendi kendini tanımak istediği zaman vücut buluyor. Yoksa o hep orada. Mesela yıldızların oluşumu, kara delikler, bütün bu oluşumlar enerji düzeyinden sonra bir form alıyorlar. Form almadıkları zaman onun ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bir takım olasılıklar doğmaya başladığı zaman ya da bir takım enerjiler belirli bir gelişim sürecine girmek durumunda kaldıkları zaman bir forma ihtiyaç duyuyorlar. Bir başlangıcı, olgunluk çağı ve bitimi oluyor. O enerji sonrasında başka bir şeye dönüşüyor. Olmadığı zaman da var ama bilincinde olamıyoruz. Bir şeyin farkında olmak için o şey ne ise onun bir şekilde görünürlüğe bürünmesi gerekiyor. Bunlar da onlar aslında. Biraz soyut bir şeyden bahsediyor gibiyim ama onun gelişim süreci bu.

1. Çağrı | Call, 2024 Fitil tekniği, orta pişirim kil, yüksek ve düşük pişirim sırlar, 36*36*20 cm
​2. İçli – Dışlı | Intimate, 2024 Fitil tekniği, yüksek pişirim kil, orta pişirim sırlar, 48*35*20 cm

Konuştuğumuz şey görünür dünyanın formları üzerine. Form pratiğinin kendi başına nasıl olduğu ya da olmadığı. Biz o şeyi görünür dünya üzerinde nasıl formlaştırıyoruz.

Kesinlikle. Formun ebatları önemli bir unsur burada. Açık ya da kapalı olduğu önemli. Bir de seramik özelinde tabii üzerine gelen sır ve renk. Onun nerede durduğunu belirliyor.

Formlarla nasıl çalışıyorsunuz peki?

Ben genelde fitil açıyorum ve bunu sararak teker teker sıfırdan tepeye kadar gidiyor. Bazen plakada çalışıyorum. Merdaneyle plakada açıyorum. Ondan sonra şekil veriyorum. Bazen işe bağlı olarak aşamalar tamamen karışık olabiliyor. Fitil sarmayı seviyorum. Çünkü o çok yavaş bir gelişim süreci. İlk etapta küçük küçük kaplar oluşturuyorum. Kaç ayaklı olacağına bağlı olarak. Sonra onları birleştiriyorum alt zeminde. Ardından yavaş yavaş üzerini sarıyorum ve devamlı içine bakıyorum. Karşıda da bir ayna olur hep. Aynadaki aksine bakarak yamuk mu ya da istediğim formda mı onu kontrol ediyorum. Sarma işlemini yaparken iç hacim gelişmeye başlıyor. Çalışırken iç hacme bakıyorum. Oradaki basıncı ve açıyı hep yokluyorum. Dışının neye benzemesi gerektiğini belirleyen şey iç hacmi oluyor. Açı çok önemli. İlk oluşturduğunuz kabın açısı ne ise o işin nasıl bir şekle bürüneceğini gösteriyor.

Sanatçının kafasında gideceği form aslında bellidir ama bu noktada zihninizi özgür mü bırakıyorsunuz yoksa bir yol haritanız mı var?

İlk olarak bir çizimle başlıyorum. Ama eğer o çizimi yüzde yüz oluşturuyorsam o benim için ilginç bir iş değil sıkıcı bir iş oluyor. Heyecan verici bir yanı kalmıyor. Zaten onu kafanda biliyorsun. Hoşluğu kalmıyor. İşini yaptın ve bitti oluyorsun. Orada çalışırken bir takım hatalar oluyor aslında. Tornanın üzerindeki şeyle senin aranda bir diyalog başlıyor. “A bu istediğim gibi bir açı olmadı”. O zaman tamamıyla yeni bir varlıkla başbaşasınız. Onun istediği ve sizin istediğiniz derken başka bir yola girebiliyor. En iyi iş aslında o oluyor.

​Stüdyoya gittiğimde nereye gideceğini bilmemek önemli. Acaba bugün yeni bir şeyler olacak mı? Yeni bir sürprizle karşılaşacak mıyım? Yeni bir yere gidecek miyim? İlki bu sorularla atölyeye gitmek diğeri ise cevaplarını bildiğiniz sorularla gitmek. Ne çıkacağını bilmemeyi tercih ediyorum. Tabii çok stresli oluyor o zaman. Oldu ya da olmadı. Her zaman istediğiniz gibi bir iş çıkmayabiliyor. O çıkan şey sizi tatmin etmeyebiliyor. O zaman onu atıyorsun ve tekrar başlıyorsun. Ona izin vermek gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü ondan öğreniyorum ben. O yolda bana gösterdiği şeylerden öğreniyorum. Yeni bir çıkış veriyor ya da yeni bir anlayış. Beynimdeki imajın birebir aynısı ortaya çıktığı zaman ben mutlu olmuyorum.

İşleriniz arasında kurduğunuz diyaloğun bir başlangıcı ya da sonu yok. Bir süreç gibi. Pratiğinizde doğumla ya da ölümle kurduğunuz ilişki de öyle bir şey değil. Başı ve sonu olan belirlenimci bir bakış açısı değil bu. Doğum sürecini ele alışınız ya da işleri çöpe atmanız yeni bir yolculuğun habercisi.

Çöpe attığım da oluyor, atmadığım da. Bazen ıslak kalması için nemlendiriyorum; üzerine plastik bir örtü geçiriyorum. Orada üç dört ay kalabiliyor ya da iki hafta sonra bir fikir gelebiliyor. Ara sıra açıyorum ve kontrol ediyorum. Ta ki o bir fikir gelene kadar. Bazen bir işin üçte ikisi bitiyor. Kalan kısımla ne yapacağımı çıkaramayabiliyorum. Nasıl kapanacak ya da açılacak o üst kısım? Yani gökle ya da yerle nasıl bir ilişkisi olacak? Bazen fikir gelmediği oluyor. Bunun bir garantisi yok. Bazen örneğin işin tasarımında takıldığım zamanlar oluyor. Bu da fazla düşünmekle alakalı bir şey. Biraz oluruna bırakmak lazım. Bazen hiç hoşlanmadığım bir iş üzerinde olabiliyorum. O an onun iyi olmadığını düşünüyorum. Onu kapatıyorum ve bir kenarda bırakıyorum. Birkaç hafta sonra belki bir yıl belki daha kısa ya da uzun bir sürede o formu hazmetmiş oluyorum. Onun iyi olan ya da kötü olan bir takım olasılıklarını görüyorum. Ona göre bir sır oluşturuyorum. O sırla çözemediğim bir şeyleri çözmeye başlıyorum. Başlı başına yeni bir iş olabiliyor. Son derece sabırlı olmak lazım diye düşünürüm. Her zaman değil ama çoğunlukla benim beklentime cevap vermediği için yolculuk uzun sürebiliyor. Ürettiğim işi olduğu gibi kabul ediyorsam ya da anlamaya çalışıyorsam bu yolculuk fevkalade keyifli oluyor. En zoru bu sanırım. Sırla olan bir şey bu ve oradan çıkan şeyle bir miktar yaşamanız lazım. Ta ki onu olduğu gibi görene kadar. O zaman çerçevesi daha geniş bir bakış açısı geliştirebiliyorsun.

Aslında fikirle projeksiyon edilen şey arasındaki perdenin sanki bir miktar kalkması gerekiyor.

Çok doğru. Her sanat alanında sanırım böyle. Sinema örneğini düşünelim. Bir diyaloğun nasıl olması gerektiğini düşünürken orada bambaşka bir şey çıkabiliyor. Olanı kabul etme ya da etmeme seviyesinde bir düşünce biçimi gelişiyor. Yani ürettiğin şeyin kendisi ve sen arasında. Olan şeye dair bakış açınla muhasebe başlıyor. İlginç bir yere de gidebiliyor.

Hızlı karar verir misiniz peki?

Bazen. Bazen bir an da bir iş oluşabiliyor. Galerinin köşesindeki beyaz işler öyle oluştu mesela. Üç ayrı parça stüdyoda duruyordu. Her biri ayrı bir tarafta. Onları severek yaptım ama her birini tek bir iş olarak yaptım. Ne olacak bunlar diye düşünürken, kendi yollarını buldular. Evde, alttan ışıklı bir mimari çizim masası var. Üzerinde de güzel bir mavi cam var. Bu üçünü biraraya getirdim. Bunlar telkari bir iş. İnanılmaz ilginç bir süreçti. Onların içindeki tellerin bir şekilde yazı gibi olduğunu düşündüm. Bir de ayrıca porselen parçalarım vardı yazı gibi. Onları da etrafına koydum. Bir andı. Kısacık. Ama aylarca ayrı ayrı yerlerde oturduktan sonra biraraya geldiler. O yüzden kafanın içinde ya da kafanın dışında bir şeylerin ne vakit olgunlaşacağını kestirmek çok güç. O anı yakalamakla ilgili. Bazen yakalıyorsun.

Nermin Kura’nın “Kâhinin Ufukları” sergisini Galeri Nev – Ankara’da 8 Haziran’a kadar ziyaret edebilirsin.

0
1663
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage