08 HAZİRAN, ÇARŞAMBA, 2022

"Dilin, İmgenin ve İşaretlerin Taşıyıcısı" Kâğıdın Sessiz Eylemi

Kâğıdın kimyasal formülünden yola çıkarak izleyiciyi kâğıdın kavramsal ve biçimsel olarak ele alınışına dair bir yolculuğa davet eden ‘‘C6H10O5’’ başlıklı sergiyi küratörlüğünü üstelenen Gözde Mulla ve Özlem Tekdemir ile konuştuk.

Ankara’da yer alan KA: Görsel Kültür ve Sanatsal Düşünce için Mekân, Gözde Mulla ve Özlem Tekdemir küratörlüğünde ‘‘C6H10O5’’ başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergi kâğıdın kimyasal formülünden yola çıkarak izleyiciyi kâğıdın kavramsal ve biçimsel olarak ele alınışına dair bir yolculuğa davet ediyor. Sergide yer alan sanatçılar; Alptekin Soy, Aysel Alver, Çağrı Saray, Gözde Mulla, Melike Kılıç, Özlem Tekdemir, Sedat Akdoğan, Seniha Ünay ve Sultan Burcu Demir.

​Kâğıdın yaratıcı olanaklarını göz önünde bulunduran iki manifestodan oluşan sergi metniyle, küratöryel açıdan kâğıdın varoluşuna adeta bir övgü içeren yaratıcı bir seçki gözlemliyoruz. ‘‘C6H10O5’’  başlıklı sergi 13 Mayıs - 11 Haziran tarihleri arasında KA: Görsel Kültür ve Sanatsal Düşünce için Mekân’da izlenebilecek.

Serginizin adıyla başlayalım. Bu başlığa nasıl karar verdiniz?

Gözde Mulla: Serginin adı, kâğıdın kimyasal formülü. Bu formül sadece kâğıdın yapısında değil aynı zamanda bitki hücrelerinin temel yapısında da rastlanan bir formül. Bu serginin, bu sergi olacağını henüz bilmeden önce, yolun başındayken kâğıt ile ilgili pek çok düşünce vardı aklımızda. Bu biraz riskli bir alandı aslına bakarsan. Çünkü bugüne kadar kâğıdı temel alan pek çok sergi yapıldı. Fakat biz kâğıdın sanatçı kimliğimizle nasıl diyalog kurduğu üzerine eğildik. Kullandığımız en temel malzemenin hem biçimsel hem de kavramsal yorumlanışı üzerine düşünmeye başlamıştık. Nesnel bir yaklaşımı yadsıyamayacak kadar sıradan ve gündelik fakat öznel bir yaklaşım ile bakıldığında kavramsal bir araçtı. Dolayısıyla doğayı ve yaşamı kapsayan bir yapı olarak bu formül serginin adı oldu.

Özlem Tekdemir: Önce başka bir isim üzerinde duruyorduk aslında, sonrasında bu adın kavramsal açıdan maddenin özünü en iyi yansıtan isim olduğuna karar verdik. 6Carbon, 10Hidrojen, 5Oksijen doğada saf hâlde bulunan bu maddeleri işlemeyi insan keşfetmişti ve kağıtla ne yapacağına karar veren de yine insan olmuştu. Bu çok kadim ve kavramsal bir öyküye de gönderme yaptı. Tam istediğimiz gibi oldu kısaca.

© Gizem Çatal ve Duygu Gören

Yollarınız nasıl kesişti?

G.M.: Özlem ile akademik eğitim sürecinde yollarımız kesişmiş ama o dönemde birbirimizi henüz tanımıyorduk. Akademiden bir süreliğine uzaklaştığım, Ankara’da bağımsız bir sanatçı/yazar olarak ayakta/hayatta kalmaya çalıştığım bir aralıkta diyaloğa geçtiğim bir arkadaşım oldu. Birlikte yürüyüşler yapmaya, sergi gezmeye başlamıştık. Geçtiğimiz yaz Özlem’in aklındaki fikri paylaşmamız ile birlikte bu sergi ilk ortak projemiz oldu.

Farklı şehirlerden sanatçıları bir araya getirdiği ve izleyiciye sanatçıların yeni üretim işlerini izleme fırsatı sunduğu için oldukça değerli bir sergi. Bu sergiyi oluşturma fikri ve kavramsal çerçeve nasıl ortaya çıktı? 

G.M.: Aslında serginin ismi ile müsemma bir süreç oldu diyebilirim. Çünkü sonuçtan bağımsız olarak sürecin kendisi bir özdü. Kendi üretim pratiğimde olduğu gibi bu sergide de odaklandığım birkaç nokta vardı. Bir yanıyla pratiğimin bir parçası oldu diyebilirim. Özlem ile ortak noktamız kâğıt ile doğrudan temas hâlinde olmamızdı. Bu da tüm süreci kendiliğinden şekillendirdi. Kavramsal çerçeve bizi küratör olarak dışarda tutup yalnızca sanatçıları kapsayan keskin köşeli bir yapı olmadı. Tam aksine ilk önce kendimizi içine yerleştirdiğimiz, ardından mekânı, sanatçıları, izleyicileri ve söyleşileri ile birlikte gittikçe büyüyen son derece esnek bir çerçeve çıktı ortaya.

Ö.T.: İkimiz de kâğıt üzerine çalışıyoruz uzun süredir. Kâğıdın ne kadar dönüştürülebilir, esnek ve verimli bir malzeme olduğunu konuşuyorduk. Sanatçının isteklerine nasıl rahat cevap verdiğini. Dolayısıyla çalışma pratiklerimiz kâğıt üzerine olduğu için bu konuya odaklıydık zaten. Sergi metinleri yazdık ikimiz de ayrı ayrı.  Kendi bakış açımızdan kavramsal çerçeveyi bunlar oluşturdu. Orada kâğıda olan tutkumuzu anlattık her ikimiz de, doğadan gelen ve insanın dönüştürdüğü bu malzemenin farklı sanatçılar tarafından nasıl kavrandığını görmek, kendi sürecimize onları da dahil etmek istedik.

​Ana akımda İstanbul ve Ankara’da bu tür sergiler oldu. Ben de hep içinde olmak istedim o sergilerin. Keşke ben de bu sergilerde işlerimi gösterebilecek fırsatı bulabilsem diye iç geçirmişliğim vardır. Fakat bunun için bir küratörün radarında olmanız gerekiyor. Böyle bir şeyin olmasını beklemek çok yıpratıcı bir süreç sanatçı için. Zaman geçiyor siz üretiyorsunuz, kişisel sergiler açıyorsunuz ama hiçbir şey olmuyor. Sonunda şöyle bir kırılma yaşadım. Fark edilmeyi, görülmeyi beklemekle olmuyor. İçinde olmak istediğim sergiyi ben yapabilirim. Dolayısıyla içinde olmak isteyeceğimiz bir sergi yaratma fikrinden ortaya çıktı bu proje. Daha önce inisiyatif olarak beş, bireysel olarak da bir serginin küratörlüğünü yaptım. Bu konuda bir birikimimin oluştuğunu düşünüyorum. Her sergi yeni bir macera tabii. Bu Gözde’yle yaptığımız çift küratörlü ilk sergimiz. Sanatçının küratöryel bir kurgu tasarlaması zor fakat bazılarımız için süreç böyle gelişmek zorunda. Bunun yanında sanatçı olarak bana çok fazla artı değer katan da bir iş. Oldukça zevk aldığımı söyleyebilirim bu işten. Böyle devam etmeye kararlıyım.

KA Atölye, şehrin merkezinde vitrinleri ile izleyiciyle iletişime açık bir yerde konumlanıyor. Bu yönüyle sergi izleyiciyle nasıl bir iletişim kuruyor? Mekânı kullanırken nasıl bir sergileme yöntemi seçildi?

G.M.: KA, üzerine daha öncesinde yazdığım, keşfetmek için içinde bir süre geçirdiğim bir yerdi. Bu serginin kavramsal çerçevesi ile örtüşeceğine inandığımız bir yer oldu ve iyi ki orada yapmışız diyoruz. Bundan yaklaşık 11 ay önce sevgili Oğuz Karakütük ile sergi üzerine konuştuk, oldukça sıcak baktı ve bizim sürecimize dahil oldu. Ardından KA’nın tüm ekibi ayrı ayrı çok ciddi emek verdiler. Yani sürece öncelikle mekân ardından sanatçılar dahil oldu. Mekân, sanatçıları belirlemede önemli bir noktaydı aslına bakarsan. Çünkü KA, şehrin merkezindeki konumuyla ve sokağa temas eden mimarisiyle, yeni bir sergi deneyimi yaşayacağımızı bize söylüyordu. Beni en çok heyecanlandıran da buydu.

Vitrin, kendi formu (şeffaflığı) ile birlikte serginin bağlamına bir virgül koydu. Kâğıdın gündelik hayatın içinden gelmesi gibi mekân da sergiyi sokağa, gündelik olana taşıdı. Sanatçılarla ve mekânla 11 ay boyunca aktif bir iletişimimiz vardı. Ben sıklıkla İstanbul’a gidiyordum ve oradaki sanatçıların atölyelerini ziyaret etme fırsatı yakalamıştık. Hem onlarla tanışma hem de işler üzerine sohbet etme şansımız oldu. Atölyesine gidemediğimiz sanatçılar ile dijital ortamlarda bir araya geldik. Sergideki tüm işlere sanatçısıyla birlikte karar verdik diyebilirim. Bu bizim için çok iyi bir deneyim oldu. Şunu itiraf etmeliyim ki işler mekâna girene kadar nasıl bir sergi olacağını tam anlamıyla bilemiyor insan. Oğuz’dan mekânın planını aylar önce istemiştim ve işlerin görselleri geldiğinde dijital ortamda yerlerini belirlemeye çalıştık. Fakat elbette kurulum günü geldiğinde mekânı birebir deneyimlemek farklı sonuçlara çıkardı bizi. Dört duvar bir mekân olmaması heyecan vericiydi, e tabi biraz da tedirgin ediciydi. Ama dediğim gibi işleri seçerken mekânı göz önünde bulundurduğumuz için işimiz çok daha kolay oldu.

Ö.T.: Ka, adıyla çok hemhâl bir mekân. Serginin ruhuna uygun şekil alabilen, onun Ka’sına bürünebilen bir alan yaratıyor sanatçılar için.

Yaklaşık 10 aydır sürdürdüğümüz bir planlama ve projelendirme sürecinin sonunda gerçekleşti bu sergi. Sanatçıların işlerini seçerken, kâğıdı odağına alan, farklı tekniklerle üretilmiş işler olmasına dikkate ettik. Birçoğuyla da sergi sürecinde tanıştık, çalışmalarını bildiğimiz takip ettiğimiz sanatçılardı hepsi. Sergide yer alacak işlere karar verirken, boyutları ve yerleşimini kafamızda kurgulayıp birbirimizle paylaşıyorduk. Bazı sanatçılar mekâna özel işler ürettiler. Sakin ve ne söylemek istediğini bilen bir sergi olduğunu düşünüyorum. Popülerlik arayışında olmayan. Büyük cümleler kurmak istemeyen. Az ve öz konuşan bir sergi tasarımı yapmak istedik.

​Çok yapıcı ve iş birlikçi bir anlayış vardı tüm süreçte. Bu da sergiye yansıdı bence.

© Gizem Çatal ve Duygu Gören

Gündelik yaşamın içinde olan ve geleneksel bir ifade aracı olan kâğıdın yeniden yorumlanarak yaratıcı biçimlerle izleyiciyle buluşuyor olmasıyla popüler sergileme biçimlerinden uzak duruşunu nasıl yorumluyorsunuz?

G.M.: Kâğıdın tam da bu gündelik yaşamın içinde olma hâlinin dönüşümü/yorumlanması beni oldukça etkiliyor. Özlem’le düşündüğümüz şey bir yandan da merkez periferi ilişkisini sorgulamaktı. Ankara’da bu çapta bir sergiyi ana akıma kapılmadan nasıl yaparız diye düşündük. Kâğıt, bu anlamda da popüler kabul etmeyeceğimiz bir araç oldu diyebiliriz sanıyorum. Yaşamın bu kadar içinden gelen bir malzeme olması aslında biraz riskli tabi. Ama bu sergide kâğıdın dönüşümü/yorumu birbirinden farklı yansımalar yarattı. Serginin küratörü ve sanatçısı olmanın dışında bir izleyici olarak bendeki karşılığı böyleydi.

Ö.T.: Bu bir seçimdi kesinlikle. Dediğim gibi ne yapmak ve ne yapmamak istediğimizi çok iyi biliyorduk. Mekânın dönüşebilir olması ve sanatçılarla (bizim de sanatçı olmamızdan belki de) işlerin sergilenmesi konusunda çok açık ve empat bir diyalog içinde olmamızdan da olabilir. Çok planlı gittik, çok dinledik her aşamada hem mekânla hem sanatçılarla iletişim hâlindeydik, bir noktada tüm işler doğru yeri buldu diyebiliriz.

Sergi hazırlık sürecinde deneyimleriniz neler oldu?

G.M.: Hazırlık süreci, bu fikrin aklımıza düştüğü an başlamıştı. Ama elbette sergi tarihi yaklaştıkça zaman daha hızlı aktı. İşlerin Ankara’ya gelmesi, sanatçıların işlerini kurmaları, söyleşilerin organizasyonu, kurulumun sürprizleri, hepsi ayrı birer söyleşi konusu olur. Her şey bir yana bu süreci deneyimlemek çok güzeldi. Burada şunun altını çizmeliyiz bana göre, bu sergide daha önceden diyaloğumuzun olmadığı, uzaktan takip ettiğimiz sanatçılar vardı. Sen de bilirsin ki tanımadığın insanlarla çalışmak bir risktir. Fakat biz çok şanslıydık. Çünkü çalıştığımız sanatçılarla çok iyi bir iletişim kurduk. Her biri ile ayrı ayrı çok keyifli çalıştık. Süreci, bir sanatçı-küratör ilişkisinden ziyade kolektif üretim alanını yaratan bir yapı olarak, bir ortaklaşma alanı olarak ifade etmeyi seçtik. Bu da bize çok güzel diyaloglar kazandırdı.

Ö.T.: Küratöryel işlerde doğru iletişimin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mekânla ve sanatçılarla doğru diyalog kurmak ve yapıcı çözümler üretebilmek önemli. Sanatçı atölyelerine ziyaretlerimiz oldu. Bazı sanatçılarla da sergi öncesi oturup sohbet ettik.   Bu güzel bir deneyimdi. Bu buluşmalar, süreci sanatçılar için de bizim için de motive edici hâle getirdi. Ayrıca iletişim ağımızı genişletmek için de iyi bir deneyim alanı oldu sergi projesi. Sergide yer alan sanatçılar dışında da pek çok sanatçıyla tanışma ve kendimizi anlatabilme imkânımız oldu. Bu sergide Gözde ve ben güçlerimizi birleştirdik diyebiliriz. Çift küratörlü bir iş yapma deneyimini de yaşamış olduk. Birimizin gözünden kaçanı diğerimiz gördü. Birlikte karar alabilmenin, bakış açılarımızı ve iş birliği yeteneğimizin geliştiğini söyleyebilirim.

Sergiyi deneyimleyen izleyicilerden nasıl geri dönüşler aldınız?

G.M.: Ankara izleyicisi, dışardan gelen izleyiciler ve sosyal medyadan sergiyi görüp etkileşime geçen pek çok izleyici oldu. Bu bize sürecin devam ettiğini hissettiriyor, tam da istediğimiz gibi. Genel anlamda olumlu eleştiriler aldık diyebilirim. Şunu da itiraf etmeliyim, beni (sanatçı kimliğimle) tanıyan birkaç izleyici/sanatçı sergi ile üretim pratiğimi çok yakın bulduğundan da söz etti. Bu, aklımda kalan yorumlardan birisi oldu ki aslında Özlem ile sohbetlerimizde değindiğimiz pek çok şeyi gerçekleştirdiğimiz bir sergi oldu, dönüşler de bu çerçevede hep olumluydu. Ama belki iyi bir eleştiri yazan da olur, bunu açık yüreklilikle isterim doğrusu.

Ö.T.: Şimdiye kadar oldukça iyi eleştiriler aldık. En azından bize gelen olumsuz bir dönüş olmadı. İzleyeni yormayan, odağı çok net ortaya koyulmuş, fakat kavramsal açılımları çok geniş bir sergiydi. Genel olarak bu yönde oldu dönüşler.

Böyle bir şey yapıp ortaya çıkarmak cesaret de gerektiriyor. Mutlaka eleştiri olacak.  Bu da çok geliştirici bir şey. Nihayetinde konfor alanımızın dışında bir şey yaptık. Küratöryel bir şey yapmayı kastederek söylüyorum.

© Gizem Çatal ve Duygu Gören

Sanatçı kimliğinizle, kâğıt sizin için ne ifade ediyor?

G.M.: Kâğıt bir başlangıcı işaret ediyor benim için, tıpkı doğduğum evin sıfır noktası olması gibi. Kâğıdın boşlukla olan ilişkisi yaşamın boşluklarını ve ses ile ilişkisini yansıtıyor ve bu bana çok etkileyici geliyor, bir öz gibi. Yaşamımda bıraktığım kimi boşluklara benzetiyorum. Az eşya, az insan, az ses. Kocaman bir gökyüzünün altında uyumak ve uyandığında yüzüne yağan boşluk gibi. Biraz zen diyebilirim belki burada. Kâğıdı imge ya da dil ile sayısız olasılıkta buluşturabiliyorum, ne zaman ya da nerede olursa olsun.

Ö.T.: Yapıt bir düşüncenin bir kültürün, bir yorumun taşıyıcısı. Bu bağlamda kâğıt, sonsuz olasılıklarla dolu bir malzeme. Sanatçıya çok fazla alan açan, deneysel, oyuncu ve çok yalın. Doğadan gelen ve tekrar doğaya dönebilen, bu yapısıyla sürdürülebilirlik için de bir o kadar elverişli. Kâğıt size siz olmanız için izin veren bir malzeme, bilgileri kaydetmek, taşımak ve saklamak için mükemmel bir araç. Bilginin aktarılmasında, çoğalmasında, insanı insan yapan hikâyelerin nesilden nesile kayıt altına alınabilmesinde büyük rolü var. Bu bağlamda çok kadim, çok değerli.

Ben işlerimde, bu malzemeye yeni bir bağlam kazandırarak, yeni bir hayat verdiğimi düşünüyorum. Özellikle bu sergideki işlerde oldukça belirginleşti bu yaklaşım. Kâğıt çoğu zaman bir kurtarıcı, bir yoldaş benim için. Düşündüğüm bir imgeyi ya da yeni oluşan bir fikri kaydedebilmek için görsel ya da sözel notlar almak için mutlaka yanımda bir not defteri taşırım. Bunlar eskizlerle ve bazen yapılacak gündelik işlerle dolar. O defterler benim için çok değerlidir. Geriye dönüp baktığımda hayatımın o dönemini anlatan, yaşatan çok şey içerir. Kâğıt tüm bu yaşantılarımın tanığı yol arkadaşıdır.

​Bu bağlamda yazdığım sergi metninin bütün hâlini de paylaşmak isterim. Bakış açımı daha net ifade eder diye düşünüyorum. Teşekkürler bu fırsatı tanıdığınız için.

1. Gözde Mulla
2. Özlem Tekdemir

Sergi metinleri:

Gözde Mulla:

6 Karbon, 10 Hidrojen ve 5 Oksijen atomunun bir araya geldiği bu yapı; kâğıdın kimyasal formülü. Bu, aynı zamanda bitki hücrelerinin temel yapısını oluşturan bir formül. Doğayı, dolayısıyla yaşamı kapsayan bir yapı. Bir biletten paraya, fişten fotoğrafa kadar genişleyen bir ölçekte yer alan kâğıt, biçimsel ve kavramsal olarak ifadeyi aktaran bir araçtır. Gündelik yaşamın içinde, bir şeylerin üstünde, altında, yanında, arasında, karşısında, etrafında yer alır. Dilin, imgenin ve işaretlerin taşıyıcısıdır.

Kâğıdın formülü bir özdür ve bu öz, kâğıdın yaşamla birlikte sanattaki karşılığına da işaret eder. Bir başlangıç noktası olarak kabul edersek, kâğıt, biçim ve içerik bağlamında yazmak, çizmek, yırtmak, buruşturmak, kesmek, yakmak, katlamak gibi çeşitli eylemlilik hâli sunar. Sürecin beraberinde getirdiği çeşitlilik ile birlikte kâğıt, sanatçısının ve kendisinin içinde bulunduğu bir bağlam kurar.

Serginin formülü, kimyasal olan ‘öz’ün fiziksel karşılığı olarak Ankara’da bir mekâna, Ka’ya sirayet eder.

Özlem Tekdemir:

Kâğıdın bileşenlerini gösteren bu formül, aynı zamanda bitkilerin hücre yapısının büyük kısmını oluşturur. Döngüsel bütünlük içinde yaşayabilen bir gezegende, yaşam sürekliliğine zarar vermeden hayat bulan bu madde, malzeme ve kavram olarak sergideki işlerin odağında bulunur. Esnek, kırılgan, güçlü, kapsayıcı, sürdürülebilir yapısıyla birlikte bir malzeme olarak kâğıt, sanatçılara sonsuz olasılıklar sunar. Fiziksel evrenin parçası olan bir maddenin yapısal dönüşümüyle oluşan kâğıdın, sanat pratiklerinde hayat bulan, bireysel tercihlerle şekillenen, yeni bir hayatı vardır artık. Bakılan, izlenen, dokunulan, kavranan bu varlık, yaşam döngüsündeki yeni hikayesine böyle devam eder. Bir sonraki aşamaya kadar…

Her biri birer kültür nesnesi olan sanat yapıtları, doğası gereği, yaşadığı çağın argümanlarından beslenir, onları deneyimler ve dönüştürür. Malzemenin kullanımı da elbette bununla bağlantılı olarak değişir. Günümüzde yeniden keşfedilen ve birçok sergide hem konu hem de malzeme olarak bir bağlam oluşturan kâğıt, Ankara merkezli bir sergide, ana akım dışında akan sanat ortamında, popülarite ve bunu besleyen sistem ağından uzak, üreten ve var olan sanatçıların işlerinin görünürlüğü için bir atmosfer yaratmayı da amaçlayarak projelendirildi. Sergide, kendi pratiklerinde kâğıdın yaratıcı olanaklarını keşfetme çabasında birbirinden farklı üretimler yapan sanatçılardan bir seçki oluşturulmaya çalışıldı.

​Bu süreçte davetimizi kabul eden sanatçılara ve iş birliği için Ka Atölye’ye teşekkür ederiz.

0
4835
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage