Ellerini açmış yakaran, gözleri kapalı, vücutları çelimsiz, şeffaf bir sıvının içinde durmaya çalışan, beyaz kıyafetli çaresiz adamlar ve kadınlar… Uzun yıllar pek çok dergide karikatürleriyle yer alan Bahadır Baruter’in x-ist’te 23 Ocak’a dek sürecek “Mukadderat” isimli sergisindeki heykel serisi bu figürlerden oluşuyor. Önceki sergilerinde günümüz insanının aile ve ev kurma süreciyle ilişkilerini inceleyen sanatçı, bu kez iş dünyasının yükü altında ezilenlere odaklanmış. Üstelik ilk kez bir heykel serisiyle karşımızda...
Bugüne dek kişisel sergilerinizde toplum içindeki kurumlara ya da gruplara dair bunlar içindeki karakterler üzerinden yorumlarda bulundunuz. Bu kez iş hayatındaki insanların hallerini ele alıyorsunuz. Nasıl buna odaklandınız, süreç nasıl ilerledi?
Belki karikatürün alışkanlığı olan eleştirel bakış, sosyal hassasiyet ve çevreyle ilgili bir yorumlama, bir tabuyu başka tarafından göstermek gibi içten gelen heyecanlar bunlar. Çok kişisel şeyler yapmaktan çok zevk almıyorum. Aile, ev hayatı, tüketim konformizmini ele aldıktan sonra, burada iş hayatı, iş dünyasının insanları var. Bundan sonra da daha çok iktidar kavramı üzerinden gideceğim. Belki de 25 yıl boyunca karikatür yapmamın bunda etkisi var. Resim, heykel yaparken de karikatürist gibiyim, ya da karikatürlerimi çizerken de hep resme, heykele öykünmüş gibi durdum.
O 25 yılın tamamının sadece karikatür çizmekle ilgili olmadığını tahmin ediyorum. Eserlerinizi galerilerde görmediğimiz yıllarda resim ve heykelle ilişkiniz nasıldı?
Bir karikatür çizeri olarak belki plastik sanatlarla ilgili bir eğitim aldığım için, hep resim yapar gibi davrandım karikatür karesine. Kompozisyonuma hacimli, derinlikli bir espas kurmaya çalışarak hep resim gibi yaklaştım. Öyle motive oldum, öyle zevk aldım. Belki de heykel yapmak ister gibi, hacmi çok zorladım. Üç boyutlu yanılsamasını vurgulamak istedim.
İlk kez heykel eserlerinizi görüyoruz bu nasıl bir duygu?
Aslında resim yapmadan da önce çocukluğumda heykel yaparmışım, hep oyun hamurlarıyla oynadığım bir dönem vardı. O bir yerde susmuş, durmuş, sönmüşken tekrar ortaya çıktı. Orta yaşla birlikte çocukluğumun enerjileri geri gelmeye başladı belki de. Resim yaparken ertelediğim bir şeydi heykel yapmak... Şu da var ki, bu sergide anlatacağım şey, etiyle butuyla, cismiyle, hacmiyle karşımıza çıkması ve yanından, üstünden, altından bakılıp görülmesi gereken bir şeydi. Buna rağmen yine resimdeki gibi bir derinlik de var. Dokunabileceksiniz gibi durmayan işler bunlar. Açıkçası yaptıklarım bir anda karikatür, resim, heykel olabiliyorlar. İçten bir şey de böylece ortaya çıkıyor. Doğal, kendi halinde… Elimden geldiğince dürüst olmaya çalışıyorum becerilerime karşı. ‘Şöyle bir şey yapmalıyım,’ diye değil de, ‘İçimde bunu yapmak isteyen bir şey var, onu ortaya çıkarayım,’ güdüsüyle hareket ediyorum. O yüzden beni heyecanlandıran samimi bir ilişki kuruyorum yaptıklarımla. İzleyiciye belki bu yansıdığı için beğeniliyor diye düşünüp mutlu oluyorum.
“Orta yaştan sonra bazı heyecanlar geri döndü” dediniz. Birçok sanatçı için bir yaştan sonra yapılan üretimin yeri çok farklı. Siz nasıl görüyorsunuz yaşınızla üretiminizin ilişkisini?
Benim yaşımda yavaşlayıp, yorulup, geri çekildiği de oluyor insanların. Ama bende bunun tam tersi oldu. Belki çocuksu ruhun, yaklaşımın etkisi… Ertelediğim şeyler üzerindeki yükleri atıp ortaya çıkıyorlar. Sanki süt dişleri çıkıyor insanın… Gene dürüst olmanın sonucudur belki de bu da.
Peki, üretiminize karşı dürüst olmak ne demek? Dürüst olmamak ne anlama geliyor?
Piyasa koşullarında bir kariyer çizgisi çizmeye çalışmak mesela dürüst olmamak, bu çok korkunç olabilir. Bir şeyin satılıp satılmaması, bakan gözün ne hissedeceğiyle ilgili hesaplar, çok olumsuz şeyler örneğin. Elbette bu da var, bundan kurtuluş yok ama bunu ne kadar dikkatli bir yerde tutarsak o kadar iyi. Piyasa koşulları gerçeklerini çok kapı dışarı etmesek de, mümkün olduğunca kapının eşiğinde tutmak gerekiyor.
Düpedüz kapı dışarı etmek gerekmiyor mu?
Bu çırılçıplak sokakta dolaşmamamız kadar net bir gerçeklik. “Toplumu hiçe sayarak sokakta ne kadar özgür olabiliriz” sorusuna verilecek yanıtın sınırları gibi… Piyasa yaratıcılığa hükmedebilen, etki edebilen, baskılayıcı bir şey, en yakınındaki en büyük tehlike. İç sesini dinlemek becerisi bunun üstesinden gelebilir.
Sizin karikatür çizerken içinde olduğunuz çevreyle şimdi bu eserleri sergilediğiniz dönem içinde olduğunuz çevre arasında bir fark var mı?
Aslında hiçbir şey değişmedi çünkü ben sanat çevresiyle ilişki halinde değilim. Arkadaş çevrem de sanatçılardan oluşmuyor. Hala karikatüristlerle arkadaşım. Çünkü onlar birlikte varlar, birtakım oyunu içinde yer alıyorlar. Onların bu hali mesleklerinin bir parçası… Sanatçılar ise tekil varlıklarıyla benim o arkadaş çevreme hiç benzemiyor. Sanatçı yalnız, sanat için gerekli olan budur belki, ama mizahçı yalnız değildir. Hepsi aynı odada karikatür çizer, eserler de yan yana durur, benim köşemin yanında ötekinin yazısı yer alır. Ancak birlikte yakılan bir ateş vardır orada. Sanat dünyasında bu yok.
Bu dediğinizin tam tersi olan, birlikte eser üreten, ortak eser paylaşan sanatçı grupları da var sanat tarihinde. Bahsettiğiniz durum, bugünkü koşullara ait sanki. Bugün sanatçıyı yalnızlaştıran bu koşullar, aslında tüm toplumdaki bireyi yalnızlaştırıyor. Tam da bu noktadan sergideki heykellerde gördüğümüz figürlerden onlar üzerinde toplumun etkisinden bahsedebilir misiniz?
Bunlar esnaf, beyaz yakalı, gazeteci ya da sanatçı olabilir, herhangi bir iş disiplininde kendini tam da çok özgürce ifade edemediği halde bir şeyin içinde özgür gibi duran ama aslında hiç özgür olmayan insanlar. Günümüzün işçileri aslında… Ezilen insanlar, toplumun tümüne hükmeden o dokuyu oluşturuyorlar. Herkesin bu insanlara belli bir bakışı ve yargısı var. Çok özel bir şey, beylik laflar söylemiyorum, bunun sanatsal ifadesinin nasıl olacağıyla ilgileniyorum. O beylik ifadelerle estetik bir yaklaşım bir araya gelirse bu sanat oluyor ve o beylik hikâyelerin içinde bir ufuk açıyor, sorular soruyor, o andan itibaren sanatçı da tanımlayamadığı bir şeyle ürünü olarak yüzleşip kendisi de bir aydınlanma yaşıyor. Bunları yapmadan önce böyle olacaklarına dair bir bilgiye sahip değildim. Yapma sürecinde karşıma çıktılar. Cümlelere sığmayacak olan şeyi plastik ifadeler hem bana hem de birçok insana söyleyebiliyor. Dilin yetmediğini söyleyen şey sanat oluyor. Büyüleyici olan bu, bununla ilgili kurabileceğim ahkâmlar değil.
20. yüzyıl boyu birçok eserde yer alan, akıllarda yer etmiş, yukarı, geleceğe bakan gözleri, kocaman elleriyle güçlü bir işçi sınıfı tasviri vardır. Buradaki figürlerde, sizin işçi, beyaz yakalı tasvirlerinizde alıştığımızın aksine minicik eller, kapalı gözler ve çaresizce ana rahmine dönmüş gibi duran figürler görüyoruz. Bu insanın geldiği yeri hali de ortaya koyuyor gibi geliyor.
O güçlü, pazılı, koca elli, kuvvetli insanın yerini tam tersi en baştaki fetüs formuna dönen insan alıyor. Aynen böyle… Bir yandan da bunlar Tanrısallaşmak yerine kullaşıyorlar, ezilerek, yalvararak, içlerine dönerek çaresizleşiyorlar, çok zayıf ve biçare bir hal… Belki biraz da ölümü çağrıştırıyor.
Röportajın başında sonraki işlerinizde iktidar kavramından bahsedeceğinizi söylediniz. Bunu biraz açabilir misiniz, iktidar kavramını nasıl ele alıyorsunuz, bundan sonraki işlerde nasıl göreceğiz?
İktidar kavramını eleştirel olarak ele alıyorum. Ama meslek hayatımda iktidara benzeyen konumlarda bulundum tezat şekilde. Editörlük yaptım, yayıncılık yaptım, abilik yaptım… İçinden de baktım, dışından da baktım. Kaçınılmaz ama çok yaralayıcı bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Daha güçlü olanla zayıf olan arasında hemen kuruluveren köprünün adı iktidar… Yaradılışımıza sinmiş olsa da bir gün sanki terk edecekmiş gibi duran ama asla terk etmeyeceğini bildiğimiz, hep kavga halinde olduğumuz bir gerçeklik. Politik olarak anarşist eğilimleri olan o felsefeye yakınlık hisseden birisiyim. Tam da öyle olamadığımı bildiğim halde öyle durmaya çalışıyorum. Madem sanat gibi ayrıcalıklı bir enstrüman var elimde, onu evriltebiliyorum, evirip çevirebiliyorum diye de kendimi şanslı hissediyorum.