Borusan Contemporary, Perili Köşk’te doğanın bize göre içerdiği çok farklı anlamlarla ilgili farklı perspektifleri sunan (re)Constructing Nature adlı projeyi ağırlamaya hazırlanıyor. NOHlab (Deniz Kader&Candaş Şişman), Amy Salsgiver-Dorsay, Osman Koç ve NOS Visual Engine beraberliğinde gerçekleşecek olan proje; ses, görüntü, performans alanlarında disiplinlerarası bir deneyim sunuyor. Bu eşsiz deneyimi kaçırmamak için 18 Haziran Cumartesi saat 20:30’da Borusan Contemporary’de olmayı unutmayın.
Borusan Contemporary’de ilk defa bir performans gerçekleştiriliyor. Farklı medyalar arasındaki simbiyotik, insan ve dünya arasındaki sürekli değişen ilişkiyi yansıtan (re)Constructing Nature; kendi alanında uzman yaratıcı sanatçıları ortak noktada buluşturuyor. Solo perküsyoncu saksı, çapa ağzı, marakas, apmplifiye kaktüs ve Afrika ksilofonu gibi geleneksel olmayan enstrümanlarla müzikal paleti yaratıyor. Doğada bulunan matematiksel modellere dayalı, bilgisayarda hazırlanmış görseller form, renk ve harekete dair ipuçları veriyor. İmgelerin gerçek zamanlı olarak görselleştirilmesiyle görsel üretim süreci bir enstrümana dönüşüyor ve sesle manipüle edilebilir hale geliyor. Etkinlik öncesi sanatçılarla sohbet ettik.
NOHlab (Deniz Kader&Candaş Şişman)
Haydarpaşa’ya yansıttığınız etkileyici yansıtma Yekpare ile büyük ölçüde tanınırlık kazandınız. Ama aslında 2011 yılında kurulan NOHlab, yurt içinde ve yurt dışında birçok fuar, festival ve sergiye dahil olan aynı zamanda kabarık bir arşivi olan bir stüdyo. Siz çalışma disiplininizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Evet, Yekpare en çok bilinen işimiz diyebiliriz, fakat belirttiğiniz üzere NOHlab’ in kurulumundan itibaren yurt içi ve yurt dışında birçok proje gerçekleştirdik. Bunlardan en önemlileri: Avusturya'da yeni medya sanatının mabedi olarak kabul edilen Ars Electronica Müzesi içerisinde gerçekleştirdiğimiz Deep Space Music isimli görsel&işitsel performans, Pink Floyd’un gezici sergisi için geliştirdiğimiz görsel-işitsel enstalasyon, Prag’ta bulunan Rudolfinum konser salonuda Çek Flarmoni Orkestrası ile birlikte gerçekleştirdiğimiz Sim Nebula indoor video mapping projemiz ve Chanel firmasının farklı ülkelerdeki mağazalarının içi için ürettiğimiz video enstalasyonları diyebiliriz.
Pek çok farklı disiplini barındıran bir yapımız var, yeni medya diye tabir ettiğimiz alanda ürettiğimiz işleri birden çok disiplini bir araya getirerek ortaya çıkarıyoruz. Proje geliştirdiğimiz alanlar; deneyim tasarımı, görsel işitsel performans ve enstalasyonlar, animasyon ve video mapping. Yaklaşım olarak ise imgelerden ve direkt anlatımlardan kaçınan, daha çok dolaylı anlatımları tercih eden, bu yüzden soyut betimlemelere kayan, izleyiciye farklı deneyimler yaşatmaya odaklanmış bir yapımız var. İzleyiciye bu yaşadıkları deneyim üzerinden anlatmak istediğimiz temayı aktarmaya, faklı algılara aynı anda hitap etmeye çalışan, alışılagelmiş anlatım dilinden ve kitschliklerden kaçınan, içerisinde pek çok farklı tekniği barındıran, estetik olarak sadeliği ön planda tutan bir yaklaşımımız olduğunu söyleyebiliriz. Bunun gelişimi açıkçası çok uzun seneler içerisinde oldu, yani geleneksel sanat geçmişimizden başlayıp dinlediğimiz müziklerden etkilenmemize ve yapmaktan zevk aldığımız şeyleri keşfetmemize kadar birçok etken oldu. Fakat genel olarak organik bir şekilde, plansız olarak gelişti diyebiliriz.
Yeni medya konusundaki başarılı birçok ismi bir araya getiren “Dalgalar” sergisi ve Contemporary İstanbul’un Plug-in bölümünde çalışmalarınız sergilendi. Ama aynı zamanda yurt dışında da birçok projede yer aldınız. Türkiye’de hâlâ gelişmekte olan yeni medya disiplinini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle yeni medya disiplininin tam olarak tanımlanabilmesinin zor olduğunu ve aslında bu durumun onu değerli kıldığını düşünüyoruz. Anlamını ve formunu sürekli değiştirebilen organik bir yapıdan bahsediyoruz. Bazen dijital forma bürünen, bazen fiziksel ve bazen de ikisinin birleşimi bir form. Kendisini de çevresindeki değişime göre sürekli olarak yenileyen ve başkalaşan bir yapı... Yeni medya çok geniş bir çerçeveye sahip. Bu çerçeve içerisinde sanat, bilim, teknoloji ve felsefenin kullandığı yöntemlerin ve bunları kullanan kişilerin birliktelikleri ve ilişkileri ile ortaya çıkan sayısız kesişim kümesi yer alıyor. Dijital ve yeni medya sanatlarının, günümüzdeki en güncel sanat pratiklerinden olduğunu söyleyebiliriz. Bu da yeni medya sanatlarının, çağdaş sanata öncülük yapabilme potansiyelini gösteriyor.
Biz yeni medya sanatında var olan, deneyim odaklı işler üreten, teknolojinin sanatla olan ilişkisini sorgulayan ve sanal gerçeklikle fiziksel gerçek arasında köprü kurup, melez gerçeklikler yaratmaya çalışan bir noktada durmaya çalışıyoruz. Türkiye’de kendimizi bu akımın yeni yeni kendine yer bulabilmesini sağlayan üretim ekiplerinden biri olarak görüyoruz.
Türkiye’de ise yeni medya disiplininde genel olarak gelişme söz konusu. Özellikle sanat ve teknolojiyi bir araya getiren yeni medya disiplininin, Contemporary İstanbul’da özel bir bölümü olması çok önemli. Bu sayede genel izleyici alışılmış olanın dışında güncel sanat projeleri deneyimleyebiliyor. Ayrıca Borusan gibi bazı kurumların yeni medya sanatına yatırım yapmaları, her geçen gün yeni medya üzerine kafa yoran sanatçıların ve küratörlerin artması önemli gelişmeler.
NOhlab (re)Constructing Nature projesinin görsel kısmında yer alıyor. Proje için hazırladığınız görsel tasarımdan biraz bahsedebilir misiniz?
Osman ile birlikte uzun zamandır geliştirdiğimiz, gerçek zamanlı görsel üretebilen NOS programını kullanarak, Amy’nin icra edeceği bestelerin ses frekansları ve hissiyatlarını görselleştirmeye çalışacağız.
Bizim bu projedeki rolümüz görsel tasarımları ortaya çıkartmak, ortaya çıkan hareket tasarımının, estetiğinin yönetilmesi, ses ile görselin ilişkisini güçlü bir zemine oturtmak ve ortaya çıkan enstürmanı icra etmek. Osman ile bütün bu parametreleri tartışıp, kodlama ve programlama tarafını Osman’ın parmaklarına bırakıyoruz. :)
Görselleri tasarlarken en önemli parametremiz ise; doğanın basit çalışma prensiplerini, sanal ortamda nasıl tekrar simüle edebileceğimizi ve başkalaştırabileceğimizi düşünmek oldu. Aslında bu kodlamanın temelinde yatan bir prensip, yani insanlık içinde bulunduğu doğayı her zaman anlamaya çalışıp bunu başkalaştırmak istemiştir. İşte kodlama bu noktada insanlığa bu imkânı veren bir dildir. Bu yüzden projenin ismi: (re)Constructing Nature. Biz doğanın işleyişini sağlayan basit prensiplerden nasıl karmaşık sistemler oluştuğunu ve bunun aslında ne kadar doğal ve kaotik bir süreç olduğunu vurguluyoruz. Görselleri tasarlarken kullandığımız bir başka önemli yöntem ise basit/tek bir elementi alıp, bu elementi kopyalayarak çeşitli kompleks modeller oluşturmak oldu. Bu görselleri performe ederkenki süreçte ise izleyici işitsel deneyim ile birlikte görsel deneyimi melez bir algı olarak deneyimleyebilecek ve ortak bir deneyim sürecinin parçası haline gelebilecek. Çünkü görseller müzik ile etkileşimli şekilde, bizim performans sırasında vereceğimiz anlık kararlara göre tıpkı bir müzik enstürmanını doğaçlama şekilde çalarmışçasına başkalaşacak.
Yakın dönem çalışmalarınız arasında neler var?
Aslında geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Müzik Festivali kapsamında, Süreyya Operası’nda Hezarfen Ensemble & Zeynep Tanbay ile birlikte, multidisipliner bir opera&müzik tiyatrosu gerçekleştirdik. Biz de sahneye yansıtıcı yüzeyler ve led screen ile bir video enstalasyonu kurduk ve performans sırasında müzik & dans & hikayeyi destekleyici bir unsur olarak kullandık. Önümüzdeki projelerden bazıları ise: Belçika’da üzerinde çalıştığımız kinetik bir enstalasyon. Bu enstalasyon dört adet endüstriyel robot, screen ve ses sisteminden oluşuyor. Robotların programlanmasıyla ekranları hareketli hale getirerek görsel işitsel bir deneyim ortaya çıkartacağız. Bunun dışında eylül ayında yurt dışında gerçekleştireceğimiz bir havalimanı açılış performansına hazırlanıyoruz. Bu projede ise 300 metrelik havalmanı binasını görsel ile giydirip izleyicilere 15 dakikalık görsel & işitsel bir deneyim yaşatacağız.
Amy Salsgiver-Dorsay
Geleneksel olmayan aletler kullanarak müzik yapıyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Keşke enstrüman olmayan şeyleri kullanmanın benim fikrim olduğunu söyleyebilseydim! Performansta çalacağım her şey bestelenmiş parçalar. Bu tarz solo perküsyon repertuvarının kökleri erken 20. yüzyıla dayanıyor denilebilir. Soyut resim, fütürizm, dadaizm ve somut müzik sanatın doğasıyla ilgili soruların sorulduğu, romantik normlara karşı çıkıldığı bu dönemde yer alan akımlardan sadece birkaçı. Herhangi bir ses müzik olabilir ve perküsyon, bestekârların egzotik ve endüstriyel ses kaynaklarını kullanarak deney yapabildiği bir alan haline geldi.
Size ilham veren her materyal enstrümanınız olabilir mi? Bu konuda seçimleriniz nasıl ilerliyor?
Saksı, deniz kabukları, araba parçaları ve bahçe aletlerinden oluşan ve her gün büyüyen bir koleksiyonum var ve bu eşyaları farklı çalışmalarımda kullanıyorum. Eskiciye, oto sanayiye, hırdavatçıya, davul dükkanından daha sık gidiyorum. Gezi’den evvel mutfaktan tencere ve tava yürüterek performanslarımda kullanıyordum.
Ceylan Ertem ile bir videonuzu izlemiştim. Yeni nesil genç Türk müzisyenlerle ilgili neler düşünüyorsunuz? Ortak projelerde yer aldığınız isimler var mı?
Yeni kuşak Türk performans sanatçılarını ve bestekârlarını desteklemek istiyorum. Ceylan Ertem, Şirin Soysal ve başka birçok sanatçıyla birlikte performanslarım olmuştu. Çok eğlenmiştik. Bana en büyük destek İTÜ MIAM’dan geliyor; burada perküsyon hocalığı yapıyorum ve aynı zamanda beste departmanıyla da çalışıyorum. Programdaki parçalardan bir tanesi MIAM Sonik Sanatlar Öğrencisi Görkem Özdemir ile birlikte ürettiğimiz ve üzerine çalışmaya devam ettiğimiz bir parça.
(re)Constructing Nature projesi sizin için neler ifade ediyor, bize projeden biraz bahsedebilir misiniz?
Bu performans için seçtiğim her parça insanlık ve doğa arasındaki ilişkinin farklı bir boyutunu gösteriyor. John Cage’in Child of Tree’si, sadece kaktüs gibi bitki malzemelerini ve doğadan alınmış objeleri kullanıyor. Frederic Rzewski’nin To The Earth’ü Homer’in yeryüzünü övdüğü bir metnini okurken saksılar ile çalınıyor. Gana’nın geleneksel ksilofonu olan gyil’i çalacağım. Gyil; sunta parçaları, su kabağı ve örümcek ağlarından oluşuyor. Bu müzik ile doğa arasında derin bir bağ var. David Lang’in The Anvil Chorus’u belirlenmemiş metal parçalarını kullanarak tokmak aracılığıyla çalınıyor ve aynı zamanda ayak pedallarını kullanmaya da olanak sağlıyor. Bütün bu metal parçalarına karşı iki parça ahşap da bestede kullanılmış. Endüstriyel şehir ormanı hakkında düşündüren bir parça olduğunu düşünüyorum; doğa küçük bir parçayı kaplasa da orada ve inatçı.
Yakın dönem çalışmalarınız arasında neler var?
Sezon bitmek üzere ama oldukça yoğun geçti; Hezarfen Ensemble, sa.ne.na perküsyon ve Borusan Orkestrası ile çalıştık. NUZOHITOLIA triosu ile yeni bir repertuvar üzerine çalışıyorum. NUZOHITOLIA: MIAM’daki iş arkadaşım, bestekâr-pianist Reuben de Lautour ve flütçü Filiz Karapınar ile birlikte oluşturduğumuz bir grup. Oldukça kişiselleştirilmiş ve güncel bir repertuvar ile canlı elektronik ve multimedya ile geniş bir çalma teknikleri üzerine çalışıyoruz.
Osman Koç
İskele47’nin kurucularından birisiniz. Yaratıcı teknoloji uzmanı ve yeni medya sanatçısı olarak tanıyoruz sizi. Neler üzerinde çalışıyorsunuz, biraz bahsedebilir misiniz?
Dönem dönem üstüne düştüğüm konular çok değişiyor. Teknolojiyi kendimi ifade etme aracım olarak kullanıyorum. Biosensörlerle etkileşim arayüzleri yaratmayı seviyorum. Sistemi değiştiren verilerin kullanıcıdan olup, kullanıcının bu veriler üzerinde çok kontrolünün olmaması kullanıcıyı ters köşeye yatırıyor. Sanırım genel olarak teknolojinin psikolojimizi bozduğu yönleri yine teknolojiyi kullanarak göstermeye çalışıyorum. Ama tabii iskele47’yi açtıktan sonra bakış açım çok değişti. Belli fikir ve ideolojilerin fiziksel mekâna dönüşmesi, büyük bir özgürlük yaratıyor. Bir yandan da mekânı koruma içgüdümle savaşıyorum. Mekânın sirkülasyonu çok yüksek, sürekli bir öğrenme, öğretme hali var içeride. Aslında hepimiz akıl sağlığımızı koruma peşindeyiz. Yapmak istediğin bir şeyi istediğin zaman yapabiliyor olmak bu konuda çok önemli tabii.
Bir dönem atölyede üniversite dersi verdim, birçok sanatçı arkadaşımla beraber işler yaptık veya işlerine yardım ettim. Sonuç olarak içinde bulunduğumuz kültürü geliştirmeye, yaymaya çalışıyorum. Maker hareketi bunun bir parçası. Özellikle Anadolu’daki üniversitelere gidip konuşmalar yapmaya çalışıyorum. Yılbaşından beri açık kültür alanında benim için çok önemli biri olan Aaron Swartz’ın yazılarını Türkçe’ye çevirdim. RobotEl projesinin gönüllülerinden oldum, 3b yazıcı ile protez kol yapmak yıllar boyu bir yandan araştırma geliştirme yapacağım bir alan oldu. Velhasıl teknolojiyi endüstriyel çevçeveden çıkarıp, hayatın farklı alanlarında denemeler yapıyorum diyebilirim.
Nedir bu maker hareketi?
Maker hareketi bir yandan kendi üretimini günümüz teknolojileriyle geliştirmeye çalışan insanların olduğu bir yer, yani herhangi bir meslek bağlamında değil, daha çok sıfat gibi. Diğer yandan da teknolojiyi kullanarak kendi fikirlerini, takıntılarını fizikselleştiren insanların yeri. Günümüz dijital üretim metotları sayesinde bir fikrin prototipini yapmak, sunumunu hazırlamaktan daha kolay hale gelmesinin yarattığı üretim patlaması. Arge ve inovasyonun enstitü, üniversite ve sanayinin dışında küçük atölyelerden de çıktığının bir göstergesi. Bu yüzden bir yanı girişimcilik ve startup dünyalarına çok yakın, ama “işin tutması” gibi bir kaygısı yok. Diğer yandan da sırtını açık kaynak ve kendin yap kültürüne yaslıyor. Benim için çok güzel bir oyun alanı. 2014’ten beri her sene Maker Faire yapılıyor. En başta İstanbul’dan başladı, şu anda Anadolu’nun birçok yerinde irili ufaklı Maker Faire’lar yapılıyor, makerspace’ler açılıyor. Benim için yaptığım absürt şeyleri insanlara gösterip, oynayıp gülüp eğlenebildiğimiz bir ortam. İlk sene insan zinciri uzadıkça hızlanan interaktif halay yapmıştım, sonraki sene de kartvizit atan bir tabanca yaptım. Bu sene ne yapacağım belli değil, ama kesin saçma bir şey olucak yine.
(re)Constructing Nature projesine hangi üretiminizle dahil olacaksınız?
Candaş ve Deniz’le (NOHlab ) bayadır beraber çalışıyoruz. Kodla görsel yazmaya ilk başladığım zamanlarda tanıştık, çok şey öğrendim onlardan. Sonra beraber performanslar yapmaya başladık. Kodla yazılan görseller genelde kendi başına kalıyor, bunlardan bir kompozisyon oluşturmak, bir performans yaratmak için bu görselleri kontrol etmemizi sağlayan bir yazılıma ihtiyacımız vardı. 3-4 yıldır her fırsat bulduğumuzda geliştiriyoruz. Kullandıkça eklemeler yapıyoruz. Şu anda baya iyi bir hale geldi. Hem stabillik hem de kullanış açısından. Yakın zamanda program altyapısını indirilebilir halde çıkarmayı da düşünüyoruz.
Yakın dönem çalışmalarınız arasında neler var?
Bir yandan NOS’u başka insanların da kullanabileceği hale getirmek için baştan yazıyorum. Diğer yandan da biriken enstalasyon fikirlerim vardı, onları yapmaya başladım. Genelde bu alanda yapılan işlerin üretim süresi kısalığından ya son testleri yapılmaz ya da iyi düşünülmemiş detaylar kalır. Kendi işlerimde böyle olsun istemiyorum, o yüzden yavaş ilerliyorum, ama içime siniyor. Işık, görsel, kinetik gibi farklı mecralarda işler var, ama hepsi bir şekilde interaktif tabii. Heralde yaz sonrası sergileyebilirim.
NOS Visual Engine
NOS Visual Engine, genel hatlarıyla bildiğimiz kadarıyla bir yazılım. Ancak neler yapar, neler geliştirir anlatabilir misiniz?
NOS, yaratıcı yazılım dili olan processing üzerinde yazılmış bir program. Temel farkı görsellerin gerçek zamanlı olması, yani önceden kaydedilmiş bir şey yok, bilgisayar o an kodu yorumlayıp görseli yaratıyor. Bu sayede görselin içeriğini değiştirebiliyoruz, NOS görsel üreten bir enstrüman haline geliyor. Aynı zamanda aldığı sesi frekanslarına ayırıp, onları da görselin bazı değişkenlerine bağladığımız için ses de görsele gerçek zamanlı etkide bulunuyor. Bu da sesle görselin bir bütün olarak algılanmasını sağlıyor.
NOS temel olarak iki parçadan oluşuyor diyebiliriz. Bir tarafı görsel sahneleri yönetmemizi sağlayan arayüz ve ses analiz kısmı, diğer tarafı ise farklı görseller. Kodla görsel yazan birçok kişi var. Ama bu görseller tek başına bütüncül bir kompozisyon yaratmıyor. Bunun için NOS’un arayüz ve ses analizi kısmını indirilebilir hale getirip, bu kültürü de genişletmeyi amaçlıyoruz.
Peki, (re)Constructing Nature’da NOS’un etkileri neler olacak?
Öncelikle performansın yapılacağı yer çok etkileyici. Üç cepheye yayılan, gayet geniş bir görsel yüzeyi var. Bu tabii görselin izleyicileri çevrelemesi demek. Görselin Amy’nin enstrümanlarına hemen tepki vermesi, Amy’nin görselle oynaması, bizim Amy ile doğaçlama yapmamız, Amy’nin seçtiği şarkılarla birlikte izleyiciye etkileyici bir deneyim yaşatacak. NOS bu noktada bizim tasarladığımız ve kodladığımız görselleri gerçek zamanlı manipüle etmemizi ve ses frekanslarına göre tepki vermesini sağlayan bir enstürman olarak kullanılacak.
*Etkinliği müze giriş biletinizle izleyebilirsiniz. Katılım kapasiteyle sınırlıdır.