Tankut Aykut’un kaleme aldığı zihin açıcı sergi metninde bahsettiği bir anekdota göre, Can Altay kendini bir “denemeci” olarak tanımlıyor. Edebi bir türe yapılan bu gönderme bana bambaşka bir kelimeyi çağrıştırıyor: Prova. Altay’ın bugüne kadar tekrar ve tekrar gündeme getirdiği tematik ‘çerçeveler’ her seferinde bir dönüşümden geçiyor, genellikle daha da etkin oluyor. Bir araya getirici mekânsal önermeler, kentteki diğer canlıların konumu veya özgün mekân kullanım kültürleri, bu katmanlaşarak tekrarlayan çerçevelerden bazıları. Kendi paradigmalarını yeniden ve tekrar tekrar değerlendiren, işlevlendiren ve parçalanıp eklemlenmesine izin veren bu tutumu, özgönderimsel olmanın tehlikelerine karşın, meraklı takipçileri için anlatıyı zenginleştiren bir yaklaşım olarak görüyorum. “Ayrık Ufuk” da kararlı bir doğrultuda gelişen bir pratiğin son provaları detaylandıran ilerleme raporu olarak görülebilir.
Sergiyi ziyaret etmeden önce, Altay’ı bir galeride özellikle de hacimsel anlamda dar olarak nitelendirilebilecek bir mekânda daha önce görmemiş olduğumdan, sanatçının bu alana nasıl yerleşeceğini merak ediyordum. Fısıltı gazetesinde övülen bu sergiye ulaşabildiğimde galerinin giriş koridorunu dönüştüren bir müdahaleyle, Eşik Arttırıcı’yla karşılaşıyorum. Galerinin girişi ile ana sergi alanı arasındaki eşiğe üç yenisini ekleyen bu mekânsal düzenleme hem kullandığı aynalar hem de ahşap profillerle bir Altay sergisine geldiğinizi yoğun olarak hissettiriyor. Altay Park: Bir Öneri (2010), Bir Düzen Düzenlemek (2007 ve 2008) gibi çalışmalarında sıklıkla kullandığı bu malzeme dağarcığına bu sefer Vinyl baskıları ekleyerek mekânı zenginleştiriyor ve sergiye ‘ritüelistik’ bir başlangıç sağlamış oluyor. Bu çalışmada kent içerisinde yakalanmaya çalışılan kaçak kurbanlık büyük baş hayvanlara ait görseller yer alıyor.
PVC’nin Dönüştürülmesiyle Önerilen Bir Manzara “Resmi”
Serginin geri kalanında üç farklı odada birbiriyle direkt olarak ilişkili olmasa da ortak bir çerçeve içerisinde görülebilecek dört farklı -set- işi yer alıyor. Bunlardan (kendi okuma sırama göre) birincisi Çıkma Ufuk şahsım gibi çıkmacılara meraklı tasarımcılarla birlikte büyümüş birisi için tanıdık ama yine de heyecan verici. Ülkemizin vazgeçilmez yapı elemanlarından PVC doğramanın dönüştürülmesiyle önerilen bu manzara “resmi”, özellikle mükemmelliğiyle uzaktan bir izleyiciyi yanıltabilecek bir nesne. Beyaz bir çerçeveyi andıran doğrama ancak mekân içindeki hareketinizle kendini belli ediyor ve sizi bu tanıdık biçim karşısında yabancılaşmaya davet ediyor. Altay’ın çalışması, ilk olarak yıkılacak yapılardaki malzemeleri yeniden piyasaya sunma konusunda çalışan ve ‘çıkmacı’ olarak anılan meslek kolu üzerine yüksek lisans tezini yapan Onur Ceritoğlu’nun işlerini düşündürüyor. Altay, öğrencisi olan Ceritoğlu’na serginin kitabında da referans vermiş olsa da Ceritoğlu’ndan çok daha minimalist bir biçim tercihi yapıldığı açıkça görülebiliyor.
Eşik Arttırıcı’yı geçerek girilen galerinin en büyük odasında silindirik bir kaide üzerinde koyu gri PVC borular içine yerleştirmiş aynalardan oluşan bir grup nesneyi buluyorum. Altay’ın daha önce de sıklıkla kullandığı dış bükey aynaları hatırlatan Dürbünler (Ayrık Ufuklar) belki de PVC boruların mütevazılığıyla izleyiciyi bu objelere rahatlıkla dokunmaya ve farklı şekillerde bir araya getirmeye teşvik ediyor. Periskop gibi görünmeden gözetlemeye buradan ise kontrol ve denetim temalarını düşündüren bu set aslında belli bir görüşü paylaşabilecek düzenler yaratmaya da olanak sağlıyor. Alt-uç bir malzemenin keskin bir fikirlerle dönüştürüldüğü bu ‘prova’ kanımca Altay tarafından tekrar dönülecek bir mesele olacak.
Sergide yer alan bir grup iş ise İstanbul’un kuzeyinde inşa edilmekte olan 3. Köprü üzerine. İsminden, kentin kuzeyinde yaratacağı ekolojik dönüşüme yoğun olarak eleştirilen ve yasallığı tartışılan bu ‘yatırımı’ medyadaki görüntülerini bir grup ressama (Burak Ata, Ecem Yüksel, Yasemin Erkal, Şebnem Demirkaya ve Ahmet Kıraç) tuval üzerine yağlı boya olarak sipariş eden Altay, bu resimleri bir maşrapadan türetilmiş hareketli bir ışık kaynağında sunuyor. Medyadan ‘aşırılmış’ ve tekil olarak etkinleştirilmiş gazete fotoğraflarının derlenerek bir grup resim olarak sunulması, tek bir görüntü ile bir imge kümesinin farklarına yoğunlaşmayı öneriyor. Hepimizin istemesek de kullanmak zorunda kalacağı bu yapıyı bir şekilde ‘evcilleştirdiğini’ hissetmeden edemiyorum. Yine de bu çalışma ‘Kağıtçıyız’ dedi (2003) ve Bar Yok: Sadece Şişeler (2006-2010) gibi kent içerisindeki varoluş hallerimiz ve bunların temsilleri üzerine çalıştığı yöneyin daha geniş bir kitleyi ilgilendiren bir meseledeki bir uzantısı olarak anlamlı. Belki de evcilleştirme hepimizin parçası olduğu tekrarlayarak normalize etme pratiğiyle ilgili. “Dokunmadan yapılan tekrar gerçekten kutupları daha da fazla yüklemekten başka bir işe yarıyor mu?” Kanımca Altay’ın bu kadar yüklü bir görsel imgeyi tercih etmesinin nedeni bu soru ile alakalı olsa gerek. “Acaba bu işler Altay’ın resim ile daha yakından geliştireceği bir ilişkinin provası mı?” diye düşünmeden edemiyorum.
Kurban Eseri’nin Düşündürdükleri...
Eşik Arttırıcı’nın önemli bir unsuru olan kurbanlık büyük baş hayvan Kurban Eseri’nde tekrar karşımıza çıkıyor. Titreme deseni [Dither Pattern] ile dev bir boyuta büyütülmüş siyah beyaz bir fotoğraf iki farklı çerçeveye bölünmüş. Yine bir kaçmayı başarmış bir hayvanı yakalama mücadelesini resmeden bu kare, ikiye bölündüğünde farklı okunabilecek iki ayrı imaj yaratıyor: Bir tarafta bir hayvana saldıran eli baltalı bir adam, diğer tarafta da müdahale etmeden duran bir polis arabası ve olan biteni kayıt altına almakta olan bir kameraman. Altay’ın en sevdiğim işlerinden Tilkiler’de (2005) ya da kitabının ismi olan “güvercinler insan” isminde görünür olan hayvanlar ve yapılı çevre ilişkisi olarak basitçe özetlenebilecek bir izlekte okunabilir.
Sergiye eşlik eden ufak kitap da kendi içerisinde oyunlu bir deneme. Öktem’in sergi metni ve enstalasyon fotoğraflarının da yer aldığı bu kitapta Altay, 90’larda popüler olan okuyucuyu tercihlerine göre farklı sayfalara yönlendiren kırık bir anlatı kurgulamış. Bir sanatçı kitabı ile sergi kataloğu arasında kalmış olan bu yayın sanatçının pratiğine dair bilinir kılmak istediği detaylara yer verirken, işbirlikçilerine ve taşeron üreticilerine de selam veriyor. Yayının arada kalmışlığı şahsen beni çok mutlu etti. O bir süre biriktirilip sonra gözden çıkartılan sergi katalogları gibi bilabedel dağıtılsa da, bir cep kitabını andıran tasarımı ile kütüphanede kalıcı bir yer edineceğe benziyor.
Bu kısa değerlendirme yazısı, Altay’ın iç içe geçerek çoğalan çerçevelerine haksızlık ediyor. Mekânsal kısıtlamaları kendi lehine çeviren Altay’ın yarattığı sergi izleyiciyi pozitif hisle eşliğinde tefekküre davet ediyor ve kesinlikle mekânda görülmeli.