07 EKİM, CUMA, 2022

Ekozofik Nesnelerin Ritmi: “Mitler ve Hayaller”

Elgiz Müzesi’nin ekoloji krizi ve kaygılarından yola çıkan, ilhamını Félix Guattari’nin ekozofi ve autopoïese (kendini yenilemek) önerilerinden alan yeni sergisi “Mitler ve Hayaller” üzerine bir yazı.

Ekozofik Nesnelerin Ritmi: “Mitler ve Hayaller”

Eylül ve ekim aylarının yoğun etkinlik programıyla sanat izleyicisi için eşsiz bir vahaya dönen İstanbul’un kültür sanat ajandasında yerini alan en önemli seçkilerden biri Billur Tansel’in küratörlüğünü üstlendiği “Mitler ve Hayaller” sergisi oldu. 1 Eylül 2022-19 Nisan 2023 tarihleri arasında Elgiz Müzesi’nde izlenebilecek sergi, dünyanın en önemli gündem maddelerinden biri olan iklim krizini konu almakta, kurgusu içinde iklim kriziyle ilişkili “ekozofi” kavramına odaklanmaktadır. 40’ı aşkın sanatçının eserine ev sahipliği yapan sergi sanatın ifade gücü ile dünyanın temel dertlerinden birini yan yana getiren sağ duyulu ve merak uyandırıcı bir küratöryel yaklaşımla inşa edilmiştir.

Elgiz Müzesi’nin zengin koleksiyonundan oluşan “Mitler ve Hayaller” sergisinin serüveni bugün yer aldığı mekân ile başlamamıştır. 26 Mart ve 31 Temmuz 2022 tarihleri arasında İzmirli Arkas Sanat Merkezi’nde sanatseverlerle buluşan sergi, daha sonra Elgiz Müzesi’nin geçici sergi alanına göre yeniden kurgulanmıştır. Sergide Elgiz Koleksiyonu’ndan bir seçkiye küratörün davetiyle sergi söylemini destekleyen misafir sanatçılar da eserleriyle iştirak etmiştir.

Yeni bir mekân ve yeni bir kentle yepyeni bağlar kuran serginin odağında yer alan “ekozofi” kavramı politik aktivist, düşünür ve psikanalist olarak tanınan Félix Guattari’nin (1930-1992) çevresel, toplumsal ve zihinsel olmak üzere üç tür ekoloji yaklaşımını bir araya getirerek sunduğu önermesiyle ortaya çıkmıştır. İklim krizinin derinden tehdit ettiği ekoloji olgusu Guattari’nin perspektifinde yalnızca doğadaki ekosistemleri inceleyen bir bilim alanı değildir, aksine bireye de dokunan açık bir alan olmaktadır. İklim krizinin başat suçlusunun insan olduğu var sayıldığında doğa ve insan arasındaki ilişki de başlı başına bir mesele hâline gelmektedir. Bu nedenle özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insan ve doğa arasındaki etkileşim önem kazanmaktadır. Öyle ki Guattari, 1990’lı yılların dinamikleri çerçevesinde ekoloji olgusunun daha kapsamlı bir karşılığa ihtiyacı olduğunu vurgulamış, ekolojinin sanayileşmiş kapitalizmin yarattığı sosyal dengelerden bağımsız düşünülemeyeceğinin altını çizmiştir.

Düşünür, sosyal, zihinsel ve çevre ekolojisinin ortak biçimde anlaşılmasını öneren “ekozofi” kavramının doğasını irdelerken, etik ve estetiğin, sanat ve bilimin birbirine yaklaşma eğilimine, birbirinin yöntemlerini kavrama ve esneklik kazanabilme özelliklerine dikkat çekmiştir (Susamoğlu, 2018: 97). “Ekozofi” kavramını açıklarken bir de “ekozofik nesne”den söz etmiştir. Ekozofik nesne birbirine bağlı dört boyuttan oluşmaktadır: Akış, makine, değer ve varoluş alanı. Makine boyutu ekozofik nesnenin kendini üretebilmesine referans vermektedir. Ekozofik nesne, sadece kendini üretmekle kalmaz, aynı zamanda değerlerin, kayıtların ve değerlendirme perspektiflerinin de taşıyıcısı olmaktadır. Ekosistemlerde mevcut akışlarla bağlantılı bir olgu olan ekozofik nesne varoluşsal sonluluğa da sahiptir (Videcoq, E. vd, 2021).

​“Mitler ve Hayaller” sergisi bağlamında ise insan-doğa ilişkisine ve “ekozofi” olgusuna referans veren ve bu konulardan beslenen eserler daha yaşanabilir bir gezegenin kolektif inşasına katkı sağlayabilir potansiyele sahiptir. Sergi kendi içinde iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm insan-doğa ilişkisini, bu iki kavram arasındaki etkileşimi, bireyin yer aldığı topluma ve dünyaya karşı sorumluluklarını irdeleyen yapıtlardan oluşmaktadır. İkinci bölüm ise çeşitli önerilere yer veren çalışmalara ev sahipliği yapmaktadır. Böylece sergi salonlarında gezinirken yapıtlar arasındaki karşılıklı diyalogları gözlemlemek mümkün hâle gelmektedir. Sergide yağlıboya tablolardan fotoğraf çalışmalarına, yerleştirmelerden yeni dijital medyaların kullanıldığı örneklere dek çeşitli malzemenin görülebileceği çok sesli bir seçki bütünlüğü bulunmaktadır. Eserlerin bazılarında sanatçının çok açık ifadeleri bulunurken bazılarında sanatçının daha kapalı bir dil kullandığı gözlemlenebilir.

©Cevahir Akbaş

Sergiye girişte izleyiciyi karşılayan eserlerden biri Pınar Yolaçan’ın hayvan uzuvlarından kolye taşıyan beyaz tenli bir kadın fotoğrafıdır. 2003 tarihli, çiğ et parçalarından yapılmış giysiler ve aksesuarlar giymiş beyaz kadınların fotoğraflarını içeren Perishables serisiyle ilişkili olan bu çalışmaya yönelik elbette pek çok okuma söz konusu olabilir. Sanatçı eserlerinde, sanat tarihi, antropoloji ve moda olguları üzerinden kadın bedeni ve güzelliğiyle yakın ilgi kurmaktadır. Yolaçan'ın modelleri Britanya İmparatorluğu'nun uzak kolonilerinin yöneticileriyle evli kadınların torunları, sömürgecilik sürecinin mirasıdır. İmparatorluğun yerli halklarından farklı olarak bu gönüllülerin imgeleri ilkelliğe işaret eden temsiller olmakta ve sömürgeci yaklaşıma referans vermektedir. Aynı zamanda eserin, bireyin hayvan olgusuyla ilişkisine, bireyin tükettiğine dönüşmesine ya da tükettiğini taşımasına işaret eden bir yaklaşıma sahip olduğu da gözlemlenebilir.

Yolaçan’ın eserinin hemen yanı başındaki Oleg Dou’nun kız çocuğu portre fotoğrafları da yine insan-hayvan, doğa-insan ilişkisine yönelik ilgi çekmektedir. Üzerinde oynanmış olduğu aşikar olan fotoğraflarda kız çocuklarının sıradan çocuklar olmadıkları, bilakis hayvan-insan arası stilize edilmiş varlıklar olduğu görülmektedir. Kızlardan birinin domuz burnu, diğerinin keçi kulakları çarpıcı bir görünüm oluşturabilirken birbirine dönüşen mevcudiyetlere işaret etmektedir. Ancak fotoğraflarda görülen imgeler rahatsız etmekten öte hayranlık verici bir hâl de taşımaktadır. Bu bağlamda teknolojinin vaat ettiklerinin ve fotoğraf üzerinde yeni medyalarla yapılabilecek yeni tür müdahalelerin Dou’nun melez varlıklarına ilham verdiği düşünülebilir.

Melezimsi varlıksallık yaklaşımına sahip bir başka çalışma ise Bengi Karaduman’ın Yeni bir beden için eskiz, performans (2012) isimli eseridir. Performansı sunan videoda gözlemlenen insan ve örümcek arasında gidip gelen ve iki olgu arasında dönüşen bir varlığın eylemleri olmaktadır. Yine duvarda sanatçıya ait eserle ilişkili bir başka yapıt izlenir. Duvarda bacakları olmayan bir sandalye asılıdır. Sandalyenin iki yanında hareket eden bir örümceğin bacakları izlenir. Sandalye örümceğin bedeni olur. Bu sandalyenin üzerine oturabilen kişi de bir bakıma örümceğin bedenine dönüşebilir.

Sergide yer alan Thomas Struth’un Yayalı kavşak, Wuhan isimli fotoğrafı da kanımca serginin temel yaklaşımı açısından derin izler taşımaktadır. İklim krizi bağlamında Çin’in atmosfere yönelik olumsuz etkisi dünya gündeminde önemli bir konu olmaktadır. 2021 yılının nisan ayındaki bir habere göre Çin’in sera gazı salınımı gelişmiş ülkelerin tamamının toplamını geçmiştir; Rhodium Group tarafından yapılan araştırmaya göre ise Çin'in atmosfere saldığı aralarında karbondioksit, metan ve nitrusoksitin de olduğu altı sıcaklık tutucu gazın miktarı 2019 yılında 14,09 milyar ton karbondioksit eşdeğerine yükselmiş, bu miktarın OECD ülkelerinin toplam sera gazı salınımından 30 milyon ton daha fazla olduğu tespit edilmiştir (Euronews, 2021). Öte yandan fotoğrafa konu olan Wuhan kentinin dünyanın iki yılı aşkındır mücadele ettiği Covid-19 pandemisine neden olan korona virüsün ortaya çıktığı yer olması serginin teması açısından önemli bir gösterge olmaktadır. Öyle ki Struth’un fotoğrafı iki farklı açıdan bireyin dünyaya verdiği zararı aktarmaktadır. Sanatçının 1995 yılında çektiği bu fotoğraf aynı zamanda pandemi olgusuyla yeni anlamlar edinmiş, kavşak noktasında yerini yönünü arayan bireye sorumluluklarını hatırlatmıştır.

​Sergide kanımca dikkat çeken bir başka çalışma Antonia Riello’nun Atlıkarınca (2012) isimli video çalışmasıdır. Videoda izlenilen lunaparklarda görülen, tıpkı bir büyülü fener gibi dönen, süslü atların yer aldığı ışıklı bir atlıkarıncadır. Ancak bu atlıkarıncanın dönüş hızı zamanla artmaktadır. Modern kent yaşamında lunaparklarda veya kamusal alanlarda yer alan, özellikle çocuklar için gösterişli görüntüsüyle vazgeçilmez bir nesne olan atlıkarıncalar endüstriyel yaşamın mekanizmalar üzerine kurulu eğlence araçlarından biridir. Riello, birey için her gün hızlanan kent yaşamı ve zaman mevhumunu atlıkarıncanın artan hızıyla sembolize etmiştir. Hızlanan yaşam, ritmiyle, kentlileri var oluş dertlerinden, özgün hâllerinden uzaklaştırır; kentli kimse zamanla sürekli akıp giden bu döngünün bir parçası hâline gelir. Bindiği büyülü, ışıklı, baş döndüren güzellikteki atlıkarınca içinde kaybolduğu, sıradanlaştığı bir evrene benzer. İçinde nefes alıp verilen dünya da bu hızdan, özellikle bu hızın yarattığı tüketim odaklı eylemlerden etkilenir, kaynakları yitip gitmeye, doğal zenginlikleri yıpranmaya ve bozulmaya başlar. Hız sadece bireyin yaşamını değil, doğanın dengesini ve doğa-insan arasındaki bağları da alt üst eder.

©Cevahir Akbaş

Murat Germen’in Jeremy Bentham'ın panoptikon kavramına referans veren çalışması da yeni dünya düzeninin, hıza işaret eden başka bir yüzüne ilişkin fikir vermektedir. Covid-19 pandemisiyle dünyanın neredeyse her yerinde pratik edilen uzaktan çalışma, uzaktan eğitim gibi uygulamalar bireyin alışkanlıklarını alaşağı eden bir eyleme dönüşmüştür. İnsanların çalışma ortamlarını terk etmesiyle Zoom, Teams gibi çevrim içi medyalar toplantıların, görüşmelerin, buluşmaların gerçekleştiği mekânlar hâline gelmiştir. Benzer uygulamalar eğitim kurumları için de geçerli olmuş, hatta okullar kendi sanal kampüslerini oluşturmuş, üniversite öğrencilerinden ilkokul öğrencilerine dek yeni neslin üyeleri bu sürece adapte olmak zorunda kalmıştır. Bir kişinin veya birkaç kişinin yönettiği toplantılara kimi arabasından, kimi evinden, kimi bambaşka mekânlardan katılarak yeni dünyanın yeni çalışma koşullarına kolektif bir katılım sağlamıştır. Elbette bu toplantıların olmasına olanak sağlayan çevrim içi platformlar aynı anda binlerce buluşmaya ev sahipliği yaparak temel bir izleyici, bu platformların bütününü yöneten sistemler ise ana izleyici hâline gelmiştir. Öyle ki toplantıya katılan her birey kendisine yönelik bilgi veren hanelerin veya farklı ortamların içinden “katılan” değil, aynı zaman da “izlenen” kişi olmuştur. Bu süreç elbette mesai ve ilgili kavramları yerle bir etmiş, insanlar her an ulaşılabilir, hatta her an çevrim içi bir toplantıya katılabilir konuma getirilmiştir. Bu durum bireyin işlik zamanı ve boş zamanı arasındaki saydam duvarları yıkmış, yaşamına yönelik sınırları daha muğlak ve anlamsız kılmıştır. Birey sadece belirli zaman aralıklarında bir görüşme vesilesiyle değil, artık her an izlenen, her talebe hızla dönüş yapması beklenen biri hâline gelmiştir. Bu durum sosyal bağlamda yeni bir yaşam biçimi, insan için yeni bir ekolojik alan inşa etmiştir. Ancak bu alan da birey için sorunlu, ikircikli ve değişkendir.

Fausto Gilberti’nin Öğretmen isimli tuval üzerine akrilik çalışması ise Germen’in panoptikon referanslı çalışmasıyla benzer içeriklere sahiptir. Tuvalde yer alan figürler öğretmen ve öğrencilerinden oluşmaktadır. Ancak eserde hepsi birbirine benzer farklı boyutlarda figürler görülür. Kadınlar, erkeklerden yalnızca eteklerinin siyah üçgeni ile ayrılır, çocuklar ise yetişkinlerden boyları ile ayrılmaktadır. Hepsinin tenis topu biçiminde gözleri bulunur. Birbirlerine olan bu derin benzerlik bireyler arasında aynılaşmayı ve çocukların da kendilerine rol model olan yetişkinlere dönüştüğünü gösterir. Eser kitle kültürünün egemen olduğu bu dünyada tek tipleşen yaşamların temsilini aktarır. Bu özelliği ile yapıtın içeriği Germen’in çevrim içi platformlarda hem katılımcı hem izleyici rollerini taşıyan bireylerin benzer alışkanlıklar edinen ve yeniden, ancak bu sefer farklı türlü tek tipleşen hâllerine benzer.

​Sergide yer alan iki adet kapı arasındaki tezat ilişki ve diyalog da dünyaya dair umudu korumak veya dünyadan vazgeçmek adına yeni şeyler söylemektedir. Bunlardan ilki iki parçadan oluşan ve duvar yüzeyinde akıp giden Loris Cecchini’nin Stage Evidence (Soft Door I) isimli eseridir. 2000 tarihli bu eser kauçuk ve çelikten üretilmiştir. Sanatçının “heykel olmayan” olarak ifade ettiği benzer eserleri zamanla deforme olmuş ve varlıklarını kısmen yitirmiş nesneler olarak tanımlanmaktadır. Kulpundan tutup içeri girme hevesini akıp giden formuyla bireyin gönlünden söküp alan bu kapı da tıpkı kaynakları, yaşam enerjisi ve doğal döngüsü çalınıp giden dünyaya benzetilebilir. Bireyin yaşamı da bir kapı ile açılırken bir başka kapı ile kapanmaktadır. Ancak dünyanın kapısı her yeni doğan birey için eskisi kadar cezbedici değildir, açılan kapının ardında insanı şekillendirmeye hazır sistemler, ekonomik krizler ve özgürlük mücadeleleri yer alır, bir bakıma kapı halesini yitirir. Bir daha dönmemek üzere terk edip çıkılan evlerin veya içine girip hayal kırıklıkları ile baş başa kalınan mekânların kapıları da Cecchini’nin kapılarına benzer. Lakin sergide bir başka kapı daha yer alır. Burhan Doğançay’ın 1995 tarihli Bir Diğer Pembe Kapı isimli eseri de tıpkı adı gibi pembe, iki göbekli, asma kilitli bir kapıdır. Kapı Cecchini’nin kapısının aksine bireye umut vaat eder, birey nasıl bir yere girmek istiyorsa o yeri ardında taşır. Serginin ikinci bölümünde, yani “Hayaller” bölümünde yer alan eser, yeni alternatif bir dünyaya geçişin belki de mümkün olduğuna işaret eder ama kapının üzerindeki kilit bunun çok da kolay olmayacağını fısıldar.

©Cevahir Akbaş

Joana Vasconcelos’un Camden isimli dantel ile kaplı büyük kurbağa heykeli de serginin bir başka dikkat çeken eseri olmaktadır. Gündelik nesneleri mizahla birleştirme pratiği yapan sanatçının seramikten yapılmış kurbağası doğanın kırılganlığına, üzerine özenle örülüp sarılan dantel de doğayı ihtimamla korumak gerektiğine işaret eder. Piero Gilardi’nin Kiraz Çiçeği (1995) isimli poliüretan eseri de öncül bir öneri özelliği taşımaktadır. Serginin en önemli söylemlerinden birini taşıyan bu eser, iklim krizi meselesinin gündemde olmasından çok önce gelecekte insanoğlunu bekleyen tehlikeye işaret etmek ister. Ona göre yakın gelecekte doğa yok olacak ve Gilardi'nin bol miktarda ürettiği doğa halıları insanlar için doğaya alternatif suni bir mekân imkânı sunacaktır. Her iki sanatçının yapıtı da sanki ortak bir sofrada bir araya gelir, insan-doğa ilişkisinde bireyden daha dikkatli olmasını beklerler. Vasconcelos doğanın kırılganlığına, ona özenli davranılmasının gerekliliğine vurgu yaparken, Gilardi de yıkımlara karşılık alternatif yeni suni nefes alanları yaratmaya çalışır. Ancak Gilardi’nin bir sanatçı olarak bu çabası hakiki doğanın hatıralarını korumaya yönelik kaygılarını içerir, bu nedenle sanki bu halılar bir birey olarak onun doğaya karşı ne kadar sorumluluk taşıdığını gösterir. Gilardi yarattığı suni doğa halılarıyla aynı zamanda bireye gezegene olan sorumluluklarını da hatırlatır.

Serginin son bulduğu bölümde ise Nancy Atakan’ın Oleander isimli 2 kanallı videosu ile karşılaşılır. 7 dakikaya yakın süren video Covid-19 pandemisi ile dünyanın farklı yerlerinde konferanslara katılan, sergiler açan, hareketli bir programa sahip olan sanatçının evine kapanarak kendine döndüğü, çiçekleriyle yoğun bir şekilde ilgilendiği, onlarla konuştuğu, hane içinde üretmeye devam ettiği ancak bu süreçle şifalanmayı da deneyimlediği bir dönemi aktarır. Tüm bu deneyim video aracılığı ile bir sanat yapıtına dönüşür. Bu video ile Atakan pandemiyle eve kapanma sürecinde bireyin daha çok düşünür olduğuna, farklı şeyler keşfettiğine ve farkındalık yetisinin arttığına işaret etmektedir. İnsan bu dönemde okuyarak, izleyerek ve araştırarak kendini geliştirirken, elini ayağını çektiği doğa da kendini yenilemiştir.

Gizem Candan’ın Kutsal Cüzdan eseri de izleyiciye cüzdan içinde toprağıyla birlikte büyüyen bir bitkiyi göstermektedir. Geleceğimize dair en değerli yatırımın doğaya olan yatırım olduğunu ifade eder. Kanımca Candan’ın bu eseri bireyin parayla olan ilişkisini iyileştirmeye yönelik farklı bir bakış açısı sunmaktadır. İnsanların paraya yönelik zaafı, daha çok kazanma telaşına yönelik yatırımları doğanın tüm dengesini alt üst etmiştir. Yemyeşil yeryüzünü saran beton yapılar, her gün artan tüketime yanıt vermek üzere kurulan fabrika dumanları, elektrik santralleri, biriken atıklar ve niceleri gezegeni yaşanmaz hâle getirmiştir. Ataların söylediği gibi para gerçekten bireyin elini kirletmiştir. Oysa ki para sadece yaşamı sürdürmek için gerekli bir araçtır. Bireyin parayla ilişkisini düzelterek daha tasarruflu davranmaya yönelmesi, daha az tüketime odaklanması, yatırımlarını gezegenin hayrına yenilenebilir enerji kaynaklarını aktive etmeye yöneltmesi, yeşil alanları arttırmaya yönelik çalışması, sürdürülebilir tarım uygulamalarını pratik etmesi beklenmektedir. Ağacın naif bedeninden, metalin sert gövdesinden üretilen para doğadan geldiği gibi, doğanın dönüşümü ve iyileşmesi için de kullanılabilir bir araçtır.

​Yukarıda değinilen birkaç eserin dışında kalan tüm yapıtların serginin teması ve odağı ile ilgili bir anlatısı bulunmaktadır. Her birinin ya doğa-insan, insan-insan ilişkisine dair dikkat çekmek istediği bir sorunu ya da geleceğe yönelik umut vadeden bir planı bulunmaktadır. Bazı yapıtlar çok açık bir şekilde sanatçının ilgili söylemini sunarken, bazı çalışmalarda daha kapalı, izleyicide merak uyandıran anlamlar bulunmaktadır. Serginin bütüncül evrenindeki dil birliğinin ve çok sesliliğin eş zamanlı varlığı bu seçkinin doğasını oluşturmaktadır. Bu doğanın katmanları arasında doğa-insan arasında dönüşümü, değişimi, şifalanmayı ve idrakı okumak mümkün olmaktadır. Her bir eser ekozofik bir nesne ruhu taşır ve daha yaşanabilir bir gezegen yaratmaya yönelik kolektif bilincin uyanmasını talep eder.

Kaynaklar:

    0
    7496
    0
    800 Karakter ile sınırlıdır.
    Yorum Ekle
    Geldanlage