ArtInternational 2015'te işleri yer alan isimlerden biri de Londra’da yaşayan İsveçli sanatçı Eva Stenram. Viyana merkezli Galerie Raum mit Licht'in fuardaki standında yer vereceği sanatçılardan biri olan Stenram, çoğunlukla buluntu görüntülerle çalışan ve bu nedenle bir nevi fotografik arkeolog olarak nitelendirilen bir isim.
Eva Stenram, yakın geçmişten ya da kendi aile albümlerinden bulduğu fotoğraflara müdahale ederek onları orijinal çıkış noktalarından kısmen ya da tamamen kopararak yepyeni anlamlarla tanıştıran bir sanatçı. ‘Drape’ (Perde) isimli serisinden bir seçkiyle ArtInternational'da izleyici karşısına çıkacak olan Stenram, 2011-13 tarihleri arasında ürettiği bu seride, 1960’lara tarihlenen -iç mekânlarda çekilmiş- pin-up fotoğrafları temel alıyor. Stenram, bu erotik fotoğrafların çekildiği odalardaki arka plandaki perdeleri dijital ortamda uzatarak modellerin yüzlerini ve bedenlerinin büyük bir bölümünü izleyiciden saklıyor ve sadece belli uzuvların ortada kaldığı oyunbaz görüntüler yaratıyor. Bu silinmeler/örtünmeler, hem bu görüntülerdeki ortak yanları hem de bir dönemin fotografik anlayışını oluşturan tekrarlamaları ortaya çıkarıyor. İzleyici bir yandan orijinal fotoğrafta aslında ne olduğu anlamaya çalışırken diğer yandan bir kez daha gizli/saklı olanın ardında ne olduğuna dair önlenemez merakıyla başbaşa kalıyor. Eva Stenram’a hem bizzat sorduk hem de önceki röportajlarından alıntılar yaparak aşağıdaki söyleşiyi derledik...
‘Drape’ serinize başlarken sizi motive eden ne oldu?
Bu seriye başlamadan evvel, bir fotoğrafın arka planında yer alan bir perde ya da örtüyü kullanarak ön planındakileri saklama yönünde bir düşüncem zaten vardı. Hatta erotik olmayan bazı fotoğraflarla denemeler de yapmıştım. Daha sonra modellerin tül ya da kalın perdelerin önünde poz verdiği bazı vintage pin-up fotoğraflar buldum. Ve böylece seri başlamış oldu. Sonrasında 1960’lardan kalma benzer pin-up görüntüler aramaya koyuldum. Orijinal fotoğraftaki arka plan (perdeler) ve ön plana (modelin bedeni) müdahale ederek sahnede bir kırılma yaratıyorum. Uzayan arka plan, ön plandaki modelin önüne geçip sadece vücudunun belli kısımlarını ortada bıraktığında, röntgencilik arzularımız bir şekilde tetikleniyor. Ortadan kaybolanın etrafını neyin çevrelediğine bakmanın her zaman gizli bir zevki vardır. Oldukça garip görüntüler yaratmaya çalışıyorum diyebilirim, izleyicinin bakışının saptırıldığı ve başka yöne çevrildiği görüntüler... (*)
‘Drape’ serinizle ilgili olarak Louise Bourgeois ile Man Ray ve Hans Bellmer gibi daha erken dönem sürrealist sanatçıların işlerinin ilginizi çektiğini ifade etmişsiniz. Halbuki sizin işleriniz hayatınıza dair daha az imada bulunuyor. Bir de ev içi yaşam, cinsellik ve kadın bedeni konularına odaklanan 1960’lı ve 70’l yıllardan -Linder Sterling ve Martha Rosler gibi- kadın kolaj sanatçıları akla geliyor işlerinize bakınca. Tüm bu bağlantılar ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
Ben de Sterline ve Rosler gibi kadınların kültürümüzde nasıl temsil edildiği ve bakma politikalarında nasıl konumlandırıldıklarıyla ilgileniyorum. Fakat onların kolajlarıyla benim çalışmalarımın arasındaki en önemli fark, benim pin-up görüntülerini başka görüntülerle üst üste bindirmiyor olmam. Ben sadece orijinal görüntüde var olanları kullanıyorum ve anlamı tamamen değiştirmiyorum. Hafif bir anlam kayması yaratıyorum ve böylelikle kendi bakış açımız ve bir döneme damgasını vuran fotografik geleneklerin daha çok farkına varmamızı sağlıyorum. (*)
Peki günümüzden değil de 1950’ler ve 60’lardan kalma buluntu fotoğrafları kullanmanızın ardındaki temel neden nedir?
O döneme tarihlenen pin-up fotoğraflardaki estetik beni ilk kertede baştan çıkardı. Birçoğu, iç mekânlarda geçmekteydi. Halbuki 1970’lerden itibaren çoğu erotik fotoğraf tam aksine dış mekânlarda çekilir oldu. Elbette 1960’lar eve dair büyük değişimlerin yaşandığı da bir dönemdi, kadınların toplumdaki konumu ve rolleri ciddi anlamda değişmeye başlamıştı. Bu dönemin benim için kişisel bir cazibesi de var çünkü o yıllar anne ve babamın genç oldukları zamanlara denk düşüyor.
Röportajlarınızda, işlerinizin fotoğrafçı olmakla ilgili değil izleyici olmakla ilgili olduğunu vurguluyorsunuz sık sık. Bu ikisi arasında nasıl bir ayrım öngörüyorsunuz? Aslında fotoğrafçı da çıkış noktasında bir izleyici değil midir zaten?
Çalışmalarım, dünyayı direkt olarak izleyen bir fotoğrafçıdan ziyade görüntülerin izleyicisi ve tüketicisi olmakla ilgili. İş üretmek için, dünyayı dünyaya dair görüntüler üzerinden izliyorum. Esas ilişki benimle görüntü arasında, benimle dünya arasında değil.
‘Retouching History’ (Tarihi Rötuşlamak) serinizde kendi aile albümünüzden fotoğraflar kullanıyorsunuz. Daha sonraki serilerinizde ise ağırlıkla buluntu fotoğraflar var. Bu birbirinden farklı iki görüntü kaynağına yönelik (duygusal) yaklaşımınızda herhangi bir farklılık var mı?
‘Retouching History’ serisindeki çalışmalara kaynak olan fotoğraflar da bir anlamda buluntu fotoğraflardı. Ailemin fotoğraf arşivinde bulduğum fotoğraflar olduklarından ve onları bizzat çekmemiş olmamdan ötürü... ‘Retouching History’ muhtemelen pek çoğumuzun ilişki kurabileceği sorulara yönelik kişisel bir keşifti: “Bir kişinin ebeveynleriyle ebeveynleri olarak değil aynı yaşlarda insanlar olarak tanışması neye benzerdi? Arkadaş olur muyduk?” gibi...
Buluntu görüntülerle çalışan bir sanatçı olarak, bu görüntülerde saklı ortak görsel dile dair gözlemleriniz neler? Bu görüntüler onlara bakan izleyicilerin dünyayı algılayışını nasıl şekillendirmiş olabilir? Ve bu ortak meseleler sizin sanat üretiminizi nasıl etkiliyor?
Çoğunlukla seriler halinde çalışıyorum ve her seride farklı tür bir görüntü tarzını keşfediyorum. Birçok fotografik gelenek var ve banallikleri bile beni heyecanlandırıyor ve işlerimi teşvik ediyor.
Peki, telif haklarıyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Sonuçta başkasına ait fotoğrafları kullanarak yeni işler üretiyorsunuz ve bu yönde çalışan sizin gibi pek çok sanatçı var.
Çoğu sanatçı gibi, bir sanat eseri yaratma fikri aklıma düştüğünde, oturup yasal durumları düşünmüyorum. Yapmak istediğim bir iş var, onun yapılması gerekiyor ve ben de onu yapıyorum.
Günümüzde, başkalarına ait eserleri kesip biçerek kendine mal eden çok fazla örnek var. Sanırım bu, tarihin tam da bu noktasında üzerinde çalışılması gereken bir olgu. Hepimiz, 150 küsur yıllık fotoğraf tarihi boyunca üretilmiş devasa hacimdeki fotoğraftan bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz. Özellikle de bugünkü dijital dünyada, fotoğraf hiç olmadığı kadar değişkenlik ve takas hali barındırıyor.
Tabii ki kimi zaman bu işleri üreten asıl fotoğrafçıların onların işlerini kullanarak kendime mal etmeme dair ne düşündükleri konusunda endişeleniyorum. Umarım hoşlarına gidiyordur, çünkü hırsızlıktan ziyade işlerimle onların işleri arasında bir diyalog yarattığımı düşünüyorum. Beni cezbeden, ilgimi çeken ve büyüleyen fotografik görüntüler kullanıyorum. Ve işlerim bir anlamda onlara saygı duruşu niteliğinde. (*)
Bir sanat eseri yaratma noktasında sizi en çok ne yönlendiriyor? Hali hazırda aklınızda olan bir şeyle yola çıkıp üzerinde çalışacak görüntüler mi arıyorsunuz? Ya da tam tersi, buluntu görüntüler mi sizi motive ediyor?
Başlangıçta genel olarak görüntüler beni motive ediyor. Bazı fotoğraflar zihnime takılıp kalıyor ve sonrasında bu büyülenmeyi tek bir görüntü ile keşfetmek istiyorum. Bu yüzden, neler çıkacağını görmek için, o görüntünün etrafında dolanıyor ve üzerinde görsel deneyler yapıyorum. Ya görüntünün anlamını değiştirmeye çabalıyorum ya da bir şekilde onu saflaştırıp özüne ulaşmaya çalışıyorum. Sonrasında da benzer müdahaleler yapabileceğim onun gibi görüntüler aramaya başlıyorum.
İşleriniz düzenli olarak sanat fuarlarında görücüye çıkıyor. İşlerinizi sanat fuarlarında sergilemek ve beğeniye sunmak nasıl bir his? Galerilerde sergilemekten bir farkı var mı sizin açınızdan?
Sanat fuarları, işlerinizi çok fazla kişiye gösterebilmek için büyük bir fırsat. Elbette bir galeride kişisel sergi yaptığınızda, işleriniz üzerinde yarattığınız ilişkiler konusunda daha fazla kontrole sahip oluyorsunuz. Neyse ki Galerie Raum mit Licht gibi galeriler, sanat fuarlarını farklı sanatçıların işleri arasındaki ilişkilerin iyi kurulduğu grup sergileri olarak ele almayı tercih ediyor.
İşleriniz İstanbul’da ilk kez sergileniyor olacak. İstanbul sanat piyasası hakkında herhangi bir fikriniz var mı?
İstanbul’a hiç gelmedim. Bu nedenle hem İstanbul hem de sanat piyasasıyla ilgili keşfedecek çok şeyim var.
(*) ‘Drape: Eva Stenram’, Holly Lucas ile söyleşi, Hotshoe, Sayı 185, Ağustos-Eylül 2013
(**) Eva Stenram’ın tüm işlerine göz atmak için: http://www.evastenram.co.uk/