23 ARALIK, CUMA, 2022

“Ev”i Düşünmek, Konuşmak ve Düşlemek

Küratör, yazar ve akademisyen Özge Yılmaz ile küratörlüğünü üstlendiği, İstanbul Artist Residency 2022 edisyonu kapsamında Akaretler No:39'da gerçekleşen “Ev” sergisi ve ev teması üzerine konuştuk.

“Ev”i Düşünmek, Konuşmak ve Düşlemek

“Ev” sergisi; İstanbul Artist Residency 2022 edisyonu kapsamında, Birleşik Krallık, Hollanda-Kolombiya, Polonya, Türkiye ve Ukrayna’dan on sanatçının evin anlam katmanları arasında, residency sürecinde ürettiği resim, heykel, yerleştirme, performans, video gibi farklı medyumlardan işlerini izleyiciyle buluşturuyor. Sergi aynı zamanda sanatçıların da üretim yaptığı Akaretler No:39'da gerçekleşiyor. Andriy Roik, Celyn Bricker, Ferhat Tunç, Gülhatun Yıldırım, Kamila Bednarska, Katarzyna Tereszkiewicz, Koray Tokdemir, Olha Kuzyura, Roberto Uribe-Castro ve Veronika Cherednychenko'nun katılımıyla, Bilgili Sanat iş birliğiyle gerçekleşen “Ev” sergisinin ve bu yılki residency’nin küratörlüğünü Özge Yılmaz üstleniyor. Serginin küratöryal grubunda ise Polina Siomochkina ve Begüm Güney yer alıyor.

Özge Yılmaz ile sanatçıların üretimlerine ev sahipliği yapan residency sürecini, sanatçıların ev kavramına yaklaşımlarını, “Ev” sergisinin kavramsal çerçevesini ve bugün izleyiciyle buluşturan hikâyesini konuştuk.

“Ev” sergisini 25 Aralık’a dek Akaretler No:39'da ziyaret edebilirsiniz.

Celyn Bricker, Lighthouse (İznik Çinisi), Cam ve UV ışık, 2022, "Ev" sergisi, İstanbul Artist Residency

Sevgili Özge, ev özellikle barınma bağlamında üzerine en çok konuştuğumuz, ancak pek çok şekilde tanımlayabileceğimiz özel bir mekân. Serginin kavramsal çerçevesini oluştururken ne vardı aklınızda? Bu başlık üzerine sizi düşünmeye sevk eden ne oldu?

Ev aslında çok uzun süredir düşündüğüm bir konu. Sergi üzerine çalışmaya başladığımda da benim için de “ev”in çok farklı anlamları oluşundan yola çıkarak, kavramın çok katmanlılığına odaklandım diyebilirim. İki harfin yan yana gelişiyle açılan kapılar, oluşan metaforlar ve herkes -belki de her an- için yüzeye çıkacak farklı duygular mevcut. Ev hem biricik hem evrensel; hem kişisel hem kolektif. Onun üzerine düşünerek, onu hissederek, onu severek, onu hep yeniden, yeniden yaratarak yaşıyoruz.

Türkiye gibi bir ülkede yaşamak, hayatlarımızı fonda inşaat gürültüsüyle sürdürmek demek zaten. Sosyolojik açıdan baktığımızda son yirmi yılda ev kavramı hepimiz için ön plandaydı. Üzerine pandemiyle birlikte evlerimizde kapalı kaldığımız bir dönem yaşandı. O dönem de dönüp “ev”e bakmak için bir fırsattı bence. Uzun süredir üzerine düşündüğüm bu konuyu tam şu anda hayata geçirmeye karar vermemde ise şüphesiz ülkelerini, evlerini terk edip başka coğrafyalarda yeni hayatlar kurmak zorunda kalan insanlar etkili oldu.

​Fakat ben kavrama tüm katmanlarıyla yaklaşmaya çalışıyorum. Ana rahmini ilk evimiz olarak düşünebiliriz. Ardından kendi bedenimiz evimiz oluyor ve bu bize işin biyolojik kısmını getiriyor. Gezegenimize ekolojik bir bakış, evin “yuva”ya denk düşüşüyle aile ve sıcaklığa dair ilişkiler ama aynı zamanda da evin tekinsiz bir yer oluşu, kimi zaman en huzurlu olmamız gereken yerin en tehlikeli yer olabilmesi de söz konusu. Evin bir tür bellek mekânı oluşu da serginin kavramsal çerçevesinin katmanlarından. Evi, barınma ihtiyacımızı karşılayan, yaşamlarımızı sürdürdüğümüz mimari unsur olarak ele aldığımızda; bugün barınma sorunu, evsizlik, savaşlar nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan, evsizleştirilen insanlar ve dolayısıyla hem ekonomik ve sosyo-politik hem de insani bir düzlemle karşılaşıyoruz. Ekonomik politikalar neticesinde yaşanmakta olan global konut krizi, ne ölçüde karşılanabildiği şüpheli olan barınma hakkı, konut satın alarak vatandaşlık sahibi olunabilen ülkeler, savaşların evlerini terk etmeye zorladığı ve farklı ülkelerde yeni hayatlar kurmaya çalışan insanlar... Tüm bu örnekler, ev kavramının ekonomik karşılığını ve sosyolojik düzlemdeki önemini gözler önüne seriyor.

Küratörlüğünü üstlendiğiniz “Ev” sergisi “ev” teması çevresinde İstanbul Artist Residency 2022 sanatçılarının residency süreci içinde hazırladığı eserlerden oluşuyor. İstanbul Artist Residency’nin bu seneki sanatçı seçiminden ve sergiye varan süreçten bahseder misiniz?

İstanbul Artist Residency, kurucusu ve direktörü Polina Siomochkina tarafından, dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıları bir arada üretim yapmaları için İstanbul’a davet eden, sanatçı rezidansı kavramına ve bunun sürekliliğine önem atfeden bir yapı. Küratöryal grupta da yine Polina Siomochkina ve Bilgili Sanat’tan sevgili Begüm Güney yer alıyor. Sanatçı seçimleri ve hazırlık süreçlerinde de yine organizasyonun bir ön elemesi oldu ve proje için gerekli altyapılar sağlandı.

​Türkiye’den katılan sanatçıların ikisi ise benim üretimlerini yakından takip edip projeye davet ettiğim isimlerdi. Tüm süreç İstanbul Artist Residency, Bilgili Sanat, ​​Ukrayna, Polonya ve Britanya başkonsoloslukları ve projenin destekçileri tarafından hızla ilerletildi. Tabii ki sanatçıların Akaretler’de şu an sergi mekânı olan atölyelerinde çalışmaya başlamalarıyla sergi fikri daha da gelişmeye başladı. Çünkü İstanbul’da yaptıkları araştırmalar, birlikte geçirdikleri zaman ve mekânda bulundukça gelen fikirler süreci zenginleştirdi ve şekillendirdi.

Özge Yılmaz

Sergide farklı medyalarla üretim yapan, beş farklı ülkeden seçilen 10 sanatçının işleri yer alıyor. Her bir sanatçının ev temasına yaklaşımı nasıl oldu?

Açıkçası sanatçıların temaya yaklaşımları kendi pratikleriyle paraleldi. Bir de tabii, iki haftalık residency sürecinden önce, İstanbul’a gelmeden, temayı biliyorlardı. Bu onlara düşünmek için de bir parça zaman kazandırdı. Bu noktada benim dikkatimi çeken en önemli ayrım bazı sanatçıların İstanbul’a gelmeden ne üreteceklerine ana hatlarıyla karar vermiş olmaları, bazılarınınsa burada vakit geçirip araştırmalar yaptıkça işlerini şekillendirmeleriydi. Burada tabii bu iki yöntemden birinin doğru birinin yanlış olması gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Farklılıklara ve yöntem çeşitliliğine tanıklık etmek heyecan vericiydi.

Çalışması burada şekillenen sanatçılardan biri Kolombiya ve Hollandalı sanatçı Roberto Uribe-Castro’ydu. Uribe-Castro, Akaretler Sıraevler’in tarihini araştırırken, Dolmabahçe Sarayı’nın yapıldığı dönemde işçilerin kalması için Sarkis Balyan’a sipariş edildiğini öğrendi ve mimarinin, inşaatın görünmeyen işgücünün altını, geleneksel Türk çayı ve kırılgan, hassas çay bardaklarıyla çizdi. Tavşan Kanı adlı bu yerleştirmede her gün yenilenen çay dolu bardaklar, pencereden dışarı, sokaktaki global kahve zincirlerine bakıyor. Biz de evin aynı zamanda tekinsiz ve kırılgan bir yer olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Celyn Bricker, biyo-çeşitlilik üzerine çalışan bir sanatçı. Kuşların, insan gözünün algılayamadığı UV ışığı görebildiğini öğrenmesiyle, gökdelen camlarına çarpıp hayatlarını kaybeden kuşlar için, kuş-dostu UV desenli camlar önerdiği bir projesi var. İstanbul’a geldiğinde önce geleneksel “kuş köşkü” kavramıyla ilgili araştırmalar yaptı. Ardından da, 1570’lere tarihlenen, kuş motifli bir İznik çinisinden ilhamla, UV ışık yardımıyla görülebilen cam işler üretti.

Andriy Roik’in evinde devam eden savaşın ağırlığını ve karanlığını hissettiğimiz büyük boyutlu tuvali ve diğer çalışmaları, Veronika Cherednychenko’nun, Herson’un şu an Rus bombardımanlarıyla yok edilmiş bir noktasında eskiden var olan ve ailesinin de çalıştığı kumaş fabrikasının tarihi üzerinden geliştirdiği okuma bizlere savaşın izlerini gösteriyor. Yine Ukrayna’dan Olha Kuzyura, bugün Soho House İstanbul binası olarak bilinen Palazzo Corpi’nin tarihinden yola çıkarak gerçekleştirdi işini. Koray Tokdemir’in büyük boyutlu tuvalleri, evin fiziksel varlığı yok olsa da, bir “ev” fikri var olduğu sürece evin de mevcudiyetini devam ettireceği önerisiyle sergide evin zihnimizdeki yerinin altını çiziyor.

Katarzyna Tereszkiewicz çalışmasını evin hem sabit hem de geçici olabilmesi üzerinden geliştirdi ve Polonya'daki evinden getirdiği kağıttan yarattığı öğelerin üzerine, İstanbul Boğazı’nda çekilmiş su videolarını yansıtarak bu ikilik arasında bir bağlantı kurdu. Kamila Bednarska ise, büyük boyutlu tuvalleriyle bedenimizin de bizim evimiz olması üzerinden bir ev okuması gerçekleştirdi.

Ferhat Tunç, akademik çalışmalarını da üzerine inşa ettiği, Marc Augé’nin “Yok-yerler” kavramından yola çıkarak, “plywood” adlı bir tür inşaat malzemesini çalışmasının odağına yerleştirdi. Evin yokluğuyla bitmiş hâli arasındaki bu tanımsız yerden çıkıp galeriye yerleşen malzemenin anlamsal zenginliği, sanatçının aşındırmalarıyla daha da arttı.

​Gülhatun Yıldırım ise, residans sürecine Belgrad Ormanı’nda araştırmalar yaparak başladı. Bu sürecine dair bir video, sergide yer alıyor. Ardından, baskı resimlerini ve Beklenmeyen Ziyaretçi adlı yerleştirmesini yarattı. 22 Aralık 2022 tarihindeyse, Suyun Yüzü başlıklı performansını gerçekleştirdi galeri mekânında. PerformIstanbul’un da Gülhatun Yıldırım’ın performansı için desteği büyük oldu. Azra İşmen ve Simge Burhanoğlu’nun profesyonel bakışlarını çok önemli buluyorum.

Gülhatun Yıldırım, Suyun Yüzü, Performans, Süre: 3 Saat, 2022,  "Ev" sergisi, İstanbul Artist Residency ve PerformIstanbul iş birliği ile gerçekleştirilmiştir.

Sergideki işlerden ve sanatçıların yaklaşımlarından bahsettiniz. Sergide Türkiye, Birleşik Krallık, Kolombiya & Hollanda, Polonya ve Ukrayna’dan gelen sanatçılar yer alıyor. Farklı coğrafyalardan sanatçılar. Bu sanatçıların çalışmaları arasında temayı ele alışlarında nasıl farklılıklar gözlemlediniz peki? Geldikleri ülkelerde ev ile ilgili deneyimleri eserlerini nasıl etkiledi?

Sanatçıların temayı ele alışlarıyla ülkelerine dair bir değerlendirme yapabilir miyiz emin değilim. Örneğin Kolombiya ve Hollandalı sanatçı Roberto Uribe-Castro, Berlin’de yaşıyor ve sergide de mekân belleği üzerine çalışan bir sanatçı olarak, çok lokal referansları olan, Akaretler Sıraevler’in tarihi ve Türk çayı ile ilgili Tavşan Kanı adlı bir yerleştirme üretti. Birleşik Krallık’tan gelen Celyn Bricker de, az önce bahsettiğim gibi tarihi bir çiniden ilhamla gerçekleştirdi işini. Dolayısıyla ülkelerin belirleyicilerinden bahsedebileceğimi sanmıyorum. Bu konudaki tek istisna, Ukrayna’dan gelen sanatçıların çoğunluğunun yapıtlarında, ülkelerinde devam eden savaşın izlerini görebilmemiz oldu diyebilirim.

Küratörü olarak hem residency süreci hem de sergileme sürecindeki küratöryel yaklaşımınızdan bahseder misiniz? Temayı nasıl bir kurguyla işlediniz ve sergiliyorsunuz?

Gaston Bachelard, evin sakiniyle bir tür ilişki içinde olduğunu dile getirir. Ev ve o evde yaşayan birey arasındaki ilişki edilgen değil, karşılıklıdır. Ev, sakinlerine göre biçimlenir ve onlara biçim verir. Ev, sadece yaşamın tanığı değil; yaşayan, nefes alan bir varlıktır. Bunu analojiyi izleyici ve sergi (ya da sanat yapıtı) ikilisiyle de kurabiliriz bana göre. Dolayısıyla didaktik ve kapalı bir sergi kurmaktansa, sorular soran ve açık bir alan yaratmaya çalıştım diyebilirim. Küratöryal yaklaşımım, hep birlikte “ev”i düşünmek, konuşmak ve düşlemek üzerine kuruluydu.

Roberto Uribe-Castro, Tavşan Kanı, Yerleştirme, 2022, "Ev" sergisi, İstanbul Artist Residency 

Düşünmek üzerinden okumak ile ilgili merakımı yöneltmek isterim. Evi farklı anlam katmanları üzerinden ele alıyorsunuz. Bu kimi zaman mimari bir yapı kimi zaman beden oluyor, kimi zaman toplumsal kimi zaman bireysel… Ev ile ilgili beni en çok düşündüren söz içsel ve dışsal olanı kesiştirmesi açısından Etel Adnan’ın “Nihayetinde Gerçek Evimiz Hayatımızdır” sözüdür. Peki sizce ev nedir, neresidir?

Evet küratöryal metinde evin antropolojik, biyolojik, mimari, sosyolojik, ekonomik referanslarına değiniyor ve sergiyi bu katmanlarla inşa ediyorum. Etel Adnan benim de çok sevdiğim bir sanatçı ve şairdir. O da beslendiğim isimler arasında ve bu sözünü de çok severim. Ancak benim “ev”in ne ve neresi olduğuna dair somut yanıtlarım yok. Zaten olsaydı sanırım sergi için bu temayı seçmezdim. Ama bunları düşünmenin, “ev”e dair sorular sormanın önemli olduğuna inanıyorum. 

Bu süreçte düşünce dünyanızı zenginleştiren okumalar, çalışmalar yaptınız mı, referanslarınız neler oldu? Nasıl bir dönüşüm yaşadınız “Ev”in yolculuğunda?

“Ev” zaten odağımda olan ve üzerine bir üretim gerçekleştireceğimi bildiğim bir kavramdı benim için. Bu doğrultuda da özellikle Gaston Bachelard’ın Mekanın Poetikası yapıtı başucu kitabım oldu diyebilirim. Olivier Marc’ın çalışmaları özellikle de Evin Psikolojisi kitabı yine sıklıkla başvurduğum bir kaynaktı. Tabii Marc Augé’nin bakışını incelemek de çok zenginleştiriciydi.

​Bir dönüşüm diyebilir miyiz bilmiyorum ama Olivier Marc’ın insanlığın Neolitik Devrim’le birlikte avcı-toplayıcı düzenden yerleşik hayata geçmeye başlaması ve kendisi için ilkel yerleşim yerleri oluşturmasıyla, “ev”in de bir barınma mekânı olarak var olmaya başlamasını "İçsel bir zorlama, ilk insanın koruyucu toprak anadan ayrılarak ev yapmasına sebep olmuştur.” cümlesiyle açıklaması benim için kavramın önemli duraklarından biri oldu diyebilirim.

Ferhat Tunç, Geleceğini Düşleyen Yok-Yerler: Yüzeyi Aşındırmak, 2022, "Ev" sergisi, İstanbul Artist Residency 

O hâlde son olarak “Ev”i izleyici deneyimi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle, izleyicilerin bir evin içinde dolaşarak, teması ev olan bir sergiyi geziyor olmaları benim için önemli. Standart bir beyaz küp içinde değiliz. Bir grup sergisi olsa da, mimari yapının odalara bölünmüş fragmantal yapısından hareketle, her bir sanatçı ayrı ve geniş odalarda, bir tür mini solo sergi ile sunuluyor izleyiciye. Bu da yine kalabalık bir evin odaları arasında gezerken o evin farklı bireyleriyle karşılaşma ve onları tanıma anları olarak okunabilir. Dolayısıyla izleyici için, bir bütünün içinde hareket ederken, farklı sanatçılarla karşılaşma, onların pratiklerine daha detaylı bakışlar atıp o sanatçıyla baş başa kalabilme fırsatı sunan bir sergi bence “Ev”. Bu bağlamda izleyici ve yapıt arasında mahrem bir ilişki kuruyor da diyebiliriz.

0
7456
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage