Fotoğrafta ‘manzara’, ressamların bu alanda verdikleri eserlerde ‘camera obscura’ kullanmalarının bir devamı olarak bir konu olmaya devam etti. Genelde de insanların erişiminin zor olduğu coğrafyalardaki doğa görüntüleri ‘manzara’nın temelini oluşturdu. Yirminci yüzyılın ilk yarısında vahşi doğanın estetik bir şekilde belgelenmesinin örneklerinden Ansel Adams’ın fotoğrafları, yirminci yüzyılın ikinci yarısındaysa doğanın insan eliyle uğradığı tahribatı konu edinen Robert Adams fotoğraflarıyla ‘manzara’, günümüze kadar fotoğrafa konu olmaya devam etmeyi başardı.
Seza Bali’nin 6 Şubat-8 Mart tarihlerinde Elipsis Galeri’de açık kalan Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ‘Manzaralar’, sanatçının farklı coğrafyalarda çektiği manzara fotoğraflarını bir araya getiriyor. Bali için ‘manzara’ çok uzun bir zamandır önemli bir çalışma alanı. 2008’den beri süregiden çalışmalarının çoğunda ‘manzara’, Bali’nin en büyük ilgi alanını oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında, bir sanatçı için önemli bir takıntı sayılabilecek bir konuda üretilen işlerin birlikte sergilenmesi, o sanatçıyı tanımak için de önemli bir fırsat.
Seza Bali’nin web sitesine girdiğinizde bütün serilerinde karşılaştığınız tutarlı bir takıntı dikkatinizi çekiyor. Belli bir sistematikle üretilmiş fotoğraflar, kendi içlerinde bir ritim duygusuna sahip; birbirini tekrarlayan imgelerde bile birbirini tamamlama hali söz konusu. Bu, ‘manzara’ konusuna gelince de belirgin bir durum.
Daha önce 2012 yılında yine Elipsis Galeri’nin düzenlediği ‘Edisyonlar III’de sergilenen ‘New Landscapes’ (Yeni Manzaralar) serisinde Bali, var olan manzaraları dijital müdahalelerle değiştirmiş ve olmayan, idealize edilmiş manzara fotoğrafları yaratmıştı. Adı üstünde yeni manzaralar yaratan bu çalışmada, yaratılan topografyanın doğal görünümünün ardında soru işaretleri uyandıran, neredeyse kusursuz ama bir araya geldiklerinde bir süre sonra size bunların gerçekliğini sorgulatan bir yapaylık hissi mevcuttu.
‘Manzaralar’ temel olarak üç seriden oluşuyor. Sanatçının birbiriyle eş zamanlı olarak 2008’den bu yana devam ettiği ‘Nevada’ ve ‘Foliage’ (Ağaç Yaprakları) serileriyle, 2013 Eylülünde Finlandiya’da katıldığı misafir sanatçı programı sırasında gerçekleştirdiği serisinden bazı fotoğraflar, sergide bir araya getiriliyor. Finlandiya fotoğraflarıyla başlayan sergi, ‘Nevada’ fotoğraflarıyla devam ediyor, ‘Foliage’ fotoğraflarıyla verilen ‘es’in ardından ‘Nevada’ serisinin bir parçası olan ve Bali’nin çölün ortasında ufuk çizgisinin her yeri sınırlandırmasından etkilenerek çektiği polaroidler, insan izlerini gösteren iki fotoğrafla bitiyor.
Uzun yıllar Amerika’da yaşayan Seza Bali, işlerinde teknik olarak etkileyici bir mükemmelliği yakalayan bir sanatçı. Fotoğrafların çekimi, kompozisyonu, baskı öncesi hazırlığı, baskısı ve tabii ki sunumu, bu mükemmelliği yansıtması açısından bir tutarlılık içeriyor.
Finlandiya fotoğraflarında coğrafya ve yapılarda görülen yalnızlık duygusu, Nevada fotoğraflarında yerini uçsuz bucaksız çölün içindeki keşfetme duygusuna bırakıyor. Yapraklar aşağıdan yukarı bakma imkânı veren açısıyla bir özgürlük duygusu uyandırırken, polaroidlerdeki Nevada’da boyutun da etkisiyle sınırların yok olduğu bir kaybolmuşluk hissi veriyor.
Bu açıdan bakıldığında bulunduğu fotoğraflar, bireysel olarak sanatçının coğrafya ve konuyla ilgili hissini aktarabiliyor. Finlandiya fotoğraflarında doğanın içinde kaybolma ve dolayısıyla yalnızlık hissi belirgin bir şekilde görülüyor. İnsana dair öğeler olsa da insan yok bu fotoğraflarda. Bu da o yalnızlık duygusunu kuvvetlendiriyor. ‘Nevada’ serisi bir uzun yol seyahati sırasında çekilmiş izlenimi veren bir tür günlük gibi. O seyahatten etkilenme ve sanatçının bu sırada içinde bulunduğu doğayı keşfetme hissi var fotoğraflarda. Adeta bir film sırasında çekilmiş set fotoğraflarını hatırlatıyorlar. ‘Foliage’ serisi -ki sergide çok az fotoğraf var bu seriden- doğanın içinde sanki görünmeden varmışız hissi uyandırıyor. Bu, sanatçının doğanın bir parçası olma duygusuna da denk geliyor. Sanki ağırlıksız bir şekilde doğanın içinde dolaşıyormuşuz gibi. Polaroidler biriciklikleriyle de olsa gerek serginin dikkat çeken elemanları. Etrafına bakıp sonsuzluğu arayan bir kâşifin duygusunu aktarıyorlar bize.
Geçmişte manzara fotoğraflarının dekoratif öğeler barındırması yeterliydi. Fotoğrafın, resmin bazı işlevlerinin yerini aldığı noktada etkileyici görüntüleri izleyenlere aktarması, işlevsel olarak önemliydi. Bugün sadece bu özelliğe sahip fotoğraflar ‘güzel’ olmanın bir adım ötesine nasıl geçecek? Bu özelliğin bir adım ötesine geçebilmesi için belli bir soru sorması veya bir soruna değinmesi, dolayısıyla bize ilettiği görüntülerde başka bir katman yaratması gerekiyor. Kavramsal çerçeve bu ‘soru’ veya ‘sorun’ etrafında oluşturuluyor.
‘Manzaralar’ Seza Bali’nin en ilgi duyduğu konuda yaptığı çeşitli çalışmaları bir araya getirmesiyle sanatçıyı tanımak için iyi bir fırsat gibi görünse de, temelde bu fotoğraflarla ne anlatmak istediğini izleyiciye aktaramıyor. Birbirinden farklı serileri bir araya getiren ‘Manzaralar’, kurgusundaki geçişlerle bu serileri birbirine bağlamaya çalışıyor diyebiliriz ancak bu bağlam çok kuvvetli değil. Sergiyi gezerken eksikliği duyulan en önemli unsur, ne sorduğunu izleyicisine yeterince geçirememesi. Bu bir söylem veya odak eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu sergide, üstelik ismi de bir janrdan doğrudan alınmışken, sanatçının ‘manzara’yla ilgili bir söylem geliştirmesini bekliyor insan. Bu beklenti tam olarak karşılanmayınca da bir eksiklik hissediliyor.
Sanatçının daha önce gösterilen ama tarihsel olarak sergideki fotoğrafların büyük çoğunluğundan sonra yaptığı çalışması ‘Yeni Manzaralar’, ‘manzara’yla ilgili sorular soruyordu, sadece kronolojik değil ama aynı zamanda kavramsal olarak da daha ileri bir noktadaydı. Bu açıdan bakarsak ‘Manzaralar’, o serideki işlere göre bir adım geride duruyor. Yine de bu ‘manzara’ takıntısı, Seza Bali’nin bundan sonra ne yapacağı sorusunu sordurmaya devam ediyor. Manzara’yla olsun ya da olmasın...