Sanatçı ve akademisyen Prof. Gülveli Kaya ile figür ve mekân ilişkisini çok boyutluluk ve çoğulculuk algısı üzerinden sorguladığı “Katmanlar” sergisini konuştuk.
Sanatçı ve akademisyen Prof. Gülveli Kaya’nın figür, doku ve zamansallık kavramlarına dair olan üretimleri çerçevesindeki eserleri Maji Sanat Galerisi’ndeki “Katmanlar” sergisinde 22 Aralık 2020 - 30 Ocak 2021 tarihleri arasında izleyici ile buluştu. Kaya, mekânların katmanlı duvar yüzeyleri, yıllanmış ve tarihsel sürece referanslar veren dokuları ile bireysel üretim ve yaşam döngüsünden de alıntılarla şekillendirdiği resimlerinde, figür ve mekân ilişkisini çok boyutluluk ve çoğulculuk algısı üzerinden sorguladı. Kaya’nın uzun yıllardır bir sanatçı problematiği olarak ele aldığı konular bu son sergisi ile taçlandırılıp, yeni ve deneysel bir üretim ile yapıtların enstelatif olarak devam edeceğine dair de emareler estetik ve formal bir yaklaşım içinde sunulmuştur.
“Katmanlar” adlı serginizi biçim ve içerik açısından anlatabilir misiniz? Resimlerin temeli nerelere uzanıyor?
Bu resimler benim uzun süredir üzerinde çalıştığım zaman ve mekâna ilişkin kavramların ve bu kavramlar çevresinde gelişmiş plastik bir dilin devamı niteliğinde. Yaklaşık 99-2000’li yıllardan itibaren bir iç mekân, iç mekân duvar yüzeyleri, iç mekân duvar yüzeylerindeki katmanlar, mekânı yeniden estetize ederek, aynı fiziki mekânın farklı bir duygusal alana dönüşümü beni etkilemişti. Üniversite öğrencilik yıllarımda sıkça ev değiştirmem, değiştirdiğim evlerin eski evler olması, bu eski evlerin eski odalarının çok kişi tarafından kullanılmış olması, duvarları son boyayanın ben olmam ve alttaki tüm yaşanmışlıkların üzerine çıkarak mekâna dair yeni bir hafıza açtığımı hissetmem, melankoli ile karışık çok etkilemişti beni. Kapattığım yüzeylerin altında o mekânda yaşamış başka kişilerin izleri de vardı. Oysa doğada bunu göremiyoruz, doğada dinamizm farklı. Ağaç büyüyor, çimler büyüyor, otlar büyüyor, doğa ileri doğru gidiyor. Kendine ait dinamik ve yenilenen bir hayatı var. İnsanın kendi inşa ettiği yapılarda ise durum bu kadar dinamik değil. Tahribat oluyor ancak birçok şey olduğu gibi duruyor. İç mekânda da durum böyle değil mi? Sadece dış yüzeyi değiştirerek bütün mekânı kendinize ait ve sıfırdan yaşanmaya hazır bir sayfa hâline getirmiyor muyuz?
İç mekân yani oda duvarlarına ait o katmanlar benim dikkatimi çekmişti ve bunun üzerine doğrudan malzeme ile çalışmalar üretmiştim. Duvar kâğıdını doğrudan kullanarak, üzerine çizimler yaparak, eskitmeler yaparak, yırtmalar, yapıştırmalar yaparak kullanmıştım. Bu süreç 20 yıllık geçen süreç içerisindeki çalış yaşantımdaki dinamiklere göre evrildi.
İnsanı, kadın hâliyle ortaya koymak istiyorum, insanı kadında bedenleştirmek istiyorum. Çünkü kadının insan cinsi içerisinde türü, doğaya en yakın olanı bence. Hem doğurganlığı, hem duyguları, hem de sezgileri ve karmaşıklığıyla kısacası her şeyiyle bence doğaya daha yakın. Böyle baktığım için yıllardır süren tüm üretimlerimin sürecinde kadın figürü sadece insanı temsil ediyor. Dişiliği ifade etmiyor.
Katmanlar arasında tek bir figür kullanıyorum ancak birden fazla yüzeyi üst üste getirmeye çalışıyorum. Figürün buradaki tekilliği, aslında benim mekân ile olan iletişimimle ilgili. Mekândaki yalnızlığıma bir gönderme. Yüzeye ait imajların katı hâllerine karşılık, figürün uçucu denilebilecek derecede şeffaf hâli ise zamana karşı bir referansın ifadesi. Tarih boyunca insanın eşya ile olan hesaplaşmasının aslında başka bir yorumu.
Bu anlamda duvar yüzeyleri aslında benim için birer hafıza kartı gibiler. Bunlar uzunca bir süredir beni duygusal anlamda meşgul eden şeyler ve ben geçmişimle yaşamayı, geçmişi bugüne taşımak adına değil de, insanın hafıza kaydının içerisinde kendini var etmesi, kendini tanımak için oraları araması bana kıymetli geliyor. Çünkü yarın var olan bir şey değil, şu an ve bir de elimizde yaşadıklarımız var. Yani unutmuyoruz. An’ı yaşarken aslında üzerimizde bir sürü anılarımız var. Onları da taşıyoruz. Anılarımızla varız. Geçmişimizle varız. Üzerimizdeki izlerle varız. Fiziki anlamda da psikolojik anlamda da, onlar bizi yarına hazırlıyor.
Ben ayrıca zamanı sadece bir kavram ya da bir olgu olarak değil aynı zamanda insana ait ortak bir duygu olarak da görüyorum. Tıpkı sevgi, nefret ya da aşk gibi. Mekân kavramı da öyle. İnsan için var. Resimlerimdeki mekân, zaman ve insan vurgusunun altında yatan da bunlar.
Özellikle bellek ve hafıza kavramları günümüz sanatı içerisinde çok temas edilen bir kavram. Her ne kadar iletişim çağındayız denilse de, bugünün dokusunu tanımlayan kavram bence “zaman”. Zaman tükenen bir kavram ve bugün yerine göre paradan daha kıymetli. Zaman ile hafızanın kesiştiği yerde ise hatırlama ile karşımıza çıkıyor. Bilgisayarlar her şeyi çok güzel hatırlıyor, hatırlaması için teknolojisi yapılmış, yazıyorsunuz size söylüyor. Ama bir insan gibi hatırlamıyor. Benim seni unutmadığımı sana hatırlatabilirim. Bir telefon açıp veya yıllar sonra bir şeyle karşılaşırsınız, çocukluğunuzdan bir şey hatırlatır size. Bir koku bir şeyi çağrıştırır. İnsana ait hatırlamada uyaran, insanın kendisi ve insan çok boyutlu olarak hatırlıyor. Bu anlamda geçmişimiz, ister kişisel ister bir mekânın geçmişi benim için önemli kavramlar. Geleceğe dönük hayaller kurabiliriz ancak bir insanın geçmişini kaybettiğini düşünebiliyor musunuz?
Yapıtlarınızda dokular ile birlikte kadın figürlerini ağırlıklı izliyoruz. Buradaki çoğulcu ve katmanlı yapıyı nasıl kurguluyorsunuz? Dokular ve figürler boya ile nasıl hemhâl oluyor?
Tabii bu da zamanla gelişen bir şey. O iletişim güzel bir şey, ben mesela pratik anlamda sürekli çalışan bir insan değilim. Belirli dönemlerde yoğunlaştığım zamanlar oluyor. Ben genellikle yoğunlaştıktan sonra pratiğe dökmeye başlıyorum.
Daha önceki resimlerimde, yüzeyi kendi boyadığım bir duvar kâğıdı dokusuyla kaplıyordum. Bu yüzden de bütün yüzeyi duvar kâğıdı imajlarına boyadım. Çünkü orada her bir çiçek her bir yaprak birbirinin aynısı değil, benzeri oluyor ama aynısı olmuyor. Hazır dokulu yüzeyler, çok mekanik geldi, resmi çok sertleştirdi. Çok güzel kendinden desenli kumaşlar var, onları üzerine çalışmaya, o şeffaf verniklerle yüzeyi resim yapmaya uygun hâle getiriyorsun. O motifleri kaybetmemek için. Benim derdim o motiflerin bir desen ya da dekor olarak orada olması değildi sadece. Çünkü resmin tamamında bütün katmanlarına oradaki bir yaprakta, bir kıvrımla duvarı oluşturuyorum aslında. Sonrasında da onun üzerine şeffaf figürler çalışıyorum, bunlar ağırlıklı olarak kadın figürleri. Sonrasında da belirli katmanlar, motifler, yırtıklar var. Yüzeye sıçramış boya katmanları var. Bunlar bazen plastik bir kaygıyla yapılmış oluyor. Bazıları da resmin duygusal boyutunu arttırmak için yaptığım dokular oluyor. Ama ister istemez resimlerimdeki belli materyallerden bir duvar kağıdı imajları, yırtıklar, spontan kullanılmış boya efektleri ve şeffaf figürlerden oluşuyor. Bunlar da belirli bir teknikle ve sıralamayla çalışıldığı zaman resmin örgüsü ortaya çıkmış oluyor. Genel anlamda bir resmi kafamda kurgulayıp başladığımda nasıl biteceği belirsiz oluyor, sürprize dönüşüyor. Şöyle bir şey yapacağım desem dahi o kurguyla aynısı olmuyor. Süreç başka şeyler katıyor. Ancak bir kurgu her zaman oluyor.
Mesela bu sergide yaptığım çalışmalarda katmanların etkisini daha da sertleştirdim. Daha da arttırdım, o katmanların birbirleriyle olan renk ve form ilişkileri daha plastik. Bir yırtıktan ziyade birisi kendisini daha geriye çeken, birisi diğerini daha ileriye iten formlar olarak varlar. Hatta duvar kâğıdı imajlarının taşıyıcısı olan zemini de değiştirdim. Onları da şeffaflaştırdım, sadece motifi kullandım, figürün zeminini farklılaştırdım, duvar kâğıdının zeminin de figürün zemini yaptım. Birazcık daha grift bir hâle getirmeye çalıştım. Yani oradaki figürün yüzeydeki aidiyetsizliği ile motiflerin yüzeydeki aidiyetsizliklerini aynı seviyeye getirmeye çalıştım ve ikisi de farklı espaslarda duruyor olsa da aslında ikisi de aynı zemine ait. İkisi de aynı derecede boşlukta. Biri örtücü, biri tamamen daha şeffaf. İçi arkasını daha iyi gösteriyor. Tüm formları ve yüzeyleri eşit derecede şeffaflaştırdım. Nesneyi de insanı da zamanın üzerine aynı derecede astım.
Peki resimlerinizde izlediğimiz kadın figürlerini nereden model olarak alıyorsunuz? Özel çekimler mi yapıyorsunuz yoksa isimsiz, buluntu kadın kimlikleri diyebilir miyiz?
Aslında buluntu kadın imgeleri daha doğru. Ciddi bir görsel arşivim var. Bazen aynı figürleri defalarca kullandığım da oluyor. Benim için figürlerin kimlikleri önemli olmadığı için işime yarayan her türlü resimsel portre fotoğrafını kullanıyorum. Buluntu o yüzden daha doğru bir tanım. Denedim, fotoğraflamak istedim ama başka bir boyuta gitmeye başladı. Hikâyelemeye başladı yani. Benim amacım yüzeyde bir yaşam, yüzeyde bir hikâye değil mizansen yaratma değil, insanı temsil eden bir figür olarak kadın imajını kullanmak. Bu yüzden sadece bana poz veriyor. İnsan poz veren bir şey benim resmimde, poz veriyor ama mizanseni yok. Mizanseni öyküsü bir hikâyesi yok ancak bir kurgusu var. Benim kaygılarım daha geçmiş zamanın kavram olarak kendisi ve orda yaşayan onu ifade edeceğini düşündüğüm imajların plastik kurguları.
Yapıtlarınızda fotorealizm etkisinden söz etmek mümkün müdür?
Fotorealizm etkisinden söz etmek mümkün fakat ben bir fotorealist değilim. Fotoğraf estetiğini kullanıyorum. Fotoğraf o anı kaydeder, resimde ise uzam vardır. Zamanı derinlemesine kaydeder resim. Dolayısıyla fotoğrafın o donukluğuyla resmin uzamının derinliğinden kaynaklanan çelişki hoşuma gidiyor. Yüzeydeki o fotoğrafik donmuş imge ile bir yerde zamana direnmek isteyen bir görüntü var. Ama diğer tarafta o görüntünün de tutamadığı akan başka bir uzam var ve fotoğrafik imaj o uzamın üzerinde duruyor. İşte o zaman etkisi orada ortaya çıkıyor. Figürün etkisi yüzeye asılı aydınger kâğıdı gibi. Figürlerimi bir köşesinden tutsanız, hepsi oradan bir etiket, çıkartma gibi çıkar gelir. İçi de boş gelir, sallanır şablon gibi.
Fotoğrafın donukluğu lazımdı bana, lazımmış daha doğrusu veya yaptığım şey oymuş. Bunu zaman içerisinde fark ettim yani o yüzden figürler, duyguyu terk etmeye başladı, hikâyeyi terk etmeye başladı. Sadece bir figür, bize bakan iki göz. Ama donuk karelerle derdim var, donuk olması gerekiyor. İnsanın zamanda asılı kalması ana mesele. Bu karşılaştığımız katmanlar da karşılaştığımız yüzler gibi anda asılı kalıyor. Diğer tarafta da resmin uzamsal boyutu var, orada da değinilen bir zaman var ki bu da akan bir zaman. Yarına akıyor, geçmişi şu ana taşıyor. Bu yüzden bir foto realist değilim. Fotoğrafın estetiğinden yararlanıyorum. Fotoğrafın hem estetiğinden, hem de kavram boyutundan yararlanıyorum. Fotoğrafik imajlar kullanıyorum. Donukluğu yakalamak için fotoğrafik imaja ihtiyacım var. Oradaki etkiyi en güzel fotoğrafik imaj veriyor, o yüzden onu kullanıyorum. Renk de kullanmıyorum o yüzden. Hep siyah ya da sepya. Nötr ve fotoğrafik renkler.
Sona gelirken bugün yaşadığımız dünyada yapıtlarınızı plastik bir estetik içinde zaman-insan-mekân bağlamı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben esas taşıyıcıyı hep geçmiş olarak görüyorum yani insanı taşıyan şey geçmişi. Ben geçmişi kavram olarak ele almak istiyorum.
Mekân meselesi ise bir taşıyıcı benim için. Hem de fiziki anlamdaki mekânın yani yaşadığımız iç mekânı kendimize mal etme, oradaki katmanlarla geçmiş kavramındaki katmanların birbirlerine yakınlığı, zamana karşı iz düşümleri. Bir başkası için o bir sıva kalıntısıdır veya yırtılması gereken bir duvar kâğıdıdır ama ne yaparsan yap oradaki taşıyıcı bellektir aslında. İnsan ise özne. Kadın, o özneyi temsil ediyor. Dişiliği temsil etmiyor yani, insanı temsil ediyor kadın. O konuda da kadın ve doğa ilişkisi içerisinde bence doğanın insanı kadın. Doğa da dişil çünkü tabiat ana diyoruz yani. Bugüne geldiğimizde de bu kavramların insana ait ortak kavramlar olduğuna değindiğimize göre, önemli olan bu kavramların nasıl ele alındığı.
Son soruda bir akademisyen olarak Yeditepe Üniversitesi’nde hem bir dekan, hem bir bölüm başkanı olarak akademisyenlik ve idari görevlerinizi sürdürüyorsunuz. Çok mesai alan ve disiplini yüksek olan bu görevlerle birlikte sanatçı kariyeriniz nasıl örtüşüyor? İkisini birlikte nasıl besleyerek sürdürüyorsunuz?
Bu kişilikle ve biraz da gözlemle ilgili bir şey aslında. Sorumluluk bilinci olan bir insanım, tamamen sorumlulukla ilgili aslında yaptığım şeyler. Bu yüzden oradaki çizgiyi iyi ayırmak gerekiyor. Hayatım boyunca da hiçbir zaman başıma böyle bir şey geleceğini de hiç tahmin etmemiştim yani benim akademik anlamdaki başarım da sanatsal olmalıydı. Yani başarılı bir sanatçı akademisyen olmalıydı hayalim. Diğerleri idari kavramlar ve onlar da kesinlikle doğru yapılması gereken şeyler. Mesele bulunduğunuz yerin size bir şey katması değil, sizin oraya bir değer katmanız. Eğer oraya bir değer katabilirsem, çok mutlu olurum. Dolayısıyla oradaki işlerden daha çok sanatı, yapacağım işleri düşündüğüm için oranın girdabına da kapılmamaya dikkat etmeye çalışıyorum. Aslında dekanlıkla, idari işlerle daha çok uğraşıyorum. Çünkü benim zeminim burası, bu da beni diğer tarafta da daha mutlu ve daha hani insanın kendisine başarılı atfetmesi anlamına geliyor. Ne kadar doğru bir şey ama mutluysan başarılısın, bu da beni iyi hissettiriyor. Oranın içerisinde kaybolmamak, burası besliyor yani sanat dünyası. Bu yüzden de ilk yaptığım şey dekan odasının içini boşaltmak oldu. Toplantı masasının bir köşesi ve bilgisayar bana yetiyor, artıyor bile. Bütün bunların yerine bir atölye kurdum. Dekanlık odasını bir resim atölyesinin içerisine aldım. Burası bir sanat fakültesi ve dekan odasının da bir atölye olması çok doğal. Bu ortam da başta sorduğunuz sorunun cevabı. Bu sayede hem sanatımın içerisinde hem de idari görevlerimin içerisinde aynı anda kalıyorum.