20 AĞUSTOS, PERŞEMBE, 2015

Fotoğraf: Küçük Bir Kasaba

Özellikle festivalin ismindeki “buluşma” vurgusundan da anlaşılabileceği gibi Arles’in önemli ve belki de güzel bir yanı oldukça rahat bir tanışma, kaynaşma, tekrar görüşme yeri olması. Özellikle Avrupa’nın dört bir köşesinden fotoğrafçılar, fotomuhabirler, galericiler, küratörler ve yayınevi sahipleri, baskı uzmanları, gazete ve dergi editörleri buluşmak ve de eğlenmek için bu mekânı tercih ediyor. Bu buluşmanın artık biraz fazla tanıdık ve içine kapalı olması, biraz önce belirttiğim gibi, iyi mi kötü mü emin değilim.

Fotoğraf: Küçük Bir Kasaba

Van Gogh, yatak odası resmini Fransa’nın güneyindeki Provence eyaletinde, Arles kentinde üretmişti. İspanya’dan fazlasıyla etkilenmiş olan bu kent arkeolojik alanları ve Fransa’nın en köklü yayınevlerinden Actes Sud’e ev sahipliği yapıyor. 2004 yılında başlayan uzun bir geliştirme projesinin sonunda da kentin kullanılmayan tren bakım atölyelerinin bulunduğu araziye Luma Vakfı büyükçe bir müze inşaa etmekte. Tüm bu ön bilgiye ek olarak, yaklaşık 50.000 nüfuslu küçük bir kasabadan bahsedeceğimizi belirtmeliyim. Kültürel açıdan oldukça zengin bu kent aynı zamanda 46. kez gerçekleşen Fotoğraf Buluşması’na ev sahipliği yaptı.

Arles’deki Fotoğraf Buluşması’na ilk olarak 2004 yılında Halil K.’nın öğrencisiyken Türkiyeli kalabalık bir ekiple gitmiştim. Burada tanıştığım dostlar fotoğraflarımı sergilemeye başladığım ilk senelerde bana destek oldular ve önemli imkânlar sundular. Belki de bu nedenle her sene olmasa da hep ziyaretçisi olmaya gayret ettiğim bir festival oldu. En son 2012’deki ziyaretimden sonra bu sene özellikle ilgimi çeken Walker Evans’ın dergi çalışmalarından bir sergi, Las Vegas Studio’ nun arşivi ve Arles gibi küçük bir kent için küçük sayılmayacak bir Stephen Shore retrospektifi idi.

İlk güne, daha sergiyi göremeden bir Shore konuşması ile başladım. Sergisi üzerine Natacha Wolinski ile gerçekleştirdiği konuşma iki sene önce SALT’daki konuşmaya kıyasla dar kapsamlı ve fotoğraf dünyasına göre inceltilmiş haliydi. Shore’un Espace Van Gogh’daki sergisi oldukça sıkışık bir retrospektif. Daha önceleri Türkiye üzerine de araştırmalarda bulunmuş Katalan Marta Daho’nun küratörlüğünü yaptığı sergi, oldukça küçük bir alanda Shore’un 1970’lerden 2000’lere farklı serilerini bir araya getiriyor. Özellikle fotoğrafın teknik niteliklerini kavramsal araçlar kullanan bu yetkin fotoğrafçının orijinal baskılarını görmek ne kadar heyecan verici olsa da, aslında sergiler için düzenlenmemiş bu mekânda izlemek biraz da can sıkıcıydı. Yine de uzunca vakit ayrılabilen, şehir merkezindeki bu sergi, bir üretici ve eğitmen olarak önemli olan bu isimle yakınlaşmak için iyi bir fırsattı.

Festivalin “Rereading” başlıklı bölümündeki diğer sergi de David Campany küratörlüğünde Walker Evans’ın ünlü serilerine ve dergi işlerine odaklanıyordu. Campany’nin, Shore ve Evans’ın son asistanı Jerry Thompson ile birlikte gerçekleştirdiği konuşma sergiye bir girizgah niteliği taşıyordu. Campany konuşmada, Internette eski dergi benzeri matbuatın sayısal olarak dolaşıma girmesiyle Walker Evans gibi hayatını kazanmak için sıklıkla dosya konuları hazırlamış olan bir fotoğrafçının çalışmalarına bütünsel bir bakış sunmanın mümkün olduğunu anlattı. Konuşmacıların altını çizdiği gibi, Evans sadece bir fotoğrafçı değildi, aynı zamanda fotoğrafladığı seriler ve konular hakkında görsellere eşlik edecek metinleri de kendisi kaleme almıştı. Gerçekten de oldukça zengin ve ifade sahibi bir dille yazılmış bu kısa metinlerin eşlik ettiği fotoğraflar, kısa ama etkin görsel bir köşe yazısı, bir deneme olarak sanat ile kitlesel iletişim arasında bir noktada konumlandıran Evans’a dair zihin açıcı bir sergiydi.

Walker Evans, Labor Anonymous, Detroit, 1946, for Fortune magazine. Courtesy of The Metropolitan Museum, New York.

Festivalin “Resonance” isimli bölümü farklı disipllinerle fotoğraf arasındaki etkileşime odaklanıyordu. Venturi ve Scott-Brown’un “Las Vegas Studio” arşivlerinden oluşturulan sergiyi görmek benim için büyük bir şanstı, ne de olsa derslerde sık sık kullandığım bir örneği ilk defa alternatif bir formda görebilecektim. Daha önce kitap olarak da yayımlanan bu seçki, “Learning from Las Vegas Studio” isimli önemli mimarlık kitabının temelini oluşturan araştırmanın arka planını gösteriyor, araba kaputuna monte ettikleri 8mm kamera sistemi ile yapılan çekimler de sergide yer alıyordu. Yaratıcı fotografik üretimin bir mimari araştırma yöntemi olarak kullanılması ile bir öncü olarak nitelendirilebilecek bu çalışma, iki disiplin arasında etkileşim ve kesişim noktalarına bakan sayılı sergiden birisiydi.

“Resonance” bölümünün benim pek vakit ayıramadığım “Sinema” başlığının dışında “Müzik” temasındaki iki büyük sergiden biri ise Fransa’nın ünlü müzisyenlerinden Matthieu Chedid seçkisiyle Martin Parr sergisi “MMM”. Her ne kadar Parr’ın dahiyane bir mizah anlayışına sahip ve kavramları çevikçe kullanabilen bir fotoğrafçı olduğunu düşünsem de, bu sergi aradığım heyecanı vermedi. Buna karşın ilk akşam amfitiyatroda gerçekleştirdiği konuşma sırasında son zamanlarda aktif olarak çektiği kurgusal olmayan ve İngiltere’nin küçük kentlerinden ilginç hikayeleri bir araya getiren kısa belgeselleri izlemek keyifliydi. Serginin bana sıkıcı gelmesinin nedeni belki de Arles’da Parr’ın son 10 senede dördüncü sergisi olmasıydı. Ne de olsa iyi espriler bile birkaç tekrardan sonra etkilerini bir ölçüde yitiriyor. “MMM” sergisinin kanımca etkileyici bir yanı da Fransa’nın kompozitörler ve yazarlar fonu tarafından desteklenmiş olmasıydı. Müzik sergisinin popüler olduğu kadar etkileyici de olan bir diğer bölümü de  plak kapaklarına odaklanıyordu. “Total Records” 30x30cm lik plak kapaklarını iyi fotoğrafı kitlelere taşıyan bir mecra olarak konumlandırırken, farklı müzisyenler ve fotoğrafçılar arasında yıllar süren ilişkileri görünür kılması da iz bırakıyordu.


Arles’ da görülmesi gereken diğer bir sergi de Tate Modern’in fotoğraf departmanı küratörü Simon Baker’ın seçkisiyle gerçekleştirilen Japonya’dan yedi fotoğrafçıyı bir araya getiren “Another Language“. Baker’ın 2012 tarihli ilk UNSEEN’deki konuşmasında altını çizmiş olduğu bir tutum açıkça görülebiliyordu. Bir müze küratörü olarak görevlerinden birinin de müze ziyaretçilerinin sayısını arttırmak olduğunu itiraf eden Baker, bir nesne olarak fotografik baskının internet ya da diğer mecralarda yayılamayacak özelliklerini bir ifade aracı olarak kullanan fotoğrafçıları seçmişti. Özellikle Fukase ve onun günümüzde çok sık ismi anılan geçkin takipçisi Daisuke Yokota’nın işlerini, kullandıkları solarizasyon ve benzeri alternatif teknikler üzerinden okunması zor ama bir o kadar da etkileyici bir görsellik üretmesi bu serginin en can alıcı noktalarıydı. 

Bunun yanı sıra daha negatif sergi örneklerine de değinmek lazım. Alex Majoli-Paolo Pellegrin’in Kongo sergisi, Carl De Keyzer’in Congo kitabından bu yana bu kadar yoğun hissetmediğim (ve midemi bulandıran) neokoloniyalist bir fotomuhabirlik tutumunun kendini yenileme çalışmalarına beyhude bir örnekti. Galimberti ve Woods’un vergi muafiyeti olan ülkeler ve kentler üzerine yaptıkları çalışma her ne kadar ilgi çekici bir hikaye sunsa da devasa baskılara ihtiyacı olmayan iyi bir editoryel çalışmadan öteye gidemiyordu. Discovery Award sadece Avrupa ve Amerikalı küratörleri tercih etmesiyle geçmiş senelere kıyasla oldukça güdük kalmıştı.

Festival dahilinde ikinci kez yer alan Cosmos kitap fuarı neredeyse tüm büyük ve orta ölçekli fotoğraf kitabı yayıncılarını bir araya toplamaya başlayıp, sunulan bazı kitaplardan baskılar ile heyecan verici bir seçkiyi bir araya getirmiş olsa da, bir şeylerin eksik ya da ters olduğuna dair bir his oluştu ve onu üzerimden atamadım. Sanırım bu his, tam da seyahate çıkmadan önce ortaformat.org’a teslim ettiğim yazımda şikayet ettiğim bir soruna işaret ediyor: Bence hem sanat hem de fotoğraf alanında günümüzün izleyici kitlesi çok dar ve kurumlar genellikle kitleyi genişletmek üzere ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, bu konuda pek başarılı olamıyorlar. Fotoğrafçılar ve ileri seviye amatörlerin kitapları kapıştığı bu alanda insan kendine “bu kitapları sadece fotoğrafçılar mı ediniyor?” sorusunu sormaktan alıkoyamıyor. Artık bu alanın uzmanları tarafından garip bir “boom” olarak görülen fotoğraf kitabı her ne kadar önemli ve etkin bir mecra olursa olsun, günümüzde orta ve küçük ölçekli yayıncıların neredeyse spekülatif denebilecek edisyon sayıları ile kendi içine kapanan bir alana dönüşme tehdidi olduğunu belirtmek lazım.

Cosmos’un en güzel anları ise Gregoire Pjude Laurainne’in “A perpetual season” (2014) isimli kitabına kavuşmak ve Akina yayınevini tanımak oldu. Diğer bir güzel tesadüf ise İstanbul’daki imza gününü kaçırdığım Silva Bingaz’ın “Japan Coast” isimli kitabını buradaki imza gününde edinebilmiş olmak. Aynı zamanda Filigranes yayınevi farklı bir mekâanı tercih etse de Yusuf Sevinçli de yeni kitabı “Walking"i imzaladı. Kitap konularını burada takip eden okurlarımıza garip gelebilecek hoş bir detay ise Amsterdam’daki FOAM müzesinin fuara, geçtiğimiz sene ARTINTERNATIONAL’da Bandrolsüz’ ün sunumunun neredeyse aynısını bir bedava fotokopi makinası ile katılmasıydı. Aklın yolu bir.

Özellikle festivalin ismindeki “buluşma” vurgusundan da  anlaşılabileceği gibi Arles’ın önemli ve belki de güzel bir yanı oldukça rahat bir tanışma, kaynaşma, tekrar görüşme yeri olması. Özellikle Avrupa’nın dört bir köşesinden fotoğrafçılar, fotomuhabirler, galericiler, küratörler ve yayınevi sahipleri, baskı uzmanları, gazete ve dergi editörleri buluşmak ve de eğlenmek için bu mekâanı tercih ediyor. Bu buluşmanın artık biraz fazla tanıdık ve içine kapalı olması, biraz önce belirttiğim gibi, iyi mi kötü mü emin değilim. Adeta herkesin diğerini tanıdığı küçük bir kasabadaki gibi fotoğraf dünyası da genç yakışıklıklıları, zeki kadınları, amcaları, dayıları ve teyzeleri ve aile içi ilişkileri, köyün delileri, daha başka kentlere göç etmeye çalışan gençler ve olduğu noktada keyfi fazlasıyla yerinde olan geniş bir Avrupalı kitle ile ilham verici olmaktan biraz uzakta. Kentlerin sürdürülemez büyüme takıntısına göre küçük bir kasabanın sempatik geleceğini düşünebilirsiniz, ama tüm kurumları ve karakterleri ile fazlasıyla katılaşmış olan bir ekosistem özellikle de kendi gösterdikleriyle kendisi yeterince mutluysa söylenebilecek söz kalmıyor. 

0
5141
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage