Yıllar sonra kapılarını yeniden ziyaretçilere açan Carnavalet Müzesi’nin açılışı onuruna düzenlenen, fotoğraf sanatının en önemli isimlerinden Henri Cartier Bresson’un “Revoir Paris / Paris’i Yeniden Görmek” adlı sergisi ve “Yüzyılın Gözü” Henri Cartier Bresson'un sanatı üzerine bir yazı.
Paris’in en renkli ve ilginç bölgelerinden bir tanesi olan Marais’de yer alan Carnavalet Müzesi, şehrin henüz Lutetia olarak anıldığı dönemlerden yakın geçmişe kadar uzanan, Paris’in tarihine adanmış bir müzedir. Hotel Le Peletier de St-Fargeau ve Hotel Carnavalet binalarında kurulmuştur. Şehrin ortasında, muhteşem düzenlenmiş büyük bahçeleri ile adeta bir vahayı andıran müze, uzun yıllar süren renovasyon çalışmalarından sonra 29 Mayıs’ta ziyarete tekrar açıldı.
Paris Tarihi Müzesi olarak kabul edebileceğimiz Müze Carnavalet’de, müzenin yeniden açılışı ile eş anlı olarak açılan; Paris’i adeta bir sahne, bir stüdyo olarak kabul etmiş, fotoğraf sanatının dünyadaki en önemli isimlerinden biri olan Henri Cartier Bresson’un “Revoir Paris / Paris’i Yeniden Görmek” sergisi son derece anlamlı bir başlangıç.
Henri Cartier Bresson (22 Ağustos 1908-3 Ağustos 2004), özellikle 1927-1928 yılları arasında kübist ressam Andre Lhote ile birlikte çalıştığı dönemlerde resme olan ilgisinin yanı sıra geometriye olan ilgisinin ne kadar belirleyici olduğunun farkına varır. 1929 yılında Cambridge’e giderek resim ve edebiyat eğitimi aldıktan sonra, profesyonel olarak fotoğrafçılıkla ilgilenmeye başlar.
Cartier Bresson, Fransızların meşhur deyimiyle tam bir flanördür (avare kent gezgini). Yürüyüşün kendi güzelliğini yaşamak ve yürürken düşüncelerinin olgunlaşmasına izin vermek anlamlarını içeren flanörlük onun hayatında çok önemlidir ve gezi alanı tüm dünyadır. 1931 yılında kendi deyimiyle “Karanlığın Yüreği”ne Afrika’ya gider, fakat bir iki yıl sonra yakalandığı karahumma dolayısıyla Paris’e geri dönmek zorunda kalır. 1937 yılında İspanya İç Savaşı’nı ele alan bir belgesel yapar. Sinema ile her zaman çok ilgilidir. Jean Renoir’ın asistanlığını yapar ve Bir Kır Gezisi ve Oyunun Kuralı adlı filmlerde çalışır. İkinci Dünya Savaşı’nda askere gider ve Almanlara esir düşer. 1943 yılında mucizevi bir şekilde esir kampından kaçmayı başarır.
Fotoğrafları 1947 yılında New York’ta Modern Sanatlar Müzesi’nde sergilenir. Aynı yıl fotoğrafçı Robert Capa ve David Seymour’la birlikte Magnum Photos adlı fotoğraf ajansını kurar. Daha sonraki yirmi yıl boyunca Magnum ajansının dünya çapındaki başarısını takiben Hindistan, Endonezya, Çin ve Mısır’ın da aralarında bulunduğu pek çok ülkede bulunur.
Kurulduğu 2003 yılından bu yana Henri Cartier Bresson Vakfı’nın sanat direktörlüğünü yapmakta olan Agnes Sire onu; ‘‘Henri Cartier Bresson, aynı anda hem yay hem okun kendisidir ve duyarlılık anını bir görsele dönüştürme konusunda en kısa yoldur.’’ diye tarif eder.
Pek çok sır saklayan, ketum Paris sokaklarında, meydanlarında yaptığı sayısız gezintiler ona hem insanlar hem de mekânlar açısından pek çok sürpriz sunar. Bu sürprizleri fotoğraf karelerine dönüştürmede ki Cartier bakış açısının, form ve geometri algısının önemi tartışılmazdır. Çeşitli söyleşilerinde, sokaklarda yakaladığı mütevazi anların onun için adeta bir karalama defterine çizilen acele çizimler gibi olduğunu ifade eder.
Cartier’nin Paris’i asla geceye ait değildir. Özellikle gündüz çektiği fotoğraflarda Paris’in adeta heykelsi görüntüler veren gökyüzü ve bulutlarının, karelere yansıyan grinin her tonunun, çinko kaplı çatılarının gün ışığı altındaki tarif edilemez ışıltılar sunan yansımalarının etkisi çok çarpıcıdır.
Cartier Bresson’la çalışma fırsatını da yakalamış olan Agnes Sire sergi için yazdığı yazıda, onu çoğu zaman Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nde iskeletlerin skeçlerini çizerken bulduğunu ve nedenini sorduğunda ‘‘Çünkü onlar hareket etmiyorlar’’ dediğini anlatıyor. Hayatını insanlardaki, doğadaki hareketi yakalamaya çalışmış bir insan olarak aradığı aslında sağlam bir anatomi bilgisi ve insan vücudunu tam olarak algılayabilme gücüdür.
Karakterinin diğer öne çıkan en belirgin özelliği; itaatsizlik ve eylem ile birlikte gelen soylu bir başkaldırıdır. Varlıklı aile geçmişinden kendisini tamamen izole etmesi ile başlayan bu başkaldırı, tüketim karşıtı hayat görüşüyle, ekoloji konusundaki hassasiyetiyle ve tabii ki tüm protestolara gösterdiği ilgi ve yakınlıkla, çektiği her karede kendisini ele verir. Paris gibi protestoların başkenti bir şehirde her türlü eylemin içindedir ve dokümante etmekten nefret etse de bugün çektiği her kare dönemin bir belgesi niteliğindedir. Oysa bir söyleşisinde ısrarla “Ne bir mesajım, ne bir görevim var, ama bir görüş açım var” demiştir.
Kendisini her zaman sokak fotoğrafçısı olarak tanımlamıştır ve hayatı boyunca siyah beyaz fotoğraf çekmiştir. Çok az renkli fotoğrafı vardır. ‘‘Duyguyu yalnızca siyah beyazda buluyorum. Renkli bakış aslında eksik bir bakıştır’’ diyerek kendisini renkli basın fotoğrafçılığından kesin çizgilerle ayırmıştır.
Deklanşöre basılan an, fotoğraf sanatını oluşturan tüm süreçte en etkilendiği, en heyecanlı bulduğu andır. ‘‘Fotoğraf çekmek, kişinin nefesini tuttuğu bütün benliği ve yetenekleriyle kendini bir noktaya yoğunlaştırdığı gerçekle yüz yüze geldiği andır. Görüntünün oluştuğu bu an, fotoğrafı çekene fiziksel ve entelektüel bir haz verir.’’ der. Gerçekten de öyle hisseder ve tüm yaşamı boyunca yazdığı tek kitap 1952 yılında yayınladığı, kapağını Matisse’in çizdiği Decisive Moment / Karar Anı isimli kitaptır
Cartier Bresson’un işlerinde, mekânlar, insanlar, eylemler, duygular olsa bile her şeyin gelip dayandığı nokta portrelerdir. Kendi yüzünü, kamerasını bir maske gibi kullanarak hep saklamış olsa bile hayatının son zamanlarında kendi fotoğrafından yaptığı portreyi çizerken karısı, ünlü Magnum fotoğrafçısı Martine Franck’ın çektiği bir kare bize çok şey söyler.
Bresson’un çektiği portreler, bugün hepimizin çok iyi bildiği, fotoğrafa baktığımız an o kişinin ruhunu okuduğunu anladığımız, bir bakışta, bir harekette, vücut dilinin konuşan bir kıvrımında bize pek çok sır veren ölümsüz fotoğraflardır.
‘‘Fotoğraf çekmek insanın aklını, gözünü ve yüreğini aynı noktaya getirmesidir.’’ der Bresson ve tüm yaşamı boyunca çektiği binlerce karede en çok ihtiyaç duyduğu ve başvurduğu aklı, gözü ve yüreğidir ve tabii ki bir de yanından hiç ayırmadığı kamerası...
Carnavalet Müzesi’nin açılışı onuruna düzenlenen Henri Bresson Cartier sergisi; Paris fotoğrafları, bir profesyonel olarak çektiği fotoğraflar, Paris’in Kurtuluşu, ölümsüz portreleri ve yaşamının sonlarına doğru yeniden başladığı kara kalem çizimleri gibi çeşitli bölümlere ayrılmış ve izleyici, onun kişisel yaşamının içinde ilerlerken Paris’in değişimini, dönüşümünü de adım adım izliyor.
Henri Cartier Bresson dünyayı kamerasının lensi ile gören bir kişiydi ve bu yüzden kendisi fotoğraf dünyasında “Yüzyılın Gözü” (Eye of the Century) olarak kabul edilmektedir. Bütün seyahatleri, deniz aşırı ülkelerde geçirdiği zamanlar arasında bile her zaman Paris’e döndü ve şehrin düzenli olarak fotoğraflarını çekti. Çünkü Paris onun eviydi, kişiliğini oluşturan çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği şehirdi, hiçbir şehir Paris’in kalbindeki yerini değiştiremedi.
Hem Carnavalet Müzesi’nde hem de Henri Cartier Bresson Vakfı’nda sanatçının eserleri eşliğinde bizlerin şahit olmadığı bir dönemin Paris’ini, Paris sokaklarını, Seine nehri kıyılarını, kafelerini, aşıklarını, evsizlerini, gösterilerini, sanat ve edebiyat sahnesinde yer alan ünlü simaları görmek ve muhteşem şehir Paris’in izini sürmek mümkün…