Paris’in iki önemli ve kardeş müzesine birden yayılan “Qui a peur des Femmes Photographes?” (Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?), fotoğrafın ilk yüzyılındaki kadın fotoğrafçıların, fotoğraf sanatına katkılarının ve nelerin ‘fotoğraflanabilir’ olduğu konusunda sınırları nasıl zorladıklarının izlerini süren kapsamlı bir sergi. Sanatseverlerden büyük ilgi gören sergi, 24 Ocak 2016’ya kadar devam ediyor.
Geçen yazıda üzerine yazacağım ipucunu verdiğim “Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?”, fotoğrafın icadından II.Dünya Savaşı’nın sonuna dek olan 100 yılı aşkın sürede, kadınların bu sanat dalının gelişimine yönelik sıradışı katkılarına dair -özellikle son 40 yıldaki- fotoğraf tarihi araştırmalarına dayanan ve bu araştırmaların ışığında bu katkıları yeniden değerlendiren bir sergi. Sergiye ev sahipliği yapan Orsay Müzesi ve Orangerie Müzesi’nin yanı sıra Washington D.C’deki Kongre Kütüphanesi’nin özel katılımıyla düzenlenen ‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ın genel küratörlüğünü Münchner Stadtmuseum’un fotoğraf koleksiyonu şef küratörü Ulrich Pohlmann, 1839-1919 yıllarına tarihlenen ilk bölümünün küratörlüğünü Thomas Galifot, 1918-1945 yıllarına tarihlenen ikinci bölümünün küratörlüğünü ise Marie Robert üstleniyor.
Sergi, fotoğrafın temelde basit tanımıyla teknik bir süreç ve bu nedenle ‘erkek işi’ olarak görülmesine dair -halen var olmaya devam eden- genel algıyı kırmak ve ister amatör olsunlar ister profesyonel, kadınların diğer ‘geleneksel’ güzel sanatlar dallarına kıyasla fotoğrafta çok daha önemli bir rol üstlendiklerinin ve nelerin ‘fotoğraflanabilir’ olduğu konusunda sınırları nasıl zorladıklarının altını çizmek üzere şekillendirilmiş. Kadınların, keşfedildiği ilk yıllardan itibaren fotoğrafın tüm uygulama alanlarında erkeklerle aynı seviyede -teknik ve sanatsal- bir ustalık yakalaması ve başarı kazanmasını göstermenin günümüzde artık bir önceliği kalmadığını vurgulayan sunum metninden alıntılamak gerekirse: “...bu sergi, sadece kadınların üretimi üzerinden okunacak bir fotoğraf tarihi ya da kadınların gözünden kadınlar gibi bir tarih önermesi yapmaktan ve hatta ‘kadınlara dair fotografik bakış’ı temsil etmekten ziyade tarihsel ve sosyokültürel bağlamlar ışığında kadınlar ve fotoğraf arasındaki münferit ve yenilikçi ilişkiyi, yani üretimlerindeki karakteristik ve/veya dikkat çekici yönleri ortaya koymakla ilgileniyor.” Bu yönelimle hazırlanan sergi, 1839-1945 yılları arasındaki belirli periyotlarda, Fransa, İngiltere, Almanya ve Macaristan ağırlıklı olmak üzere Avrupa ve Amerika’dan kimi bilindik ama birçoğu ismi çok fazla duyulmamış kadın fotoğrafçının işleri aracılığıyla cinsel kimliğin fotografik üretim üzerindeki etkisini anla(t)maya çalışıyor.
1839-1919: Fotoğraf Çekerek 'Bakılan'dan 'Bakan'a Evrilen Kadınlar
‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ın 1839-1919 arasına tarihlenen ve Orangerie Müzesi’nde izlenime sunulan ilk ayağı, fotoğrafın ilk 80 yıllık döneminde kadınlara yönelik -cinsiyet temelli- önyargı ve beklentilerin onların üretimine ket vurmadığını, aksine içine tıkıştırılmak istenildikleri durumu aşıp bunu bir avantaja dönüştürerek kendilerine nasıl ekstra ifade alanları yarattıklarını ortaya çıkaran fotoğrafları dört bölüm altında topluyor ve fotoğrafın mucitlerinden Henry Fox Talbot’un eşi -ve doğal olarak bu yeni tekniğin ilk kadın kullanıcısı- Constance Talbot’un fotoğraflarıyla başlayan serginin bu ayağı, ilk resimli kitabın yaratıcısı Anna Atkins’ten fotoğrafları zamanında ‘çocuksu saçmalıklar’ olarak nitelendirilen Julia Margaret Cameron’a toplamda yetmişin üzerinde kadın fotoğrafçının işlerine yer veriyor.
‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ın fotoğrafın ilk dönemlerine odaklanan ‘Bakan bir özneye dönüşmek’ başlıklı ilk bölümünde en çok vurgulanan nokta, resim ve heykel gibi diğer sanat dallarındaki teknik yeterlilik ve çalışma pratiklerine dair kısıtlayıcı kuralların var olmaması nedeniyle fotoğrafın kadınlar için sosyalleşme imkânlarını artıran ve profesyonel ağlara girmelerine fırsat tanıyan bir sanat dalı olması. Özellikle İngiltere’de Kraliçe Victoria’nın da teşvikleriyle kadınlar, sosyal statülerine de bağlı olarak, fotoğrafın ta ilk yıllarından itibaren ya profesyonel alanda boy göstermeye başlamış ya da kişisel yaratıcılıklarını göstermek için amatör olarak fotoğrafla uğraşır olmuştu. Her iki durumda da, ev ve aileleriyle ilgili zaruriyetlerden sıyrılıp kendi yeteneklerine, gözlemlerine ve muhakemelerine odaklanabilecekleri ve bunların ışığında üretimde bulunabilecekleri bir alan olan fotoğrafa dört kolla sarılmışlardı. ‘Bakan bir özneye dönüşmek’, Constance Talbot, Lady Frances Jocelyn ve Lady Clementina Hawarden gibi isimlerle serginin açılışını yapıyor.
Yeni gelişen bir pazar/ticaret alanı olması nedeniyle yüksek iflas riski barındıran ticarî fotoğrafta ilk başta kadınların ve çocukların portreleri ya da sanat eserlerinin röprodüksiyonu gibi daha az riskli alanlarda faaliyet gösteren kadın fotoğrafçılar, zamanla erkek fotoğrafçıların tahayyül bile edemediği ya da erişimine sınırlı bir ifade alanı keşfetti: Canlı tablolar. Tekniğin gelişmesine paralel olarak iç mekân çekimlerinin kolaylaşması, modelleriyle özel ve samimi bir iletişim kurabilen kadın fotoğrafçıların portre ve kurguyu birleştirmelerinin yolunu açtı. ‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ da bu ‘canlı tablolar’a ‘Fotografik tiyatro ve cinsiyetler tiyatrosu’ başlığını taşıyan iki bölüm altında iki odada özel bir alan açıyor ve serginin belki de en heyecan verici olan bu bölümlerinde, Julia Margaret Cameron, Gertrude Käsebier, Frances Benjamin Johnston ve Alice Austen gibi isimlerin ‘kadınlık’ ve ‘annelik’ mitleri, ‘cinsiyet stereotipleri’, evlilik, ataerki, toplumsal roller, davranış biçimleri ve kılık kıyafet kodları gibi pek çok sosyal konudaki ezber bozucu fotoğraflarına yer veriliyor.
Serginin, Orangerie Müzesi’ndeki son bölümü ‘Erkek mıntıkalarına doğru yön almak’ ise 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadınların fotoğrafçı olarak kamusal alandaki artan görünürlüğüne odaklanıyor. Jane Dieulafoy, Christina Broom ve Mary Dillwyn gibi isimlerin arkeolojik, etnografik ya da turistik amaçlarla yabancı ülkelerde çektikleri fotoğrafların yanı sıra eğitim, sağlık, endüstriyel gelişme, çalışma koşulları ya da etnik azınlıklarla ilgili sosyal ve politik meselere dair ‘sokak’ta çektikleri fotoğraflara yer veren bu bölümün sürprizi ise 1890’lardaki ‘Kodak’ reklamlarına ayrılan küçük odacık. Herkesin fotoğraf çekebileceği mottosuyla -her ne kadar bugünden bakınca bir lütûf ve üstten bakış olarak değerlendirilebilecekse de- özellikle kadınları hedefleyerek pazarlanan Kodak reklamlarında kullanılan ‘Kodak Girl’ üzerinden kadınların fotoğrafın demokratikleşmesinde oynadığı role dair bir gönderme niteliğinde bu odacık.
1918-1945: Fotoğraf Pratiklerini Giderek Genişleten Kadın Fotoğrafçılar
‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ın 1918-1945 arasına tarihlenen ve Orsay Müzesi’nde izlenime sunulan ikinci ayağı, 20. yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşı arasındaki dönemde modern fotoğrafın ortaya çıkışına, -sergiler düzenleyip ajanslar kurarak, stüdyolar yönetip eğitim/destek örgütleri oluşturarak- fotoğrafın kurumsallaşmasına ve fotoğraf tarihi/teorisinin yazılmasına ön ayak olan kadın fotoğrafçıları mercek altına alıyor. Fotoğrafçılığı pek çok boyutuyla tecrübe eden ve kendilerinden önce gelen isimlerin -artık kadın fotoğrafçılarla özdeşleştirilen portre, natürmort ve özel yaşam fotoğrafları gibi- pratiklerini kimi zaman eleştirel ve ironik bir dille devam ettirmenin yanı sıra daha deneysel çalışmaları ve erkek fotoğrafçılara ayrılan mıntıkaları da çalışma alanlarına ekleyen kadın fotoğrafçıların yaklaşık 30 yıllık bu süreçteki üretimlerine üç ana bölüm altında yer veren serginin ikinci ayağı, Tina Modotti’den Wanda Wulz’a Helen Levitt’ten Lee Miller’a doksan ismi ağırlıyor.
‘Kodların tahrip edici kullanımı’ başlıklı ilk bölüm, bir yandan modernitenin biçimsel ve kuramsal dağarcının oluşturulmasına öncülük eden Imogen Cunningham ve Madame Yevonde gibi kadın fotoğrafçıların deneysel çalışmalarına yer verirken diğer yandan da o dönemde halen bir tabu olan erkek bedenini ya da alternatif cinsel yönelimleri konu alan Ruth Bernhard, Dora Maar ve Germaine Krull gibi isimlerin çalışmalarına yer veriyor. ‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ın Orsay Müzesi’ndeki ayağının en keyifli kısmı ise ‘Özportreler ve Tedbili Kıfayetler’ bölümündekiler. Claude Cahun, Florence Henri, Ilse Bing ve Gertrud Arndt gibi isimlerin 1920’lerden itibaren kendi görüntülerini yapı bozuma uğratarak kendilerini yeniden yarattığı, kendilerine biçilen geleneksel kız evlat, kızkardeş, eş ve anne rollerinden uzaklaşabilip onları rahatlıkla eğip büktüğü, kameralarını ve aynaları optik birer nesneden öte kimliklerini deşmek için birer araç olarak kullandığı örneklerin yanı sıra yüzyıllardır süre gelen ‘bakılan’ taraf olma durumlarını iyice tersine çevirdikleri ve bir fotoğrafçı olarak kendilerini fotoğrafladıkları -adeta bir kartvizit niteliği taşıyan- özportrelere yer veren bu bölümü, ‘Fotografik mıntıkaları keşfetmek’ takip ediyor. ‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ın bu son bölümü, muhabirlik, moda/reklam fotoğrafçılığı ve yazarlık/araştırmacılık gibi o güne dek daha çok erkeklerin domine ettiği alanlara sızan ve başarı kazanan Tina Modotti, Germaine Krull, Gerda Taro, Dorothea Lange, Lisette Model, Lee Miller ve Lola Alvarez-Bravo gibi isimlere yer veriyor. Bu son bölümün bonusu ise -aynı tarihlerde- sinemaya da el atan kadın fotoğrafçıların filmleri. 16 mm filmin ortaya çıkışı, taşınabilir kameraların yaygınlaşması, sinema sektörünün yeni yeni gelişmekte olması ve mecburi eğitim kurumlarının henüz var olmaması gibi etkenler sinema alanında çalışmayı daha kolay kıldığından, ideolojilerinin ışığında dünyayı değiştirmek isteyen kadın fotoğrafçıların bu alanda da üretim yapmasının yolunu açmıştı. Sergi, Leni Riefenstahl, Margaret Bourke-White, Ellen Auerbach, Madeline Brandeis ve Ella Bergmann-Michel gibi isimlerin çektiği filmlerden örneklerle sona eriyor.
Uzun süren araştırmalara dayanan ve pek çok farklı koleksiyondan fotoğrafların bir araya getirilmesiyle oluşturulan ‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ sergisine, çeşitli fotoğraf tarihçileri/teorisyenleri/küratörlerinin de yazılarıyla katkıda bulunduğu ve bunca varlıklarına/üretimlerine rağmen kadın fotoğrafçıların sanat tarihinde halen neden daha az görünür olduğunu da sorgulamayı ihmal etmeyen hacimli bir sergi kataloğu da eşlik ediyor. Günümüzde de müzelerde, galerilerde, ödüllerde ve hatta aday listelerinde dahi kadın fotoğrafçıların erkek fotoğrafçılara kıyasla çok düşük bir temsiliyeti bulunduğunu ve daha az görünür olduklarını düşünürsek, ‘‘Kim Korkar Kadın Fotoğrafçılardan?’’ gibi bu durumu tersinden okumaya girişen külliyatlı bir serginin ehemmiyeti göz ardı edilemeyecek cinsten...