Seramik sanatçısı Füsun Kavalcı’nın, Ankara’da Fikret Otyam Sanat Merkezi’nde sanatseverlerle buluşan retrospektif sergisi “Füsun’un Kadınları” üzerine bir yazı.
“Tanrıça en temel evrensel paradoks olarak sıradan dünya olayları yaşanırken karşılaşılan, yüzü olmayan varlık ya da hayatını kaybedip ana rahmine dönmedikçe hiçbir erkeğin asla çözmeyi ummayacağı bulmacadır”. - Jennifer Barker Woolger, İçimizdeki Tanrıça, s.6
Füsun Kavalcı’nın uzun yıllardan sonra, farklı dönemlerde ürettiği eserlerini bir araya getiren “Füsun’un Kadınları” başlıklı retrospektif sergi, 26 Şubat – 26 Nisan 2022 tarihleri arasında Çankaya Belediyesi’ne ait sanat merkezi Fikret Otyam Sanat Merkezi’nin galerisinde açıldı. Sanatçının kendi oluşum ve gelişim sürecini de yansıtan sergideki eserler, ülkemizde kadın olmanın zorluklarını ve sürecini sunarken kadınlık tarihine dair de genel bir bakış açısı taşımaktaydı. Kadının kutsallığı, her toplumun yapısına göre dönüşen kimliği ve bir türlü ifade edilemediğinin öne çıkarıldığı eserler, tarihsel örneklerle de çeşitlenmişti.
Sanatçının kendi dilinden ifade ettiği gibi “Çağlarboyu kadınlardan ben en çok Anadolu kadını olmak isterim. Beyni ve bedeni açık, aklı ve duyguları özgür, gönlü cömert ve fedakar, vefakar ve cefakar” Anadolu kadınları sergide farklı form ve işlevlerle yaşamının yansıtıldığı örnekler olarak öne çıkarılmıştır.
Şevkiye Hanım adlı eser Kavalcı’nın, kendisine saç taramayı öğreten babaannesi ile bağını temsil eder. Ülkemizde büyüklerle yaşanılan çekirdek aile kavramı gitgide azalmakta. Bireyin toplum için biriktirdiklerinin temelini oluşturan aile ve ev kültürüne atıfla yapılan, zor işlenen sağlam çelik tellerle ürettiği bu çok özel iş, sanatçının çocukluğundaki kemik tarağa benzeyen seramik taraktan oluşur. Babaannesinin sözlerini hatırlayan sanatçı bireyin saçını tararken bile “kendine özen göstermesi gerektiği”ne bir göndermedir.
İslam Ülkesinde Bakire Olmak adlı seride de alüminyum tellerle bedenini başkalarının korumaya aldığı kadın işlenir. Evli ve çocuklu kadın, bedeninde doğum izlerini taşır. Bilim kadını ise bedenini unutan beyni, başındaki metal plakalarla perçinlemiş kadındır. Yaralı Kadın, kadınların kalbinin bir kere kırıldığında seramikte çatlama ve onarılamama durumu gibi bu derin izi taşıdığını anlatır.
Anadolu’nun yerleşik uygarlıklarından olan Kızılırmak Havzası’nda Çorum yakınlarında Boğazköy (Hattusa)’ün başkent olduğu Hitit kültüründe kadının statüsünü Hitit Kadını adlı işinde işler. Sanatçı bu işinde kadın haklarının yasalarla yazılı olduğunu, kral olmadığında imza yetkisine sahip olan yönetici kadın ile iş statüsünde erkeğin yaptığı aynı işin yarı ücretini alan kadını bedenine yerleştirdiği yasa tabletleriyle işler. Helen Kadını’nda eve kapanmış dış yaşamı evinin penceresinden seyreden ve dokuma dokuyan kadınla anlatır. Kadın yaşamına erkeğin karar verdiği bu anlayış Batı toplumunda kadın hayatının yönetimini ve kadın cezalandırılmalarının da ilklerini oluşturur. İhanet eden kadın koca evinden atılır, ölümle cezalandırılabilir. Tatlı Cadı adlı eser de Orta Çağ kadınını işler, çalı süpürgeleri cadı yakıştırmaları ile asılan, yakılan kadınlardır. Eşleri savaşta iken bekaret kemeri giyen bu kadınlar kendileri hakkında söylencelerin kurbanlarıdır.
İslam Kadını, erkeklerin düğmelediği ve kapattığı kadını simgelerken Modern Çağ Kadını ise Modern Zamanlar (1936) filminde Charlie Chaplin’in işlediği gibi sürekli üretmesi beklenen, makinaya dönüşmüş kadındır. Başında kuşu ile özgürlüğünden hiç ödün vermeden ek yükleri alır ve 24 saat bu çarkı döndürür.
Roma Kadını, bedeninde çocuk patikleriyle ironik bir şekilde işlenmiş, kadının hak ve özgürlükleri doğurduğu çocuk sayısına göre belirlenmiştir. Evin içinde çocuklar ve köleler üzerinde hakimiyet kurma yetkisi olan kadın bu sayede güçlüdür. Bu durumun günümüzde de süregeldiğini vurgulayan sanatçı sergide bu kadınla Feminist Kadın’ı yanyana koyarak ironi oluşturur. Feminist Kadın ise kadının kendi kimliğini bulma ve varoluşta yaşadıklarını temsil eder. Bedendeki çiviler, kadının perçinlediği değişimdir. Bu değişimin sorumluluğunu kendisi taşır.
Varoluşçu Kadın Simon ise İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanan Avrupa ve özellikle Fransa’da J.P. Sartre ve Simon de Beavouir’ın varoluş felsefesine atıfla üretilmiştir. İnsan olmanın temeli sadece yaşamak değil, yaşama değer katacak projeler üretmekten geçer. İnsan varlığını sorguladığı sürece “var”dır. Simon’un bedeninde mandallara takılı notlar bu dönüşümün belgeleridir. İkinci Cinsiyet’i 1949 yayımlayan Beavouir varoluşçu düşünceye atıf yaparak cinsden önce varoluşu önceliklendirir, kadın doğulmadığını kadın olunduğunu vurgularken kadını toplumdan bağımsız düşünmez.
“Jojo Ev Kızı” serisinde “Ev kızını üçe böl; bir tarafı iş gücü, görünmeyen kısmı beceri ustası, bir tarafı hapis, umulmayan yönü müthiş bir hayal zengini” diyen sanatçı çeyizini yapan kadının güncel olaylardan da bağımsız olmadığını Hes’lere hayır diyen, Gezi’ye katılan kadınları ile verir.
Sanatçı özellikle pandemi döneminde atölyesinde geçirdiği süreci Son Hallerim Ben ve Atölyem işiyle özetler. Boş bir çanak tarif edilemeyen bir “boşluk” ve “yaratıcılığı” da beraberinde getirmiştir.