Küratörlüğünü Önder Özengi’nin yaptığı sergi, geçmişle yüzleşme deneyimlerini ve özür dileme eylemini, toplumların ortak demokrasi kültürünü oluşturma mücadelesi bağlamında ilişkisel olarak ele alıyor. Sergi, sekiz vakaya eğilerek geçmişte yaşanan hak ihlalleri, katliamlar, soykırım ve insanlık suçlarıyla devletlerin nasıl yüzleştikleri, hangi süreçlerden geçtikleri, nasıl özür diledikleri ve dilenen özrün anlamı üzerine düşünüyor.
Sergide birçok farklı kaynaktan faydalanarak konu çerçevesinde büyük öneme sahip vakalar görselleştiriliyor. Devlet arşivleri ve özel arşivlerden olay anına tanıklık etmiş insanların anlatılarına ve görsel kayıtlarına, resmi belgelerden afişlere ve şarkılara kadar geniş bir bakış açısından yaşananlar aktarılıyor. Sergi mekanıysa seyirciyi bu kurguya benzer olarak düzenlenmiş bir şekilde karşılıyor.
Serginin merkezinde, devletlerin geçmişte yaptıkları hak ihlalleri, katliamlar, soykırımlar ve insanlık suçlarıyla hesaplaşma ve yüzleşme süreçleri ile özür dileme edimleri yer alıyor. Buna atfen sergi kendi içinde sekiz bölüm olarak görülebilirken bunlar; Fransa ve Cezayir arasındaki sömürgecilik ilişkisine, Avusturalya ile Aborjinler ve Torres Boğazı Adaları halkı arasındaki çatışmaya, ABD’nin İkinci Dünya savaşı sonrası Japon Amerikalıların toplama kampında tutmasına, Almanya’nın Yahudiler ve Holokost’u kabullenmesine, Kanlı Pazar özelinde Britanya – Kuzey İrlanda çatışmasına, Şili’de Pinochet dönemi hak ihlallerine, Bulgaristan ve Türk azınlık arasındaki ilişkiye ve Srebrenitsa Katliamı üzerinden Sırbistan – Bosnalı Müslümanlar arasındaki çatışmaya odaklanıyor.
Her bölüm, ele aldığı olayı ve dönemi çeşitli materyallerle izleyiciye sunuyor. Bunlar arasında, seyircinin yaşanan olaylara farklı yönlerden bakabilmesini sağlayan fotoğraflar ve belgeseller ön plana çıkıyor. Bu görüntüler sadece resmi özür anlarına değil, aynı zamanda özürlerin öncesi, yani vakaların kendisine ve özür anına götüren konjonktüre ve özür sonrasında demoktratik bir geleceğe yönelik etkilerine de bakıyor.
Fotoğrafın hakikati dile getiren bir araç olarak kamusal ortaya çıkışı ve tarihçesi de göz önünde bulundurulacak olursa, sergide kullanılan materyaller birbirleriyle oldukça benzerlik gösteren fakat hepsinin kendi içinde tek bir olay olarak ele alınmasında kurucu bir rol oynuyor. Mesela 1914 – 1918 tarihlerine arasına ait Lost Bulgaria arşivinden alınmış bir fotoğraf Bulgar askerlerinin denetiminde yol yapan Türklerin görüntülendiği fotoğraf dönemin görselleştirilmesine yardımcı oluyor. Dolayısıyla dökümanlara dayalı bir anlatım dilinin fotoğraflarla desteklenmesi bir yandan bu anlatımın görselleşmesini sağlarken öte yandan tarihi öneme sahip bu anların reddedilemeyecek toplumsal gerçekliğini göz önüne seriyor. Nitekim fotoğraflarda devleti temsilen kolluk kuvvetlerinin görüntülerindeki çatışma halleri ele alınan tüm vakaların yaşattığı şiddeti açık bir şekilde gösteriyor.
Fotoğrafın sergiye diğer bir katkısıysa aynı zamanda mimari üzerinden dönemin sembolik bir okumasının yapılmasına da imkan sağlaması. Örneğin; sergide yer alan Bulgaristan Komünist Partisi binası dönemin sosyopolitik tasvirini oldukça başarılı bir şekilde sunuyor. Binanın siyah beyaz bir fotoğraftaki görkemli hali ülkenin geçmişi açısından fikir verirken, aynı yerin bugüne ait renkli bir fotoğrafta yıkım içinde görülmesi bu süreçteki dönüşümün yönünün ve boyutlarının anlaşılmasına yardımcı oluyor.
Serginin dikkat çeken diğer bir yönüyse; günümüzde özellikle Türkiye bağlamında da kritik bir öneme sahip bir konuyu işlerken, bunu tarihsel dokümanlar üzerinden farklı açılardan başarılı bir şekilde sunması. Örneğin; Fransa – Cezayir ilişkileri dahilinde Le Figaro ve Liberation gibi gazetelerden haberlerin de sergiye dahil edilmesi bu ilişkilerin dönüşümün yansıtılmasına katkıda bulunuyor. Ayrıca, sergi kapsamında çıkarılan kitapta yer alan ABD’nin İkinci Dünya savaşı sonrası Japon Amerikalıların toplama kampında tutmasına atfen George H. W. Bush’un kamplarda tutulanlara mektubu, serginin kullandığı belgeleri değişik şekillerde sunduğunu gösteriyor.
Sergi, yansıttığı toplumsal olaylar kadar bunların kişisel etkilerine de ışık tutuyor. Bu olaylara tanıklık edenlerin hikayeleri, uzun yıllar üzeri örtülü kalmış yaşanmışlıkları da ortaya koyarken bireysel ve toplumsal etkilerine bütüncül bir şekilde yaklaşma imkanı sunuyor.
Peki, serginin içeriğini oluşturan devletlerin özür dilemesi sergi bağlamında nasıl bir önem arz ediyor? Tabii ki, konu geçmişteki suçların bir özürle telafi edileceğini veya bir dönemin kapatılıp yola devam edilmesi değil. Geçmişe dair üstlenilen sorumluluklar, yaşananların bir daha asla yaşanmaması için gerekli demokratik koşulların oluşmasına yardımcı olur. Dolayısıyla bu açıdan geçmişle yüzleşme ve özür dileme, sergide kendini gösterdiği üzere nasıl bir toplumda yaşamak istediğimiz ve nasıl ortak bir gelecek kurmak istediğimizle de ilgili. Sergi küratörü Önder Özengi’nin belirttiği gibi “geçmişle yüzleşmeyi bugün ve geleceğe uzanan ucu açık uzun bir süreç, bir süreklilik olarak anlamak gerekir.” Geçmişin belli bir zamanda bir kere yazılıp oluşturulmadığını göz önünde bulundurduğumuzda, geçmişi günümüzden ayrı olarak ele almak anlamsızlıyor. Buna karşın, tarihin sürekli yazılma halinde olduğunu düşünürsek geçmişe dair yapılan bir sergi bu yazımın gerçekleşmesinde müzakerenin dinamiklerinden biri haline gelir. Nitekim bu sergi de toplumsal belleğin tarihsel olarak nasıl yeniden ve yeniden inşa edilirken bunun salt geçmişe ait bir şey olmadığını açık bir şekilde gösteriyor.
Sergi bu yönde atılmış adımlardan somut örneklere de işaret ediyor: 2007 yılında İrlanda’da kurulan Özgür Derry Müzesi, 2010 yılında Şili’de açılan Hafıza ve İnsan Hakları Müzesi, çeşitli vicdan anıtları, müzeleri ve parkları ile hakikat komisyonları. Bunlar üzerinden bakıldığında geçmişe dair yürütülen müzakerelerin önemi daha net görülüyor.
Dolayısıyla "Bir Daha Asla!: Geçmişle Yüzleşme ve Özür" sergisi geçmişle hesaplaşma süreçlerini, devletlerin başlattıkları ve bitirdikleri bir süreç olarak ele almaktan öteye geçerek; bunu uzun bir süreç içine yayılan adalet, eşitlik ve insan hakları talebinin bir parçası olan hatırlatma ve gerçeğin ortaya çıkartılması mücadeleleri açısından yaklaşıyor.
Sonuç olarak sergi sadece resmi özür anlarını sunmakla kalmıyor, bunun öncesine giderek yaşanan vakaların yaşattıkları ve dilenen özür sonrasıda yapıcı bir geleceğe doğru atılan adımları da gösteriyor. Böylelikle, sergi tüm süreçte yaşanılanlara ve direnişe dair bir okuma sunuyor.
Sergide özel olarak incelenen olayların yanı sıra, günümüze kadar dilenmiş olan resmi özürlerin kapsamlı bir haritası da yer alıyor. Elazar Barkan ve Graham G. Dodds'un danışmanlığında hazırlanan, tasarımcı ve sanatçı Mahir M. Yavuz'un görselleştirdiği bu özel proje, resmî özürleri, tarihsel bağlam ve mekân ilişkisi üzerinden ele alıyor. Buna ek olarak proje dâhilinde iki kitap sunuluyor. Serginin tamamlayıcısı niteliğindeki katalog da sergide yer alan olayların detaylarını sunuyor. Sergi kapsamında ele alınan olayların ayrıntılı olarak incelendiği metinlerle beraber, ‘geçmişle yüzleşme’ üzerine çalışan yazar ve akademisyenlerin katkılarının yer aldığı kitap ise “Bir Daha Asla!: Geçmişle Yüzleşme ve Özür” adıyla İletişim Yayınları tarafından basıldı