Wangechi Mutu (2010), Yto Barrada (2011), Roman Ondák (2012), Imran Qureshi (2013), Victor Man (2014) ve Koki Tanaka (2015)'dan sonra Deutsche Bank’ın yedinci "Yılın Sanatçısı” ödülününün sahibi Basim Magdy oldu. Bu ödül; aralarında Okwui Enwezor, Hou Hanru, Udo Kittelmann ve Victoria Noorthoorn gibi tanınmış küratörlerin olduğu Deutche Bank Global Sanat Danışma Kurulu'nun önerisi üzerine kağıt işleri ve fotoğraf üzerinden sosyal konulara odaklanan bir güncel sanatçıya veriliyor. Bu ödül kapsamında 29 Nisan-3 Temmuz tarihleri arasında Berlin’de ilk solo sergisini açan Basim Magdy ile konuştuk.
Her şeyden önce tebrikler! Deutsche Bank’taki “Yılın Sanatçısı” ödülünün bu seneki sahibi oldun. Bu ödülün gerçekleşecek sergi dışındaki getirileri neler?
Ödül birkaç bölümden oluşuyor: Daha sonra başka müzelere de gidecek olan Berlin'deki Deutschebank Kunsthalle'de bir sergi, yeni komisyon edilmiş bir iş ve bir katalog.
Ödül kapsamında gerçekleşen sergide hangi işlerini gösteriyorsun?
Başlığı "The Stars Were Aligned for a Century of New Beginnings" olan bu sergide heykel, enstalasyon, film, fotoğraf, kağıt üzerine işlerle metin işlerimden bazılarını gösteriyorum. "The Stars Were Aligned for a Century of New Beginnings", bu işleri ilk defa beraber gösterdiğim bir sergi olacak. Üç filmim var: Kolektif hafıza üzerine The Many Colors of the Sky Radiate Forgetfulness, başarısızlık ve umut üzerine The Dent ve de topluma uymaya çalışan birinin hikayesini anlatan The Everyday Ritual of Solitude Hatching Monkeys. Son filmim olan The Everyday Ritual of Solitude Hatching Monkeys’deki kişi içinde kendisinin var olabileceği bir şehir arama amacıyla kendi yaşadığı şehirden kaçıyor, ancak bulduğu şehirde ise yaşayan herkesin olduğu yeri bırakıp plaja gittiğini ve bir daha geri dönmediğini anlıyor.
Filmdeki bu şahıs senin özel hayatından biri mi?
İşlerimde yer alan şahısların hepsi kurgusal. Ama Everyday Ritual of Solitude Hatching Monkeys’de babamın yazmış olduğu bir hikayeyi kullandım. Böylece ilk defa var olan bir metni kullanmış oldum. Aslında genelde hep kendi çekimlerimi yaptığım gibi kendi metinlerimi de yazıyorum.
Yetiştirilme tarzının ve çevrenin işlerinde etkisini görebiliyor muyuz?
Babamın işlerimin üzerindeki etkisi çok büyük. Kendisi suluboya resimler yapan bir sanatçı, ayrıca botanik kitapları için illüstrasyonlar yapmış ve hikayeler de yazmış. Son 40-50 yıl içinde çok fazla şey yapmış, ben çocukken böyle bir birikim ve arşivden geçerek büyüdüm.
Ben her zaman işlerinde kontrol edilmeyen bir boşluk olduğunu düşündüm. Senin gösterdiğin (obje) ile gösterdiğini alan izleyici (süje) arasındaki bu boşluk işlerinde gerçekliğe nasıl yaklaştığınla da ilgili. Biraz bu konudan bahsedebilir misin?
Cevabımı çeşitli katmanlardan oluşan filmlerim üzerinden vereceğim. Bu katmanlar genelde imaj, metin ve sesten oluşuyor. Bu katmanlar bazen birbirine paralel gidiyor, ama çoğu zaman da aralarında izleyicinin kendi deneyim ve algılama biçimleri ile doldurmaları için bıraktığım kasti boşluklar oluyor. Esas olarak amacım gerçekliğe alışılmamış, farklı açılardan bakmak. İşlerimde birçok tahmin edilemez durum var, ancak bunun çok da soyuta kaçmaması için insanlara tanıdık gelen şeylerle başlamanız gerekiyor. Ben yaptığım şeyi bir kurgu olarak görüyorum ve filmlerimde kurgusal mekânlar inşa ederken bilindik ama tanınamayan mekânlar inşa etmeye çalışıyorum. Kurgu ile çalışmanın en güzel yanı hayal kurmaya olanak tanıması.
Konsept dışında film yıkama ve malzeme kullanımı pratiklerin de ilginç.
Filmlerde birçok çift pozlama var, ayrıca filmi asiditesi filmden daha yüksek ev kimyasallarına maruz bıraktığım "film turşulama süreci" dediğim yöntemi de kullanıyorum. Film turşulamada sonuca filmin cinsi, asidik malzeme ve birbirlerine maruz kaldıları süreç karar veriyor. Sonuçtaki görüntülerde hakim olan renk spektrumunda var olan birçok renkten sadece birtanesi oluyor. Bu benim keşfettiğim bir şey değil. Ayrıca filmlerin fiziki yapısı da önemli. Filmin çizebilir, üzerinde delikler açılabilir ya da parmak izi bırakılabilir olması da başka olasılıklar ortaya çıkarıyor. Ayrıca filmin gerçekliği taklit etmekten çok temsil etme gibi bir karakteri de var. Bir film karesindeki imaj, kayıt ettiği gerçekliğin kendi versiyonunu oluşturuyor. Bu da kurgu üretimi için çok uygun bir zemin.
Evde süre, malzeme ve film gibi değişkenlerin etkisini gösteren bir tablon mu var?
Evet, yıllardır yaptığım deneylerin bir sonucu olarak... Tabii güzel süprizler de oluyor ve de bu benim sevdiğim bir şey. Yoksa her şey çok mekanikleşiyor ve bu da benim ilgimi çekmiyor. Ben sonucun ancak %80’ini kontrol edebilirim. Bu yöntemi ilk defa fotoğraf filmi üzerinde denedim, daha sonra 16 mm'ye geçtim. The Dent, Everyday Ritual of Solitude Hatching Monkeys ve A A 240 Second Analysis of Failure and Hopefulness bu teknikliği kullandığım filmler.
Genelde bir konsept bulup çekimlerini ona göre mi yapıyorsun?
Yıllar içinde bir şeyi aniden görüp çektiğimde bunu filmde nasıl kullanabileceğim algısına ulaştım. Ayrıca film pahalı bir şey olduğu için ekonomik ve titiz de davranmanız gerekiyor. Yapmış olduğum çekimlere sürekli geri dönüp bakıyorum, bu da aklıma yeni fikirler gelmesini sağlıyor. Ardından metin yazmaya başlıyorum, daha sonra daha fazla film çekmeye gidiyorum. Bu süreç memnun olduğum bir sonuca ulaşana kadar böyle devam ediyor.
Bunlardan sonra hiç dijital rötuşlar yaptığın oldu mu?
Şimdiye kadar olmadı, sadece renk düzeltmesi yapıyorum. Ama gelecekte ne olur bilemiyorum. Yakın zamanda gif animasyonlara ilgi duymaya başladım, bir sonraki filmde bunlara da yer verebilirim.
Peki filme sadık mısın?
Benim için konu filme sadakatten çok malzemeden ne elde edebileceğim aslında. Zaten filmleri 16 mm film projektöründe de göstermiyorum. Çünkü film sadece bir araç. Kağıt üzerine yaptığım işler gibi. Guaj, sprey, sulu ve yağlı boya, renkli kalemler kullanıyorum ve bunların hepsi ayrı bir özel efekt yaratıyor.
İşlerinin ne kadarını planlıyorsun? Bir konuya büyülenip arkasından mı gidiyorsun, yoksa bu daha çok akıp giden bir süreç mi?
Daha çok akıp giden bir şey bu. En son yaptığım film, telefonu alıp rastgele bir numara çeviren birisinin bir kadınla yaptığı, olabilecek en absürt konuşma üzerine. Ama ben burada bir şekilde bir romantizm buluyorum, bu da aslında Deutsche Bank KunstHalle’de gösterdiğim yeni işim An Apology to a Love Story that Crashed into a Whale’ın başlangıç noktası. Uzun bir süreden beri insanların zihinlerinden çok duygularıyla nasıl iletişime geçebileceğimle ilgileniyorum. Duygular hepimizin ortak noktası, hepimiz aynı duyguları taşıyoruz. Onları farklı şekillerde dışarı vursak da en sonunda hepimiz ortak duyguları paylaşıyoruz.
İstanbul'da, 2010'da, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi'den (daha SALT açılmamışken) bir sanatçı misafirlik programı dönemin olmuştu. Orada geçirdiğin zamanın sende bir etkisi oldu mu? İş ürettin mi?
Sanatçı misafirlik programları benim için çok önemli. Bir yerde belirli bir süre olmak üzerinizde bir şey yapmanız için bir baskı oluşturuyor. Ben baskıyı bu şekilde hissetmiyorum, ama en azından bir işe dönüşebilecek bir şey yakalamam gerekiyor. İstanbul'da bir ay geçirdim. Ama bu süreç benim işimdeki önemli bir dönüşümün başlangıcıydı. O zaman İstanbul’a Basel Karnavalı’nda yaptığım çekimlerimle gelmiştim. Basel Karnavalı çok eski, geleneksel ve vahşi bir nasyonalizm içerir. Her yıl bir önceki yılın politik olaylarına odaklanılır. Tam da 8 mm filmle çalışmaya başladığım bu dönemde sokakta Ku Klux Klan kostümleri giymiş bir grup gördüm. Bu insanların KKK hakkında hiçbir bilgileri yoktu. Tamamen şoktaydım, çünkü bu insanların ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Biraz sonra hemen yanlarında Amerikan mahkumu kostümü giymiş birisi, arkada üzerinde Obama resmi olan cami şeklinde bir araba geçiyordu. Tam anlamıyla absürtlük ve politik yanlışlığın tanımıydı bu. Ayrıca elimde İtalya'da bir adada yapmış olduğum doğa ve deniz çekimleri vardı.
İstanbul’dayken ise, yaptığım bir araştırma ile Miniatürk’ü bulup orada çocukların binalardan daha büyük olduğu çekimler yaptım ve biraz da yazdım. Şimdiye dek yazmış olduğum en samimi metni yazdım ve tüm bunlar A Film About The Way Things Are adında bir film oldu. Hiç bir şeyi değiştirememiz, zamanın geçip gittiğini seyrettiğimiz, izini kaybetmemeye çalıştığımız nafile arzular üzerine bir film bu. İşlerimde kullandığım imaj, ses ve metin arasındaki birebir olmayan ilişkiyi, her şeyin birebir bağlanmadığı ve birbirini tasvir etmediği ama yakınlık dereceleriyle işleyen ögeyi ilk defa bu film ortaya çıkarttı.
Şimdi sırada neler var?
Berlin Deutsche Bank KunstHalle’deki bu sergi eylül ayında Roma'da MAXXI'ye daha sonra da Şikago’daki Museum of Contemporary Art’a ve Bordeaux’deki Museum of Contemporary Art’a gidecek. Ayrıca ekim ayında Paris'de Jeu de Paume’de bir solo sergim var. Önümüzdeki yaz aylarını da Şikago’daki Hyde Park Art Center sanatçı misafirlik programında geçireceğim.