Atölyenin bulunduğu Suriye Pasajı’na ne zaman taşındın?
2010 yılında mimari ofisimiz buraya taşındı, ben de o vesileyle pasajın havasını solumaya başladım. Ardından 2012 yılında evimi de buraya taşıdım. Mimarlığın yetmemeye başladığı noktada, bu yapıya ne ekleyebilirim diye düşündüm ve bir yandan yürüttüğüm fotoğraf işlerimin de parçası olacağı bir atölye açmaya karar verdim. Tek başıma çalışmayı seven biri değilim, o yüzden birkaç arkadaşımla iletişime geçtim. Atölyenin başlangıçtan itibaren yavaş bir şekilde katmanlaşmasını ve güçlü bir yapıya sahip olmasını hedefledim. İlk olarak ressam Elif Deneç ile iletişime geçtim. Şimdi beraberiz atölyede, hatta son serilerimi onunla beraber fikirler üzerinde tartışarak gerçekleştirdik.
Pasajın konumu üretimine nasıl bir katkı sağlıyor?
Suriye Pasajı’nda, ofis ve onunla iç içe olan atölyemin etkisiyle giderek büyüyen bir üretim ortamı oluştu. Pasaj, derinliğiyle hâlihazırda benim iç dünyama çok yakın bir mekân. Böylelikle sezgilerime dair arayışlarımın fikre dönüşmesinde pasajın önemli bir katkısı oldu.
Mimarlık ve fotoğraf arasındaki ilişkiye dair ne söyleyebilirsin?
Kuşkusuz mekân-nesne ilişkisinin analizinde, mimari bilgimin önemli bir rolü oluyor. Bir mekânın algısı, perspektifleri, derinliği ve katmanları benim için bir serüvene dönüşüyor ve komposizyonlarımı oluşturmamda kolaylık sağlıyor.
Mimarlık, Türkiye şartlarında istediklerimi tam anlamıyla gerçekleştiremediğim bir yapıya sahip. Gezdiğim şehirler bana maddeleşmiş resim hissiyatı veriyor. Onları fotoğraflayarak kendimi özgür kılabileceğimi hissettim. Böylelikle tamamen kendimi yansıttığım bir disiplin üzerine işler çıkarmaya başladım. Mimarlıkta bütçe, zaman, müşteri gibi bağlı olduğum birçok etken var. Ayrıca ofis olarak kalabalık bir takımsanız bireysel düşüncelerinizi ortaya koymanız zorlaşıyor. Fotoğrafta bunu bir adım daha kolay bir şekilde yapabiliyor, sezgilerime dair arayışlar gerçekleştirebiliyorum.
“Mimarlıktan soğuyor musun gün geçtikçe?” dersen mimarlık benim için hep bir adım önde oldu. Sadece fotoğrafa kıyasla değil, hayatımdaki tüm öğelere karşı. İlerleyen yaşlarda daha çok isteklerinizi gerçekleştirebildiğiniz bir meslek; çünkü birikim/deneyim üzerine kurulu. Onun için bu konuda sabırlıyım. Elimden geldiğince mimarlık ve fotoğraf sanatını birlikte dengeli bir şekilde yürütmeye çalışıyorum.
Yurt dışında önemli dergilerde ve internette önemli platformlarda fotoğrafların yer aldı. Çalışmalarınla ilgili çoğunlukla olumlu eleştiriler yapıldığını gördük. Peki Türkiye’de ciddi anlamda görünmeye başladıktan sonra sana ne gibi geri dönüşler oldu?
Olumlu veya olumsuz birçok eleştiri aldım. Bu güzel bir şey; demek ki dikkat çekiyorsunuz. İşiniz konuşuluyorsa saygı duyuluyor demektir. Kimse, kendisinde herhangi bir etki bırakmayan iş hakkında eleştiri yaparak zamanını harcamaz. Yeni seriler üretmem adına bu benim için önemli bir etken oldu.
Diğer bir yandan geri dönüşlerden çok, kendi düşüncelerimi önemsiyorum. İnsanların beni nereye koyduğu değil de benim kendimi nerede gördüğüm önemli. Kendimi sorgulama kısmı daha çok ilgimi çekiyor.
Çalışmalarını incelediğimde, özellikle daha çok kimlik konusunu ele aldığın “Identities” serisinde mekân içerisindeki figürler gerçekliği çok belirgin bir şekilde görünür kılarken, asimetrik kurgu bu gerçekliği sürreal bir imaja dönüştürmüş...
Önemli bir noktaya değindiğin için teşekkür ediyorum. Sanatçıların kendilerine has üretim süreçleri oluyor. Bu konuda üzerimde herhangi bir baskı olmadığı için uzun bir sürece yayılı olarak çalışmalarımı sürdürebiliyorum. "Kimlikler" serisinde, mimari öğeleri de kullanarak iki kadını birbirinin ayrılmaz parçası olarak ele alma fikri, projenin temelini oluşturuyordu.
Bu nedenle çekimi gerçekleştireceğim mekân ve modeller, aklımdakileri aktarabilmem için önemliydi. İki özdeş ve ayrılamaz kadını, neredeyse sabit birer kukla gibi, aynı şekilde giydirip konumlandırarak grotesk sahneler üretmek istiyordum. Model arayışım ve bulduktan sonra onların karakterlerini özümsemem yaklaşık üç ayımı aldı. Çekimi gerçekleştirdiğim Marlene ve Sophie ile internet aracılığıyla iletişimde olmama rağmen karakterlerindeki zıtlığı, diğer yandan yüz ifadelerindeki benzerliği çok net bir şekilde algılayabiliyordum. Her ikisinin de Berlin’de yaşaması nedeniyle çekim için Berlin’e gitme kararı aldım.
Peki Berlin’de nasıl bir çalışma yürüttün? Mekanları nasıl seçildi?
İki farklı yer tercih ettim. Biri mekândan soyutlaşmamı diğeri ise mekânın bir parçası olmamı sağlayacaktı. Sonuçta kimlikleri iki farklı şekilde yansıtacaktım. İlk mekân, tamamen nötr renklere sahip bir fotoğraf stüdyosuydu. Fakat stüdyonun çekim alanında hiçbir sahne kurgulamadım. Tüm sahneler, dinlenme alanında ve banyosunda çekildi. Fotoğraflarımda etken öğe olarak kullandığım rengi ortaya çıkaran bir hacimdeydim. Dolayısıyla bunu güçlü bir şekilde kullandım. Diğer mekânsa tamamen zıt bir dokuya sahipti. Evin her köşesinde Bauhaus eşyalar yer alıyordu. Bu da bana, modellerle ilişkilendirerek bedeni nesneleştirme olanağı sunuyordu.
Böylelikle izleyiciye bakan senkronize iki yüzün alışılmadık hissiyatı; aslında iki karakterin birbirine benzemediğini fark etmeden önce, izleyiciyi aralarındaki fiziksel benzerlikleri bulmaya teşvik ettim. Simetri duyumsamasıyla, benzerliklerini ve aynı zamanda farklılarını açığa çıkardım.
Daha önce bahsettiğim gibi takım çalışmasından keyif alan biri olarak, serilerimin oluşmasında çalıştığım arkadaşlarımın büyük katkısı oluyor. Bu çekimde modellerin dışında, arka planda tüm fikirleri birlikte ürettiğimiz Ece Şeref’in katkısı büyüktür.
Fotoğraf çalışmalarını ele alırken mimarlığı kullandığından bahsettin. Mimarlık dışında çalışmalarını oluştururken beslendiğin farklı disiplinler var mı?
Fotoğrafa başlangıç dönemimde, sinema beni çok etkilemişti. Özellikle yeni dalga akımı filmlerinden çok ilham aldım. Yeni dalga akımının “kuralsızlık” özelliği üzerinde durmak isterim. O güne kadar sinematografik anlatımlarda göremeyeceğiniz şekilde, yönetmenler filmlerinde sadece kendi dünyalarını ve karakterlerini ortaya koymuşlar. Öznel perspektiflerin ortaya çıktığı bu akım dolaylı olarak beni de etkiledi. Fakat akımların bulunduğu dönemi yansıttığına inanan biri olarak, bugün içerisinde yeni dalga akımından etkilenmekten çok, onu kavramsal olarak analiz etmeyi tercih ediyorum. Böylelikle fotoğraf sanatının bilinen doğruları peşinde olmak yerine tamamen kendi oluşturduğum bir yapıda işlerimi ürettim.
Üretim tarzı demişken, çalışırken seni ne motive eder?
En sinirli anlarımda ya da en huzurlu anlarımda hep müzik dinlerim. Atölye arkadaşımın yakından tanık olduğu gibi, sabah mutluyumdur müziği açarım; ofisten sinirli bir şekilde gelirim yine müziği açarım. Hatta “Senin duygularının müzikle ilişkisini anlayamıyorum. Kimi zaman aynı şarkılarla kendini sakinleştirirken, kimi zamansa mutlu oluyorsun” derler.
Çalışmalarını takip ettiğin ve etkilendiğin sanatçılar var mı?
Daha çok yurt dışındaki sanatçıları takip ediyorum. Yerli sanatçılara karşı olan ilgisizliğimden değil ama Türkiye’de işlerini, kendi görsel dünyama yakın bulduğum çok sanatçı yok. Sayıları hızla artan genç ve alternatif galerilerle şehrin güncel sanat çehresi de değişiyor. Bu değişimin pozitif yönde değerlendirildiğine inanıyorum. Fakat ben kendi dünyam ve doğrularım içerisinde kalmaktan mutluyum bu nedenle elimden geldiğince bu sahneden uzak yaşıyorum.
Takip ettiğim fotoğrafçılara gelecek olursak Ren-Hang, beden/nesne ilişkisini etkileyici bir şekilde ele alıyor. Sanatla moda arasında güçlü bir iletişim kuran Michal Pudelka takip ettiğim diğer bir sanatçı. Son olarak senkronizasyon, kişi ve doğa ilişkisi üzerine işler üreten Synchrodogs’u söyleyebilirim.
Önümüzdeki dönem içerisinde nasıl bir programın var? Çalışmalarını görebileceğimiz etkinler olacak mı?
Eylül ayında bir çekim yapmayı planlıyorum ama her şey mimarlığın paralelinde ilerlediği için net bir program yapamıyorum. Bu çekimi gri tonlara sahip bir şehirde gerçekleştirmek istiyorum çünkü yine rengi ön planda tutacağım. Aklımda bir şehir var ve orada çekim yapabileceğim uygun mekânlar araştırıyorum. Şu an açıkçası ona konsantre olmuş durumdayım. Elif Deneç ile beraber fikirler üzerinde çalışmaya başladık.
Ayrıca Mixer’le kasım ayında gerçekleşecek olan Contemporary Istanbul’a katılacağım. Şu an için hedeflerim bunlar. Bir yandan, yurt dışından sergi istekleri geliyor ama bu konuda acele etmek istemiyorum. Kişisel sergi için kendimi hazır hissettiğim anı bekliyorum. Tabii ki kendime hedef olarak koyduğum bir konu, önümüzdeki sene veya iki sene sonra gerçekleşeceğini umuyorum.