Baysan Yüksel’in ihtiyaç olarak tanımladığı multi-disipliner pratiğiyle, 2007’den bu yana ürettiği 65 yapıtı bir araya getiren “Wonderland / Harikalar Diyarı” adlı kişisel sergisi, Ataşehir Belediyesi Cemal Süreya Etkinlik Merkezi’nde sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçı ile izleyicisini “Harikalar Diyarı”na davet ettiği sergisini konuştuk.
“Wonderland / Harikalar Diyarı” sergisi, izleyicisini Baysan Yüksel’in gözlemleri, çocukken dinlediği masallar, hayal gücü ve bilinçaltıyla harmanlanan sürpriz karşılaşmalara davet ediyor. “Alice’in içine düştüğü ‘Harikalar Diyarı’” olarak tanımladığı ve izleyicisini birer “Alice”e dönüştüren sergide, Baysan Yüksel’in cezbedici “tavşan deliği”yse pratiğindeki 15 yıllık zaman tüneline karşılık geliyor. Bir retrospektif sergisi olmasına rağmen eser seçkisi kronolojik bir sıra gözetmiyor. Bu bağlamda “tüm rollerin eşit dağıtıldığı bir gösteri” olarak dile getirdiği seçkiyle Baysan Yüksel, ziyaretçilerini renkli dünyasıyla büyüleyen ancak derinlerinde pek çok giz barındıran “Harikalar Diyarı”na davet ediyor. Küratörlüğünü Marcus Graf’ın, asistan küratörlüğünü ise Öykü Demirci’nin gerçekleştirdiği sergi, 30 Ekim’e kadar ziyaret edilebilir.
“Wonderland / Harikalar Diyarı” serginiz, 2007'den günümüze uzanan üretimlerinizi kapsayan, hem siz hem eserlerinizdeki değişim ve gelişime ayna tutan bir sergi. Öte yandan 15 yıl ciddi bir süre ve eser sayısını düşünemiyorum bile. Serginizde eser seçkisini nasıl belirlediniz? Seçki, mesele edindiğiniz konularda neleri öne çıkarıyor, başlığıyla bize ne anlatmak istiyor?
Eser seçkisi iki farklı elemeden geçerek belirlendi. İlki benim kişisel elememdi. Bu elemeden sonra geniş bir envanter dosyayı hazırlayıp serginin küratörü Marcus Graf’a ilettim. Marcus Graf da o dosyadan yaklaşık 65 çalışmayı sergide yer almak üzere seçti. Neredeyse bir yıl önce sergi için hazırlanmaya başladık ve hem serginin küratörü Marcus Graf ile hem de küratör asistanı Öykü Demirci ile sık sık iletişim hâlinde olduğumuz bir süreç geçirdik. Aslında sergi mesele edindiğim tüm konulara değiniyor, tadımlık bir var olma alanı sağlıyor. Konular birbirinin içine geçerek birbirini gölgelemeden bir öne çıkıyor bir geriye geçiyorlar. Tüm rollerin eşit dağıtıldığı bir gösteri gibi… Bu da küratoryal yaklaşımın incelik ve özeniyle mümkün oldu. “Harikalar Diyarı” gözlemle ve hayal gücüyle ortaya çıkan, kendine yaratıcı özgürlük alanı sağlayan bir sanatçının dünyasında bir karşılaşmalar alanı yaratmayı vadediyor. Uzaktan bakıldığında renkleri ve biçimleriyle kendine çeken, yakınlaştıkça derinliğinde ve detaylarında başka anlamlar bulmamıza aracı olan bir sergi. Görünenin içinde görünmeyenin de gizlendiği dikkatli bakan gözler için sürprizler vaat eden bir sergi. Tıpkı Alice’in içine düştüğü “Harikalar Diyarı” gibi.
2018'de Büyükdere35'te gerçekleşen “Bilinmeyen Uzuvlar” serginize eğilmek isterim. Oradaki seçki, toplum tarafından benimsetilen ve bizim de şekillendirdiğimiz yaşam pratikleri üzerinden birey olmanın hissettirdiklerine “sıkışmışlık duygusuna” uzanıyordu. Yapıtlarınızdaki “tek figür kullanımı ve ön plana çıkan birey” de bunun güçlü bir göstergesiydi. Güncel seçkinizdeyse figür kullanımı çeşitlilik gösteriyor. Bu çeşitlilik bireyin hissettiği hangi duygu durumlarına karşılık geliyor? O dönemlerdeki “sıkışmışlık duygusu” yerini hangi duygulara bırakmış olabilir?
Bilinmeyen Uzuvlar” sergisinin hemen ardından ürettiğim seri “Rüyamdaki Bina” serisiydi. Bilhassa bu seride detaylı mekânlar ve etkileşim hâlinde olan figürler mevcut. Bu seri benim açımdan sanat tarihinin de bir metaforu olma özelliğini taşıyor. Resimlerde aynı iki figür, kapılardan farklı odalar bakıyor ve odaları gözlemliyor. Tıpkı izleyicinin sanat eserlerini izlemesi gibi… Aynı zamanda da bir bütünün parçası olmaya duyduğum özlemin de dışavurumu bu çalışmalar. Yani sıkışmışlık duygusu yerini bir bütünün parçası olmaya duyulan özleme bırakmış oldu.
Yılan ve ahtapot gibi masalsı, mitolojik ögeler üretimlerinizde aklıma ilk gelenler. Öte yandan ahtapotun uzuvlarında eklemleri yok ve esneyip-bükülebilen bu yapı, üretimlerinizdeki bireyin “kaygı” hâliyle ilişkileniyor. Günümüz toplumlarında “kaygıyla” yaşama ve dayanıklı olma hâlimiz de değişti sanırım. Kırılamıyoruz ama esneyip bükülebiliyoruz; bu da eklemli olan, katı formlu insanı "sıkışmışlığından" uzaklaştırıp biraz daha akışkan, eklemsiz bir hâle getiriyor galiba. Yapıtlarınızdaki ahtapot, eklemsiz uzuvlarıyla bu akışkanlığa uyum sağlamış ve bir tür “kaygı – bükücü”ye dönüşmüş olabilir mi? Zaman içerisinde böyle bir değişim hissettiğiniz ve üretimlere yansıttığınız oldu mu?
Bu çok doğru bir gözlem! Esnek olmak zorundayız. İnanılmaz bir hızla değişen bir dünyanın içinde yolumuzu bulmaya, önümüzü görmeye çalışıyoruz. Tam bir duruma alışmışken kontrolümüzün dışında, bazen de akıl almayacak şekillerde, her şey bir anda tepetaklak olabiliyor. Eskisi gibi beş yıllık, 10 yıllık hayat planları, kariyer planları yapmak anlamsızlaştı. Doğal olarak bu durum benim hem hayatıma hem de sanatıma yansıyor. Daha gündelik yaşıyorum, daha kısa süreli planlar yapıyorum. Planlarım bozulduğunda kendime kısa bir süre söylenme izni veriyorum ve tekrar adapte oluyorum. Mesela son birkaç yılda sanatsal üretim daha da masraflı olmaya başladı. Buna uyum sağlamak için elimdeki malzemeleri gözden geçirmem ve elimdekilere öncelik sağlamam gerekti. Çok büyük işler üretmek yerine daha küçük üretimlere odaklandım. Bu adaptasyonlar yorucu olmakla birlikte yaratıcı düşünme pratiklerimi de geliştirdi. Yine de dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan bir sanatçı olarak bu bağlamda daha az yorulmuş olmayı tercih ederdim. Her hâlükârda yaratıcılığım devam ederdi diye düşünüyorum. Avunma ve pembe gözlük ihtiyacından bu yorumu yapıyor olabileceğimden de şüphe duymuyor değilim.
Pandemiyle zamanı algılama - yönetme biçimlerimiz, iyi ve kötü dediklerimize bakış açımız, onlarla baş etme biçimlerimiz çok değişti, gelişti belki de. Üretimlerinizdeki yılanın da döngüsel zamanla, iyi ve kötüyle olan güçlü bir ilişkisi var. Pandeminin yarattığı zaman döngüsünde sizin için iyi ve kötü olanlar neydi? Bu tanımların geçirdiği olası değişim ve dönüşümler sergideki üretimlerinize, figür ve renk kullanımlarınıza nasıl yansıyor olabilir?
Pandemi sürecinde tecrit ve tek başınalık arasındaki farkı çok açık bir şekilde anlamış oldum. Tek başınalık üretimim için ihtiyaç duyduğum bir durum ancak tecrit bundan çok farklı. Mutlak belirsizlik, sessizlik ve kaygı döngüsünde geçen günler zihnimde bir sis tabakası oluşmasına neden oldu. Pandeminin ilk altı ayı aslında çok verimli ve üretken geçti ama zaman uzadıkça üretim hızım yavaşladı. Umuda ulaşmakta zorlandım. Aslında son bir yıldır yeniden kendime geliyorum ve dağılan enerjimi toplamaya çalışıyorum. Hâlâ o sisin etkilerini de üzerimde hissediyorum. Sergide bu döneme ait birkaç iş var. Birisi büyük bir tuval çalışması: “Nesneler Yaklaşıyor”. Bu çalışmada siyah boya akıntılarının arasında giderek büyüyen sarı “smiley” simgelerini görüyoruz. Tam da virüs kaygısına işaret ediyor. Bir diğeri “Yeni Dünyalar Yarat”. Bu çalışma bir otoportre olma özelliği de taşıyor. Tecritte ve tek başına da olsa fırçası ile yeni dünyalar yaratıp dışarıya taşmak isteyen sanatçıyı simgeliyor. Bir de bu dönem çok fazla kâğıt iş ve sulu boya ürettim. Sulu boya daha saydam bir renk paleti sağladı bana, renklerimin canlılığı ve parlaklığı yerini soluk ve geçirgen bir anlatıya bırakmış oldu. Bu sulu boyalardan da iki iş var sergide: “Sokağa Çıkma Yasağı” ve “Arkadaki Işık”. İlk işin ismi zaten çok net bir şekilde yaşadığımız o döneme işaret ediyor. Figür kullanımımsa zamanın ruhu ile kesişerek yeniden tekilleşti ve boş mekânlarda yalnız başına yer alan figürleri aktarmaya başladım.
Sergideki eser seçkisi, resim pratiğinizin yanı sıra sanatçı kitaplarınıza ve buluntu nesneler ürettiğiniz yerleştirmelere kadar geniş bir disiplin sunuyor. Bir konuyu ele alırken farklı disiplinlerde üretmeye ihtiyaç duyuyor musunuz? Bu çeşitlilik üretimlerinizdeki hikâye anlatıcılığını nasıl besliyor?
Kendimi çok disiplinli bir sanatçı olarak tanımlıyorum. Kesinlikle bu üretim biçimi benim için bir ihtiyaç. Bu ihtiyacım iki temel nedene dayanıyor: Biri keşfetmek ve içinde yüzdüğüm yaratıcı dünyayı genişletmek diğeri de anlattıklarımın dışarı çıkmak istedikleri ortamı kendiliklerinden dayatması. Yani bir anlatı pentür olarak değil de kitap formunda kendine bir yer bulmak istiyorsa o zaman sanatçı kitabı olarak ortaya çıkıyor ya da üç boyutlu bir obje oluyor çünkü o şekilde boyut kazanmak istiyor. Hikâyeler kendilerini en rahat hissettikleri ortamlarda oluşmak istiyorlar. Baştan sona hikâye anlatıcılığı ile beslenen bir süreç bu.
“Wonderland / Harikalar Diyarı” bir retrospektif sergisi. Marcus Graf küratörlüğünde gerçekleşen serginizde, birlikte önerdiğiniz kronolojik bir akış var mı? Bu süreçte Marcus Graf ve serginin ziyaret edildiği Cemal Süreya Etkinlik Merkezi ile nasıl bir süreç deneyimlediniz?
Marcus Graf sergiyi kurgularken özellikle kronolojik bir akış izlememeyi tercih etti. Onun yerine, işlerimde hikâye anlatıcılığını ön planda tuttuğum için serginin kendi içinde bir hikâyesi olsun istedi ve benim işlerim aracılığıyla o da kendi öyküsünü kurgulayıp aktardı. Serginin hazırlık süreci hem küratoryal olarak hem de Cemal Süreya Etkinlik Merkezi ekibinin destekleri ile çok uyumlu bir akış içinde gerçekleşti. Yaklaşık bir hafta kadar kurulumumuz sürdü. Bu sürede Info Wall yazısını işlerle uyumlu olması açısından duvara elle yazdım. Yani kurulum sürecinde ben de aktif olarak yer almış oldum.
Son olarak üzerinde çalıştığınız ya da yakın zamanda izleyiciyle buluşacak üretimleriniz varsa onlardan bahseder misiniz?
Yapı olarak tek bir seriye odaklanıp iş üretebilen biri değilim. Aynı anda üzerinde çalıştığım birçok farklı proje oluyor. Bir yandan devam eden projelerime yoğunlaşırken bir yandan da daha önce de üzerinde çalışmaya başladığım “Gölge” teması üzerine, bu defa bütünlüklü bir şekilde çalışıyor olacağım ve bu tema üzerine de bir kişisel sergi hazırlıyor olacağım.
*Baysan Yüksel’in “Wonderland / Harikalar Diyarı” sergisi, 30 Ekim’e kadar her gün 10.00 - 18.00 saatleri arasında Ataşehir Belediyesi Cemal Süreya Etkinlik Merkezi’nde görülebilir.