Nazlı Pektaş’ın küratörlüğünde Yapı Kredi Kültür Sanat’ta açılan “İntihal mi? Hal mi?” adlı sergi bizi kapsamlı bir diyaloğun peşi sıra intihâlin şaibeli hikâyesine sürüklüyor. 6 yeni iş ve onların kaynağı olan 6 eski iş izinde ilmeklerini ören sergi, sanatçıların daha önce yaptıkları çalışmalarından yola çıkıyor.
“İntihal mi? Hal mi?” adlı sergi güncel bir soruyu gündeme taşıyor, bir tartışma başlatıyor. Bir nihayete varmaktan öte süreçten besleniyor. İncelikli sergi yazılarından takip ettiğimiz sanat tarihçisi ve sanat eleştirmeni, akademisyen Nazlı Pektaş, bu defa serginin mutfağında karşımıza çıkıyor; “İntihal mi? Hal mi?”; Çağrı Saray, Erinç Seymen, Ferhat Özgür, Mehtap Baydu, Özlem Günyol&Mustafa Kunt ve Necla Rüzgar’ın üretimlerini bir araya getiriyor.
Öncelikle son yıllarda sık sık gündemimize yerleşen intihâlin; sanat tarihinde imgenin aldığı yol boyunca karşımıza çıktığını, pek çok sanatçının bilindik işlerinde başka yapıtların izini sürdüğünü söylemek mümkün. Bu konuyla yazar ve akademisyen olarak uzunca süredir meşgul olduğunu söyleyen Pektaş, aslında kopyanın bir öğrenme metodu olarak önemli bir konu olduğunun altını çiziyor. Yunan heykellerini Roma kopyalarından öğrendiğimizi ya da Michalengelo’nun daha öğrenciyken usta bir kopyacı olduğunu Vassari’den öğrendiğimizi vurguluyor. Ancak güncele yaklaştıkça intihâlin örnekleri de başkalaşıyor, dijitalleşen dünyadan nasibini alıyor. Pektaş’ın da belirttiği gibi: “Dünyada 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra çağdaş sanatta temellük sanatının [appropriation art] yaygınlaşmasıyla bu alanda açılan davalarda da büyük artış yaşandı. Jeff Koons ile ilgili dış basından haberler sık sık gündemi meşgul ediyor. Bizde ise zaman zaman hararetlenen tartışmalar sosyal medya aracılığıyla yaşanıyor. Benzer İşler diye bir facebook hesabı var örneğin. Ya da ‘dost meclislerinde’ kalıyor.” Sergilerde gezerken ziyaretçilerin kendi aralarında bu konularda fısıldaştığını duymak, en ufak esinlenmeyi “çalmak” olarak yaftalamak, bununla karşılaşan kurumları karalamak ise cabası. Walker Evans’ın fotoğraflarını kopyalayan Sherrie Levine ya da yüzlerce Warhol kopyası yapan Sturtevant sadece birer örnek. Buradaki ince çizgiyi kaçırmamak lazım. Bahsedilen örneklerde yola çıkılan sanatçı referans gösteriliyor, referans gösterilmediği noktada ise bu durum “suç” teşkil etmeye başlıyor.
Yayınlarda intihâl daha kolay ve şüphesiz bir şekilde tespit edilebilirken konu sanata geldiğinde işin içine esinlenme faktörünün girmesiyle işler belirsizleşmeye başlıyor. Görsel sanatlardaki Jeff Koons örneğine bir karşılık olarak müzik dünyasını da sık sık meşgul eden intihâl örnekleri verilebilir. Lana Del Rey’in Lust For Life albümünün son şarkısı olan Get Free’nin, Radiohead’in Creep şarkısı ile neredeyse birebir aynı olması mesela. Bu konu mahkeme salonlarına taşınmıştı.
“İntihal mi? Hal mi?”ye geri dönecek olursak, sergi kapsamında yedi sanatçının bir araya gelerek razı olunmuş bir intihâl kurgusunu gerçekliğe kavuşturmalarını izliyoruz. Konuyu tartışmak amacıyla sergi fikrini oluşturan Pektaş “sanatçının dozu aşan biriciklik iddiasında özgünlüğünü kaybettiğini düşünüyorum” diyor ve ekliyor “Sanatçıların öncesi ve sonrası var ve görsel kültür içinde türlü şeylerden ve birbirlerinden esinlenerek işler üretmekteler. Bu sergi var olan bu düzeni, sanatçıların birbirlerini giyinerek oynadığı bir oyuna dönüştürüyor. Özgünlük yok demiyorum elbette. Ama özgünlük bir takıntıya dönüşerek yaratıcılığın sonsuz evrenini boğmamalı. Zira bu çağda görsel kültürün sınırsızlığında kültürel ve politik bir tavır olarak başka imgeler vasıtasıyla yeni eleştiriler yapılabilir/yapılmakta.”
Sergi kapsamında 7 sanatçı yer alıyor (Günyol & Kunt bir sanatçı ikilisi) Geçmişte yaptıkları işleri ve onlara kaynak olan yeni birer işleri diyalog hâlinde karşımıza seriliyor. Sergiyi ilk düşünmeye başladığı andan itibaren isimlerin hiç değişmediğini söyleyen Pektaş, olay örgüsünün kişiler üzerinden oluştuğunu belirtiyor: “Böyle bir sergi için 6 sanatçı seçmem gerektiğinde içgüdüsel olarak aynı anda hem eşleşmeyi hem de sanatçıları düşündüm. Bu sanatçıların üretimlerinin birbirleriyle olan mesafesi uzaklığı/yakınlığı bu kurguda belirleyici oldu. İstedim ki iki sanatçı birbirlerinin işi hakkında düşünmeye başladığında; bir diğerinin işi yeni ve etkileyici başka bir iş yaratmaya imkân versin. Kaynak işe olan mesafeyi sanatçının kendi belirlesin. Başlıktaki soruyu istediği ölçüde cevaplasın ya da sorsun. Dolayısyla iş seçmedim. Sanatçıları belirledim ve o sanatçılar eşleştikleri sanatçıların eserlerini kendileri seçerek yola koyuldular.”
Nazlı Pektaş’ın sergideki pano yazısında da belirttiği gibi sergi başlığındaki soru, kopyalanan ya da gerçek yerine ikame edilen imgenin serüvenine, sanat tarihi içinde, sanat tarihinin kendisiyle aldığı yola odaklanıyor. Pektaş, intihalin, sözlükteki manasına (aşırmaya, bir başkasının eserinden parçalar alıp kendininmiş gibi göstermeye) yakınlaşıyor. Öte yandan da sanat tarihinin seyri içinde ilk başta bir öğrenme metodu olarak kendine yer bulan kopyalama eylemine eğiliyor.
“Sanatçı bir yandan kendi özerkliğini ilan eder, öte yandan kendine mal ettiklerini daha çok görünür kılar. ‘İntihal mi? /Hal mi?’ sergisi bu çift taraflı üretim dilini takibe alan, lâkin bu süreci davetli sanatçılar ve küratör arasında bir tür performansa dönüştüren bir sergi oldu. İmgenin, konunun ya da icranın bir yapıttan diğerine geçerken aldığı yol, bu sergide bir yandan yeni bir yapıt olarak karşımıza çıktı, diğer yandan da sanatçılar arasındaki razı olunmuş intihâli deşifre etti. Sanatçılar; nesne, konu, üslup, form kullanımını biriciklik iddiasının tekil dilinden sökerek, çoğul / etkileşimli bir anlatım yolunu denediler. ‘İntihal mi? / Hal mi?’ gerçek olan hangisi, sahici olan nedir sorularını, sahte ve özgünlük hakkında yapılan tartışmalar eşliğinde soran bir sergi oldu.” Serginin oluşum aşamasında güzel iş birliklerini de doğurduğunun altını çizen Pektaş, katalaoğun tasarımını ve sergi girişinde kullanılan görseli aynı zamanda bir sanatçı olan grafik tasarımcı Şener Yılmaz Aslan’ın yaptığını ekliyor.
Sergideki çalışmalar kesinlikle eğlenceli bir okumaya dayanıyor ve içeri ilk adımınızı attığınızda detaylı kurgusu sebebiyle bir tur atarak algılayamayacağınız bir sergide olduğunuzu fark ediyorsunuz. Küratörün bir oyun kurup fikri oluşturarak topu sanatçılara attığı, sanatçıların ise birbirleri arasında paslaşarak olay örgüsünü geliştirdiği ve son aşamada izleyicinin elinde top ile ne yapacağını şaşırdığı bir sergi. Pektaş’ın fikrin hemen ardından kafasında eşleşen sanatçılar eserleriyle kurdukları diyaloglarda bu süreci adeta bir performansa dönüştürüyorlar. Ziyaretçiler için oluşturulan rehber metinden referansla eserler ve aralarındaki ilişkiden biraz bahsedelim.
Erinç Seymen’in Sürpriz Tanık 1 (2011) isimli resmindeki bir imge, Ferhat Özgür’ün Sürpriz Tanık’tan Sonra (2018) başlıklı yapıtını ortaya çıkartıyor. Resimdeki imgeyi adeta birebir bir formda somutlaştıran Özgür, gerçeküstü dünyadaki gerçeküstü bir makineyi karşımıza oturtuyor. Özgür’ün üretimindeki ironi ögeleri, Seymen’in Sürpriz Tanık 1 isimli resmindeki ironiyle bütünleşerek pres makinesinde vücut buluyor. Bu iki çalışma sergi kapsamında dikkat çeken en güçlü ilişkilerden.
Mehtap Baydu’nun Güne Hazırlık (2018) adlı çalışması ise Ferhat Özgür’ün İyileştir beni! (2007) adlı işiyle diyalog içinde ortaya çıkıyor. Baydu’nun otoportrelerinde sık sık karşımıza çıkan toplumsal kimlik hakkındaki deneyimleri bu defa Özgür’ün videosundaki içeriğe gönderme yapıyor ve Baydu’nun kendi bedenini kullandığı bir kolaj yerleştirme ve video-performansa dönüşüyor. Sergiyle ilgili sosyal medya paylaşımlarında da sık sık karşımıza çıkan ütü masası ve kolaj yerleştirme gerçekten en az telefonlarımızın ekranlarında göründüğü kadar “sarsıcı”. Ortak bir ütüleme eylemiyle karşılaştığımız çalışma ikilisinde Özgür, iyileşmeyi/kırışıklıklardan kurtulmayı ifade ederken; Baydu, kendi teniyle birleşen yeni kimliğini ütüleyerek güne hazırlanıyor.
Sanatçı kombinasyonları devam ederken bu defa Erinç Seymen ve Mehtap Baydu’nun işlerini konuşurken görüyoruz. Baydu, Anadolu’ya özgü çiçek desenli pazen kullanarak ürettiği bir çift erkek ayakkabısı ve takım elbiseden oluşan Kıyafet adlı çalışma desenleriyle Seymen’in çalışmasına ilham veriyor. Desenler, kültürel alışkanlıkların veya cinsiyet rollerinin şaibeli kodlarının sorgulandığı bir iş olarak Seymen’in üretiminde yer buluyor. Mehtap Baydu’nun çiçekli ayakkabısındaki eril ve dişil dilin birbirini örten münasebeti, Seymen’in maske/miğfer nesneleriyle temasa geçiyor.
Çağrı Saray’ın sekiz gravürden oluşan Bellek Mekânları: AKM (2018) isimli işi, Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’un Haziran 2013 (2015) isimli yapıtından hareketle vücut buluyor. Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’un Gezi Parkı protestolarındaki sesleri, tel örgüsü görünümüne büründürdükleri dalgaları, Saray’ın çalışmasında AKM’nin 2013’teki varlığı ve bugünkü yokluğunu sorgulamasına dönüşüyor.
Özlem Günyol & Mustafa Kunt’un Triton (2018) isimli yeni işi, Necla Rüzgar’ın Mücevherler (2013) isimli heykeliyle bir okuma oluşturuyor. Rüzgar’ın Mücevherler işindeki tanımsız bir varlığın taşlaşmış halini anımsatan ama öte yandan et parçalarıymış gibi duran nesneleri, Günyol ve Kunt’un Triton’undaki kalıntıların temsil ettiği binlerce trajediyle birleşiyor. Özlem Günyol & Mustafa Kunt’un dille, sembollerle kurduğu ilişkinin nesneye dönüşmesi sırasında ortaya çıkan yeni formüller, Necla Rüzgar’ın çalışmalarında tarih, kimlik ve bedenle kurulan ilişkiyle buluşuyor.
Necla Rüzgar’ın Fibrilasyon (2018) isimli videosu, Çağrı Saray’ın Bellek Mekânları ve Unutmanın Eşiği (2016) isimli serilerinden esinle ortaya çıkıyor. Rüzgar’ın kendine ve hayvanlara sıklıkla yer veren sanat üretimi, Çağrı Saray’ın kendi belleğini toplumsal olanla çarpıştırdığı üretimiyle kesişiyor. Fibrilasyon’da çizgiler, düzensiz bir ritim ile farklı yönlere hareket ediyor. Çizgilerin ritmi nabız atışının, dolayısıyla canlılığın titreşimini yayarken kadın ve hayvan birbirine dönüşecek diye bekliyoruz ancak beklediğimiz gibi bir sonla karşılaşmıyoruz.
İntihâl’e farklı bir açıdan bakmak istiyorsanız, siz de 29 Temmuz’a dek yolunuzu Yapı Kredi Kültür Sanat’a düşürmelisiniz.