Uygur Yılmaz hayranlık verecek kadar uzun bir süredir sayfiyenin bu döngüde yalnız kaldığı hali ile ilgileniyor. Mesela, “Eksik Parçalar” (2004-2009) sergisinde çocukluk hatıralarında yer tutan Susanoğlu Plajı’nı geometrik ve biçimsel ilişkilere odaklanarak görüntülemiş. Bunu NON’da oldukça güçlü bir mekânsal düzenleme ile sunduğu “Burası ama nerede?” (2009-2010) tarihli seri takip etmişti. NON Tophane’deki mekânlarında zemin ve asma katı mekânsızlaşmış, iki boyutluluğu zorlayan kendi halinde büyümüş çalıların fotoğraflarını çok farklı bakış açılarından deneyimlenebilecek bir şekilde konumlandırışını çok net hatırlıyorum. Zemin altında galerinin daha karanlık bölgesinde ise yine sayfiye kumsallarının ölü sezondaki halleri yer alıyordu. Yalnız “Burası ama Nerede?”de ölü sezonu daha da öldürecek bir karanlık kumsalda “bırakılmış” nesneleri gerçek üstü bir ışıkta görüntüleyerek insanın kumsala getirdiği bu eğlence ya da düzen unsurlarına yabancılaştırıcı bir bakış sunarken bir taraftan görüntülerin inanılabilirliklerini sorgulatıyordu.
Yılmaz “ALINDI” isimli son sergisi de bu önceki iki çalışması gibi sayfiye üzerine diye düşünülebilir. Ancak Yılmaz’ın kullandığı yöntem ve mecralar diğer iki sergidekinden oldukça farklı. Yöntemsel ve düşünsel olarak paralel olan bir “galeriye taşıma” durumu bu sefer boyanmış, katlanmış, sıralanmış ‘Ready-Made’ler ile gerçekleşiyor. Fotoğraflarını çekerken herhangi bir düzenleme ya da müdahale yapmadığını belirten sanatçının, mekanik çoğaltmalar ile birlikte konumlandırdığı müdahaleler ile yarattığı tezat, fotoğrafların limitlerini ve cazibelerini görünür kılıyor.
Co-Pilot’un girişinde karşılaştığım videoda, Yılmaz’ı sakin ve titiz bir şekilde sahili elektrikli süpürge ile çektirmesini, ardından aynı huzurla süpürgeyi boşaltmasını görüyorum. Yılmaz’ın “Sisifos Plajda” (2013) ismini verdiği bu video ya da performans dökümantasyonu, serginin mekânsal ve kavramsal kurgusunda paralel bir şekilde kullandığı döngüselliğe işaret ediyor. Daha çok “Ready-Made”lerden oluşan alt kattaki bölümüne bakabildiğim bu alanda, serginin son nesnelerinden, kumdan elektrik süpürgelerini (Vakum, 2013) de görebiliyorum.
Sergiye ismini veren “Alındı” (2014) isimli iş ise, bir sahil restoranının adisyon defterinden sayfaların çizgisel bir şekilde asılmasından ibaret. Hesabın kapandığı her sayfada kocaman bir “Alındı” notu tüm sayfaları birbirine bağlarken, çay, bira ve patates kızartması notlarından, garsonun müşteriler hakkında gözlemlerine ya da müdavimlerin birbirleriyle ilişkilerine dair ipuçlarını keşfetmek mümkün. Bu katta yem olarak hazırlanmış ekmek parçaları gibi gözüken parçalar da aslında sergideki işler hazırlanırken geriye kalanlardan oluşturulmuş. Yılmaz, sergi turunda bahsettiği bu detayla sanki tüm nesnelere daha dikkatli bir bakış yöneltmeye davet ediyor.
Serginin alt katında daha büyük mekâna bağlanan geçiş bölgesi fotoğraflar ve çok az müdahale edilmiş olan objelerden ibaret. Güneş ile gölgenin kontrastında bir tesisat el kitabını gösteren “Talimatlar” (2005-2014), fotoğrafı pikselize bir yüzeye dönüştüren sinek teline (Grid, 2014), sayfiye teması bu sefer fotografik görüntünün doğasını incelemek için de kullanılıyor. Daha geniş mekânda, mimari fotografik bir dil kullanan ”Triptik” (2008-2014), sergide Yılmaz’ın bundan önceki pratiğine işaret eden işlerin sonuncusu. Görüşü dönüştüren ‘doğru’ pozlama sorunsalı, sayısal görüntünün noktasal hali gibi mecraya içkin sorunlar mahir bir şekilde sanatçının kullandığı yeni mecraya geçişi sağlıyor. Fotoğrafların izleyişini devam ettiren “Su Üzerine Su” (2007-2014) bir “Ready-Made” olsa da sanatçının elinin kirini taşıyan baskıda da fotoğraf görünüyor. Tüm bu fotoğrafların künyelerindeki geniş tarihler anların uzunluğunu hissettiriyor
Siyah ve bej gibi ölü renklerle sadeleştirilmiş hazır buluntu nesnelerin çoğu sahilden ya da yazlık kasabalarındaki hurdacılardan toparlanmış. Radyatör ızgaraları (Büyük Siyah Araf, Küçük Siyah Araf ve Araf, 2013) ve elektrikli ocak direnci (Rezistans, 2013) yazın sıcak ve soğuktan öte farklı büyüklerde totemler gibi mekânın kenarlarına dağılmış. Ortada bir balık ağı ile “pansuman” edilmiş “Yeni Hayat” (2014) fiberglas bir yunus kuyruğu, aslında bir deniz bisikletinin kalıntısı. Mekânın ortasındaki bir ritüel zeminini çağrıştıran “geçmiş alan” (2014) ise sahilden toplanmış çeşitli kapaklardan oluşuyor. Tüm bu nesneler Yılmaz’ın müdahalesi ile kıyının kolonizasyonu, yazlık kültürü ve tatil dilemmasını anlatırken, bir yandan da döngüsellik, kişisel arkeoloji gibi daha kavramsal bir düşünce alanına da kapı açabiliyor.
İfade alanını farklı mecralarla genişlettiği bu sergi, belki de yazının başında belirttiğim çocukluk travmaları nedeniyle pek de tatile çıkmayan ve tatili sevmeyen birisi olarak bana daha yakın hissettirdi. Yılmaz’ın daha önceki serilerinde daha belirgin, banallikten uzak zarif hüzünden daha rahatça sıyrılıp düşünsel egzersizlere odaklanabiliyorum. Çalışanların kendi zamanlarını tüketerek geri sattıkları tatilin üstü kapalı doğasını, Sisifos’un bitmek bilmeyen nafile çabasına benzetmemek elde değil. Döngüsellik etrafında oluşturduğu tebessüm ettiren anlatı son zamanlarda gördüğümüz kimlik, mizah ve dönüşüme odaklanan sayfiye sergilerinden görece farklı bir bakış sunuyor.
Belki de bu değerlendirme yazısı Yılmaz’ın samimi ve cömert sergi turunda kafama takılan esaslı meseleden bahsetmek için güzel bir fırsat. Tur esnasında bahsettiği insan ve doğa arasındaki ikililiğe katılmam mümkün değil. Yılmaz’ın sergide işaret ettiği dairesel tekerrür tam da parçası olduğumuzu unuttuğumuz doğanın bize yılmadan kendini hatırlatması gibi. Kışın kapanan yazlık evler, sahil mobilyaları, kullanılmayan ve belki de gereksiz tüm bu nesnelerin hızla çöküşü, doğanın sonunda (belki de hayırlısıyla) biz olmadan da olabileceğini hissettiriyor. Yılmaz’ın uzun süredir konu edildiği plajların ve sayfiyenin sezon sonrası hali bana doğanın bir parçası olduğunu unutmuş bireyi düşündürmüştü hep. Tüm önceki serilerinde görünmeyen bu öznenin sergideki videoda, bir oto portre olarak değerlendirilebilecek şekilde ortaya çıktığını fark etmek gerekli.
Son olarak söylemem lazım, Yılmaz’ın Radikal gazetesine verdiği söyleşide fotoğrafın kendisi için bir anlamda tükendiğini belirtmesini üzücü buldum. Çünkü tam da Yılmaz’ın uzun süredir yaptığı gibi bir mecra olarak fotoğrafın sorunlarını özgöndergesel olmayan, plaj ve sayfiye gibi gündelik konular üzerinden açabilen çok az sanatçı var. Fotoğraf ve hakikat arasındaki ilişkiyi temsil kavramı ile basitleştiren bir tartışma yerine, mecranın problemlerini ve sınırlarını bu sergide olduğu gibi olanağa çevirebilen işler mecrayı zenginleştiriyor. Yılmaz gibi, veya eşik ve geçişlilik gibi kavramlarla yakından ilgilenen Dikstra gibi tanınmış sanatçıların bu güzel doğrultularından vazgeçmelerini bencilce istemiyorum.