İsminin nereden geldiğine dair onlarca rivayet bulunan ama pek çok dilde özellikle de kendisine kıyısı bulunan coğrafyalarda konuşulan dillerde hep ‘siyah’ ve ‘deniz’ kelimelerinin birleşiminden oluşan ismiyle anılan ‘Karadeniz’, Yunan kolonileri yaygınlaşmadan evvel -üzerinde seyahat etmenin zor olmasından ve kıyılarında vahşi kabileler olduğuna inanıldığından ya da başka uygarlıkları uzak tutmak adına- ‘misafirperver olmayan deniz’ anlamına gelen ‘Póntos Áxeinos’ ismiyle adlandırılmış, Miletlilerin M.Ö 4. yüzyılda güney sahillerini ele geçirip kolonileştirmesinden sonraysa ‘misafirperver deniz’ anlamına gelen ‘Eúxeinos Póntos’ ismiyle anılmaya başlamış. Bir yanıyla Avrupa diğer yanıyla Asya’ya temas eden ve antik çağlardan beri doğal zenginlikleri ve bu coğrafi konumunun avantaji nedeniyle çeşitli medeniyetlerin gözünü diktiği bir coğrafya olan Karadeniz, oldum olası politik çekişmelere ve dönüşümlere sahne oldu. Yakın geçmişte de önce Soğuk Savaş’ın sona ermesi, ardından da Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte, barındırdığı petrol ve doğal gaz rezervleri ve ticari rotalar üzerindeki stratejik konumu nedeniyle sadece bölge ülkelerinin değil yabancı yatırımcıların da yeniden ilgi odağı haline geldi. Soğuk Savaş’ın ardından, kuzeyindeki ülkeler için bir turizm merkezi olarak da popülaritesini gittikçe artıran Karadeniz, hem Sovyetler’in izlerinin halen görünür olması hem de tüm politik çekişmeler ve ekonomik zorluklara rağmen etrafındaki günlük hayatın renkliliği ve kültürel çeşitlilikle, son zamanlarda fotoğrafçılar için de -her zamankinden daha fazla- merak uyandıran bir bölge. (*) Fransız fotoğrafçı Mathias Depardon da kendini bu meraka kaptıran fotoğrafçılardan biri.
1980 Nice doğumlu Depardon, Brüksel’de iletişim ve gazetecilik okuduktan sonra kısa bir dönem Belçika’nın ulusal gazetelerinden Le Soir için çalışmış ve ardından bağımsız fotoğrafçı olarak fotoröportajlar ve uzun dönemli projeler üretmeye başlamış. Kapsamlı ve yavaş bir habercilik yaklaşımını benimseyen Depardon, böylece günümüzün önemli sosyal, ekonomik ve siyasi meselelerini ele alan derinlikli çalışmalar gerçekleştirebiliyor. Avrupa’ya yasadışı göçü ele alan ‘Beyond the Borders’ (Sınırların Ötesinde) çalışmasıyla, 2011 yılında, Fransa’nın önemli fotoğraf ödüllerinden Bourse du Talent’da röportaj dalında ödül kazanan Depardon, son birkaç senedir İstanbul’da yaşıyor ve ağırlıkla bu bölgedeki sorunlarla ilgili işler üretiyor. 17 Eylül’de İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde açılan ve 9 Ekim’den itibaren Foto İstanbul’da da izlenime sunulacak olan ‘Karadeniz’den Kartpostallar’ da bu işlerden biri.
2011 yılında, Arap Baharı’nın fırtınalı günlerini fotoğrafladıktan daha sakin sulara yelken açmak isteyen Depardon, rotasını kuzeye çevirmiş ve kendini o dönem itibarıyla henüz Ukrayna ve Rusya arasındaki gerilim patlak vermediğinden suları durgun Karadeniz’de bulmuş. Komünizmin şekillendirdiği yakın geçmişin izlerini yıkık dökük olsa da arka planda halen taşıyan Bulgaristan, Gürcistan, Rusya ve Ukrayna ile Karadeniz’in güney sahillerindeki Türkiye’de geçirdiği bir yaz boyunca, Karadeniz’in mevsim itibarıyla hırçınlığı dizginlenmiş sularında ve gri bulutların ardından yüzünü gösteren güneşin altında huzur arayan ya da günlük hayatlarına devam eden insanları ve uluslararası yatırımcıların ekonomik çıkarlar nedeniyle gözünü diktiği bölgenin hâlâ nasıl on yıllarca öncede kalmış gibi göründüğünü fotoğraflamış Depardon.
Kırım’ın liman kenti Sivastapol’deki Batık Gemiler Anıtı’nın yakınlarında sabah jimnastiği yapan bikinili yaşlı kadınlar; Tiflis’in tarihî dokusunu koruyan arka sokaklarında, sattıkları rengarenk balonlarla poz veren bir karı koca; Bulgaristan’ın -inşasının başlangıcı Komünist dönemin şaşaalı yılları 1958’e dek uzanan- gözde tatil kasabası Sunny Beach’teki üç yüzün üzerindeki tesisin birinde, havuz kenarında sigarasını içerken uzaklara dalmış bir adam; Sinop yakınlarındaki bir plajda, eski model bir arabanın kenarına yaslanmış, muhtemelen üzerinde güneşlenmek üzere oraya getirilmiş allı güllü ve lekeli bir şilte; Rusya’nın tatil cenneti Soçi’deki Zhemchuzhina Oteli’nin ikinci katındaki resepsiyonda, parlak sarı saçlarıyla poz veren resepsiyonist; yine Soçi’de, ünlü Matsesta Kaplıcası’nda sülfürlü su dolu küvette yatan bir adam; Karadeniz’in ihtilaflı bölgelerinden Abhazya’nın başkenti Sohum’daki bir plajda, Karadeniz’in klasik gri bulutlu gökyüzü arkaplanında, bölgedeki tartışmalı atmosfere gönderme yapan kırık dökük sarı bir plastik sandalye; bir dönem Sovyet Deniz Kuvvetleri’nin Karadeniz Filosunun başlıca limanı olan Novorossisk’teki devasa II. Dünya Savaşı anıtı üzerinde güneşlenen bir kadın; Samsun yakınlarında bir plaj kenarında, ağaçların altında piknik yapan bir aile… Suyun kenarında sakinleşen, geçmişi bir süreliğine de olsa bir kenara bırakan hayatlar…
Depardon, Karadeniz dendiğinde aklımıza ilk gelen o puslu manzaralar yerine daha ümitvari görünen, canlı renklerle bezeli, gerçekten de bir anlamda kartpostalları andıran ve aynı anda hem ironik hem de hüzünlü olabilen fotoğraflarla karşımıza çıkıyor ‘Karadeniz’den Kartpostallar’da. (**) Bölgedeki güncel sorunları, bire bir görselleştirmek yerine günlük hayatın sıradanlığının içinde ve detaylı fotoğraf altlarıyla (***) anlatmayı yeğleyen Depardon’un bu yaklaşımı, kasvetli fotoğraflar görmekten artık hissizleşen izleyicinin ilgisini yeniden uyandırmak adına özellikle seçilmiş bir yaklaşım hissi uyandırıyor. Bu yaklaşım, ilk başta yüzeysel bir yaklaşım gibi değerlendirilme ihtimali taşısa da Depardon’un bugüne kadarki genel hikâye anlatımı tercihlerine ters düşmüyor ve izleyiciyi görünenin altında yatanları meraklandırma yönünde teşvik ediyor. Tıpkı Hasankeyf başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki birçok yerleşim birimini sular altında bırakacak Ilısu Barajı ve bölgedeki etkileri üzerine gerçekleştirdiği son çalışması ‘Gold Rivers’ (Altın Nehirler) ya da Kafkaslar’ın yükselen yıldızı Bakü’yü fotoğrafladığı ‘Baku Wonderland’de (Bakü Harikalar Diyarı) de yaptığı gibi… Bu sakin hikâye anlatıcısının Karadeniz kartpostallarını görmek ve meraklanmak için 12 Kasım’a kadar vaktiniz var.
Notlar
(*) Söz Karadeniz üzerine çalışan fotoğrafçılardan açılmışken, Vanessa Winship’in benzer bir rota izleyerek Karadeniz kıyısındaki ülkelerdeki kimlik çeşitliliğini, göçleri ve aidiyet olgusunu şiirsel bir dilde anlattığı siyah beyaz serisi ‘Black Sea: Between Chronicle and Fiction’ı (Karadeniz: Günlük ve Kurgu Arasında, 2007), George Georgiou’nun New York Times’ın ‘Voyages’ (Seyahatlar) başlıklı henüz yayımlanan yeni sayısı için geçtiğimiz yaz Odessa’dan (Ukrayna) Mandritsa’ya (Bulgaristan) Karadeniz boyunca yaptığı seyahatte çektiği fotoğrafları ve yine Georgiou’nun Gürcistan ve Ukrayna’da gerçekleştirdiği ‘Shadow of the Bear’ (Ayının Gölgesi, 2005-2010) çalışmalarını hatırlatmakta fayda var.
(**) Mathias Depardon’un aynı serideki fotoğraflardan, 2014 yılındaki BookLab kapsamında ürettiği 20 edisyonla sınırlı harita-kitabı görmek için: http://www.thebooklab.org/Mathias-Depardon-Postcards-from-the-Blacksea
(***) Yer darlığından dolayı burada tamamına yer veremediğimiz fotoğraf kredilerini görmek için: http://bit.ly/1WJXAlq