Eylül ayının yavaş yavaş sonuna gelmemizle beraber sezonun hareketliliği de azaldı. Artık vakit, sergileri açılış telaşesi olmadan gezme vakti. Bütün bunlar olurken 13. İstanbul Bienali’ni gezdiniz mi, gezmediniz mi bilemiyorum, ama bu yazı, Bienal mekanlarından biri olan Antrepo no.3’te görebileceğiniz sanatçılardan biriyle ilgili. Sizi biriyle tanıştıracağım, diyebiliriz.
Bu senenin Bienal’inin teması, Lale Müldür’ün şiirinden yola çıkıyor: Anne, ben barbar mıyım? İşleri genel çerçevede birbirine bağlayan kavramın ise kamusal alan olduğunu söyleyebiliriz. Bienali gezerken karşımıza sokakla, insani ilişkilerle, sosyal ilişkilerle, Gezi’yle, toplumla ilgili işler çıkıyor; iktidar ilişkilerini sorguluyoruz. Bütün bu haleti ruhiye, daha Antrepo binasına girmeden, Ayşe Erkmen’in koskoca enstalasyonuyla zaten başlıyor. Ama beni asıl etkileyen başka birisi. Ben, bienalin bu mekanında bir sanatçı seçtim yazmak için; nitekim yeni tanışan biri olarak, çok geç kaldığımızı düşünüyorum.
Antrepo binasının içerisinde dolanırken, bir anda mavi boyalı bir duvar çıkıyor önünüze. Büyük harflerle ‘’ŞÜPHELİ’’ yazıyor. Harfler kırmızı. İlk tepkiniz, ‘’Ben mi?’’ diye sormak oluyor, ‘’Ben mi şüpheliyim?’’ Hafif bir iç sıkıntısı. Sanatçı Guillaume Bijl’in kurgusal mekanlarında bir gün siz de suçlu, şüpheli olabilirsiniz; fakat bugün o gün değil.
ŞÜPHELİ
2012 yazında bi sanatçı komşuları tarafından şüpheli bulunarak ihbar edildi. Polis aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı ev araması yaptı:
- Geceleri eve geç geliyor, muhtemelen sarhoş halde.
- Televizyonda solcuların bir eyleminde görüldü.
- Uzun saçlı ve hep kot pantolon giyiyor.
- Çöpünü yanlış günlerde çıkarıyor.
- Çok fazla sigara içiyor. Birisi koridorda sigara izmaritleri buldu.
- Sıklıkla tuhaf kadın ve adamlarla birlikte görülüyor.
- Kitapçılarda ve halka açık parklarda çok fazla vakit geçiriyor.
- Gündüzleri her zaman siyah müziği çalıyor.
Biraz işin kendisinden bahsetmeli. Mavi bir duvar, kırmızı sözcükler ve bunu izleyen iki ayrı oda. Odaların ilkinde objeler, ikincisinde ise dağıtılmış bir mekan görüyoruz. Hikayesi ise şu: komşuları, zamanında Bijl’i ‘’tuhaf davranışlarından’’ ötürü polise şikayet ediyorlar (gerçek hikaye). Odaların ilkinde polis tarafından şüpheli bulunan objeler yer alıyor. Dağıtılmış oda ise, atölyesinin polis tarafından arandıktan sonraki halinin bir yeniden kurulumu. Yine de zihnimizle oyanamayı ihmal etmiyor Bijl, sebebini 13. İstanbul Bienali kitapçığından alıntıyla aktarıyorum: ‘’(...)- ancak izleyici esas atölyedeki bileşenlerin düzeninin neye benzediği, içinde hangi nesnelerin olduğu ve hangi nesnelerin sanatçıya ait olduğu bilgisine sahip değil.’’ Algımızla oynanıyor, ne düşüneceğimizi bilemiyoruz, kurgusal bir işle mi karşı karşıyayız yoksa bunlar gerçek belgeler mi? Bu kimin evi? Bütün bunları sorgularken objelere geri dönüyoruz, aynı bir şüphelinin suç delilleri gibi dizilmişler. Bunlar Bijl’in mi? Kesin mi? İçimizden, ‘’Ben metni okudum, bunlar suç değil ki?’’ diye geçiriyoruz. Yine algımızla oynanıyor, hangisi olursa olsun ‘’sanatçı’’ denen kişinin toplum için ne olduğunu tekrar sorguluyoruz içimizde; belki farklar, belki benzerlikler buluyoruz. Bienal kitapçığında şöyle özetliyor Yael Masser: ‘’Öteki enstalasyonlarında olduğu gibi burada da Bijl hayatın yapıta, yapıtın da hayata nüfuz ettiği ayrıntılı bir senaryo yaratıyor ve ŞÜPHELİ’de herhangi bir toplumda sanatçının konumunun ne olduğunu – bir yabancı, potansiyel bir suçlu veya sorgudan geçirilmesi ve yola getirilmesi gereken olağan bir şüpheli – anlamaya çalışıyor.’
İyi bir başlangıç yaptık değil mi? Aslında Belçikalı Guillaume Bijl, öyle komşularının sandığı gibi ısıracak biri değil. 1946 doğumlu sanatçı gördüğüm en güzel şehirlerden biri olan Antwerp’te yaşıyor, ve 1970’lerden beri ‘’sanat ve toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkiyi incelemek için stratejiler geliştiriyor.’’ ŞÜPHELİ’de en iyi örneklerinden birini gördüğümüz üzere, kurgusal mekanlar yaratıyor, mekana özgü işlerle ilgileniyor ve kamusal alanlara izleyiciyi sorgulatacak nesneler yerleştiriyor. Bu eylemlerle insan-nesne ilişkisini de araştıran Bijl, neyin gerçek, neyin kurmaca olduğunu bilemediğimiz bu enstalasyonlarında algımızı bambaşka bir noktaya getiriyor, gerçeklik kavramının doğasını da gözler önüne seriyor.
Bijl, (Guillaume Bijl: Works 1991-1996’dan alıntıyla) ‘’sanat aracılığıyla gerçeklikle doğrudan bir iletişim kurmaya çalışırken izleyicinin kurgusal bir gerçekliğe katılan bir figüre dönüştüğü, ekseni kasıtlı olarak kaydırılmış ortamlar yaratıyor.’’Aynı zamanda, ŞÜPHELİ’nin de dahil olduğu enstalasyon serisi Situation Installations hakkında 1991’de şöyle bir metin yazıyor Bijl: ‘’Bu enstalasyonları ‘gerçeklik içindeki gerçekdışılık’ olarak adlandırıyorum. Situation-Installations durumsal bir karakterle beraber sahte bir süreç. Bunlar genellikle bir sanat manifestosu vesilesiyle gerçekliğe müdahele ediyorlar. Bazıları hemen hemen görünmez geniş kapsamlı, imgesel müdaheleler ve rahatsızlık verici banallikte konular olabiliyor tabii.’’
Bunun dışında, 1970’lerden beri süren başka serileri de var Bijl’in: Sorry, Transformation Installations, Cultural Tourism, Compositions... Transformation Installations, aynı ŞÜPHELİ’nin özelliklerini taşıyor, fakat gerçek alanlar olarak tabir ettiği kamusal alanlar yerine gerçekdışı mekan olarak nitelediği sanat alanlarında gerçeklik yaratmaya yönelik işler. Yani, bir müzede, her an başka bir müzeyle karşılaşabiliriz.
Özellikle kendi yaratılışına ‘’vefasız’’ davrandığı için özür dileme amacını güderek ürettiği Sorry Installations beni fethetti. Enstalasyon metninde, ‘’Özür kelimesi kendi çağının prototipik, ‘cool’ bir kelimesi. 1987’de varolan objelerden sayısız absürd asamblajlar istiflemeye başladığım sırada, ve böylece bir soyutlama yaptığımda, kendi realistik formuma aslında ‘’vefasız’’ davranıyordum. Bu küçük işlere ‘’sorries (özürler)’’ ismini verdim. Daha sonra, birçok daha büyük boyutlu, absürd enstalasyon daha yaptım, bunlarda sürekli olarak insan figürünü gizlice sürreal ortamlara yerleştirdim. Bu işler, sonradan sanatsal kimliğimin absürd ve şiirsel bir uzantısına dönüştü.’’
Bunun dışında, 1970’lerden beri süren başka serileri de var Bijl’in: Sorry, Transformation Installations, Cultural Tourism, Compositions... Transformation Installations, aynı ŞÜPHELİ’nin özelliklerini taşıyor, fakat gerçek alanlar olarak tabir ettiği kamusal alanlar yerine gerçekdışı mekan olarak nitelediği sanat alanlarında gerçeklik yaratmaya yönelik işler. Yani, bir müzede, her an başka bir müzeyle karşılaşabiliriz.
Özellikle kendi yaratılışına ‘’vefasız’’ davrandığı için özür dileme amacını güderek ürettiği Sorry Installations beni fethetti. Enstalasyon metninde, ‘’Özür kelimesi kendi çağının prototipik, ‘cool’ bir kelimesi. 1987’de varolan objelerden sayısız absürd asamblajlar istiflemeye başladığım sırada, ve böylece bir soyutlama yaptığımda, kendi realistik formuma aslında ‘’vefasız’’ davranıyordum. Bu küçük işlere ‘’sorries (özürler)’’ ismini verdim. Daha sonra, birçok daha büyük boyutlu, absürd enstalasyon daha yaptım, bunlarda sürekli olarak insan figürünü gizlice sürreal ortamlara yerleştirdim. Bu işler, sonradan sanatsal kimliğimin absürd ve şiirsel bir uzantısına dönüştü.’’
Bunun dışında, 1970’lerden beri süren başka serileri de var Bijl’in: Sorry, Transformation Installations, Cultural Tourism, Compositions... Transformation Installations, aynı ŞÜPHELİ’nin özelliklerini taşıyor, fakat gerçek alanlar olarak tabir ettiği kamusal alanlar yerine gerçekdışı mekan olarak nitelediği sanat alanlarında gerçeklik yaratmaya yönelik işler. Yani, bir müzede, her an başka bir müzeyle karşılaşabiliriz.
Özellikle kendi yaratılışına ‘’vefasız’’ davrandığı için özür dileme amacını güderek ürettiği Sorry Installations beni fethetti. Enstalasyon metninde, ‘’Özür kelimesi kendi çağının prototipik, ‘cool’ bir kelimesi. 1987’de varolan objelerden sayısız absürd asamblajlar istiflemeye başladığım sırada, ve böylece bir soyutlama yaptığımda, kendi realistik formuma aslında ‘’vefasız’’ davranıyordum. Bu küçük işlere ‘’sorries (özürler)’’ ismini verdim. Daha sonra, birçok daha büyük boyutlu, absürd enstalasyon daha yaptım, bunlarda sürekli olarak insan figürünü gizlice sürreal ortamlara yerleştirdim. Bu işler, sonradan sanatsal kimliğimin absürd ve şiirsel bir uzantısına dönüştü.’’