Üç arkadaş ellerinde sprey boya kutularıyla griye karşı savaş açtıklarında kimse onları tanımıyordu. Kısa sürede Karaköy’ün çehresini değiştiren grafiti grubu Bad of Kings'in (B.O.K) üyelerinden Mr. Hure, Luckypunch, Olihe RedBull.com’un Griye İsyan adlı belgeseline konu oldu. B.O.K'den Mr. Hure, grafiti ile alakalı merak edilen soruları yanıtladı. Mr. Hure’a göre Karaköy’ün çehresini grafitiler değiştirdi, yeni mekânlar tüketti.
Gece sokaklar boşaldığında, Karaköy esnafı evinin yolunu tuttuğunda onlar sokağa çıkıyor. Senelerdir boyadıkları sokakların çehresi değişti. Onların işlerini yeni açılan kafeler, barlar, eğlence merkezleri takip etti. B.O.K yani Bad Of Kings (Kralların Kötüleri), yıllardır sokakları, dükkânların kepenklerini kısaca neresi müsaitse orayı boyuyor. 1999’da daha 13 yaşında grafitiye başlayan, yedi sene devam ettiği muhasebeciliğin ardından artık sanatıyla para kazanan Mr. Hure, üç arkadaşıyla RedBull.com belgeseli Griye İsyan’a (Revolt to Gray) konu oldu.
Sizi grafiti yapmaya iten sebepler neler? Grafiti sanatıyla kendinizi ifade ederken neler hissediyorsunuz?
Başlarda bir hevesle başladığım grafiti, yıllar sonra benim bir parçam haline geldi. Tabiri caizse grafiti ile yatıp, grafiti ile kalkıyoruz. Grafiti, insanlara kolay yoldan ulaşma sanatı. O sokaktan kim geçiyorsa mesajınızı, sanatınızı görüyor, ayaküstü notunuzu veriyor. Dört duvar arasında değil de özgür bir sanat oluşu hep yenisini yapmamızı tetikliyor.
Grafiti bir alt kültür olarak dünyanın dört bir yanında varlığını sürdürüyor. Peki ama biz bu kültürle nasıl tanıştık? Siz ne zamandır grafiti yapıyorsunuz?
Grafiti 1970’lerin başında ABD'de ortaya çıktı. Daha sonra Avrupa'ya yayıldı. Türkiye'de grafiti 1980’lerde birkaç tane yapıldı ama tamamen yayılması 1990’ların sonunu buldu. Ben grafitiyle 1999’da, daha 13 yaşındayken tanıştım. Türkiye'nin grafitiye alışması, sevmesi sosyal medyanın yayılmasıyla başladı.
İşin başlarında bölünmüş bir hayat yaşadığınız ortada. Nasıl geçiyordu? Gündüz işlere dağılıp, gece grafiti yapmak bölünmüşlük hissi yaratmıyor muydu? Süper-kahraman gibi hissettiğin zamanlar oldu mu?
Çocuk yaşta tanıştığım grafitiyi hiç bırakmadım, lisede, üniversitede hep boyadım. Bir şekilde hayatımızı devam ettirmemiz için çalışmamız gerekiyordu. İktisat okuduğum için muhasebecide çalıştım. Bu yedi yıl boyunca hem çalışıp, hem de geceleri grafiti yapıyordum. Grubumdaki çoğu grafitici de benim gibiydi. Gündüz kendi mesleklerimizde çalışıp geceleri grafiti yapıyorduk. Aslında şehrin gizli kahramanlarıydık. Sabah işlerimize gittiğimizde hepimizin parmaklarında boya izleri vardı. Bu bizde bölünmüşlük hissi yaratmadı tam tersine başıboş insanlar olmadığımızın kanıtıydı. Sonuçta evden işe, işten eve gitmiyorduk. Sistemin içinde bir şekilde kendimizi ifade ediyorduk.
Türkiye’de grafiti kültürü ne kadar tanınıyor? Siz bu kültürün tanınması, alışılması için neler yaptınız?
2009 yılına kadar grafiti kültürü kendi içinde bilinen ve birbirini tanıyan insanlardan oluşuyordu. Sosyal medyanın yayılmasıyla beraber grafiticiler, grafiti yapmayanlar tarafından da bilinmeye başladı. Biz bu kültürü Avrupa’dakini kopyalayarak değil, kendi örf adetlerimize göre harmanladık. Etrafa fazla zarar vermeyerek, renkli işler yaparak insanların bizden nefret etmesini önledik. Belki bu şekilde yardımcı olmuşuzdur gelişmesine.
Grafiti yaptığınız duvarların, dükkân kepenklerinin sahiplerinin size karşı tavrı nasıl? Karaköy esnafıyla ilişkileri nasıl düzelttiniz mesela?
İlk başladığımız dönemlerde grafiti yaptığımız yerlerin sahipleri bizi bilmiyordu yani korkuyorduk tepkilerinden. Sonra onlara yapılanları sorduğumuzda baktık ki kızgın değiller, tam tersine daha çok yapılmasını istiyorlar. Hâl böyle olunca Beyoğlu'nda boyanacak zemin kalmadı. Elbette aralarında sinirli olanlar var. Ancak birkaç sinirli insan için, onca mutlu insanı mutluluklarından edemeyiz.
Bugüne baktığınızda yaptığınız grafitiler Karaköy’ü nasıl değiştirdi? Hedefte yeni bir yer var mı?
Son dönemlerde Karaköy'ün popülerliğinde grafitinin katkısı göz ardı edilemez. Kahve içmeye gelen insanların yaptıkları ikinci iş grafitilerin önünde fotoğraf çekilmek. Hâl böyle olunca insan insanı çekti, meraktan bile gelen oldu. Ama son durumu bizi mutlu etmedi. Yüksek sesli mekânlar, değişik insan profilleri… Bunlar Karaköy'ü kısa sürede tüketti. Tabii ki bu benim fikrim. Eğer sonu yine böyle olacaksa başka yerleri de Karaköy gibi geliştirmenin manası yok. Biz grafiti yaparken özellikle bir yer seçmiyoruz. Nerede buluştuysak, orayı boyuyoruz.
Grafitilerin ömrü var mı? Hemen siliniyorlar mı? Geçmişten bugüne eserlerinizin yaşam süresinde değişimler oldu mu?
Eğer zarar verilmezse 25 yıl yaşadığını gördüm. Tabii bu örnek Türkiye'de değildi. Türkiye'de bir eserin ömrü en fazla 10 yıl oluyor. Onlar da tek tük çalışmalar. İstanbul’daki grafitilere önce belediye eli değiyor. Eğer belediye “gri”ye boyamazsa, insanlar üzerine yazı yazıyor, karalıyorlar. “Bu eser kesinlikle karalanır” diyerek işe başladığımız çok oluyor. Çalışmayı yaptıktan sonra sosyal medyadaki fotoğraflarına bakıyoruz, üzerinde “Sedat kalp Ayşe” yazıyor.
Peki, “en iyi işim” dediğiniz bir eser var mı?
En iyi işim diyebileceğim bir çalışmam yok, çünkü her birinin yeri farklı. Yaşattığı, yapım süreci bunların hepsi farklı olduğundan bir tanesini alıp tepeye koyamam sanırım. Ama en farklısı ve anısı bol olanı Bosna Hersek'te yaptığım This is my world adlı çalışmam olabilir.