Pg Art Gallery, Melis Buyruk’un “Coexist” adlı beşinci kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergi kapsamında Buyruk ile üretim pratiği, son sergisi ve gelecek projeleri üzerine konuştuk.
Bu sizinle ikinci söyleşimiz. Birincisini geçen yıl PG Art Gallery'deki bir gösterim için yapmıştık. Bu kez 2019'da sergilediğiniz bir önceki çalışma dizisinden yola çıkarak mevcut çalışmanızdaki değişikliklere odaklanmak istiyorum. Yeni serinizin kavramsalar meselelerini ve güncel sanatınızı bize biraz özetleyebilir misiniz lütfen?
Geçtiğimiz yıl, sizin yazmış olduğunuz “What is Weird and Who is Strange” başlıklı metin ile aynı isimli sergimde Habitat serisinden porselen çalışmalarımı sergileme fırsatım olmuştu. Serginin ardından serinin üzerinde çalışmaya devam ettim. Bugün geldiğim noktada serinin evrildiğini izleyiciyle de paylaşmak istedim.
Birbirleriyle ilişki içinde ve yoğun dokularla, tanımsızlaşan canlı formlarını daha da arttırarak çerçeve ile sınırlandırdığım alanları tamamıyla kaplamaya başladım. Aslında başından beri bu seri hakkında söylediğim bir şey var. “Ben kafamı çevirdiğimde büyümeye ve üremeye devam ediyorlar gibi hissediyorum ve bunu yansıtmak istiyorum.” Şu an bu düşünceyle ortaya koyduğum işin daha yakınlaştığını düşünüyorum.
Yoğunlaşan dokular arasında tanıdık gelen, başlangıçta izleyiciyi bir tanıma yönlendiren doku, organ ve parçalar vardı canlı türlerine ait. Yeni seride bundan farklı olarak merkeze farklı hayvanlar konumlandırdım ve bütün bu yaşam alanını bu merkezin etrafında kurgulamaya başladım. Başlangıçta “ölü” ve diğer ögelerle iç içe geçen hayvanlar kullanıyordum. Zeminde yayılan bitkilerle ve dokularla birleşiyor ve bütünleşiyorlardı. Aslında burada, diğer işlerimde bir sonraki aşamalarını gösterdiğim sahneleri canlandırıyorum. Ölen canlıların bu habitatla bütünleştiği ilk anı. Ve ondan bir sahne öncesini yani merkezdeki hayvan figürünün henüz canlı olduğu anı. Ayrıca sergileme açısından da farklılık olarak ışığı kullanmaya başladım. Bunun sebebi de derinliği ön plana çıkartmak ve detayları daha okunur hâle getirmekti.
Daha önceki çalışmalarınızdan organ ve çeşitli vücut parçalarını kullandığınızı biliyoruz. Merkezdeki hayvan figürleri oldukça yeni; form ve türleri açısından değerlendirildiğinde de oldukça güçlü. Kullandığınız hayvan figürlerini neye göre seçtiniz?
Evrimsel süreçte genlerimize korku kazıyan bazı hayvan türleri var. Araştırmalar insanın evriminde bu hayvan türlerinin ciddi bir tehdit oluşturduğu ve bu korkunun dna’mıza kazındığını söyler. Dna’mıza kazınan korkular, sosyal şartlanma gibi sebeplerle de bazı hayvanları rahatsız edici veya korkutucu bulur, parlak renkli kelebekleri ve şirin kuşları severiz. Çünkü şekil ve renkler olumsuz olarak ilişki kurmamıza sebep olmaktadır. Bu serideki çalışmalarımda da bu sebeplerle rahatsız edici ve korkutucu bulduğumuz hayvanları seçtim. Çiçeklerle kaplı bir kompozisyon içinde onları bütünleştirerek ilk bakışta hissedilmeyen bir rahatsızlık hissi eklemek istedim.
Sadece tek bir işimde ise merkeze ceylan yerleştirdim. Bu tüm diğer işlerimden farklı olarak çok bireysel bir sebebe dayanıyor. Ceylanın beni çocukluğuma dair bazı anılara götürmesi ve içten bir sevgi duyduğum bir hayvan olmasıyla ilgili.
İnsanların en eski ve basit korkularını yansıtmayı tercih ediyorsunuz. Eserlerinizde hâlâ porselen gibi sahip olduğumuz en narin materyallerden birini kullanıyorsunuz. Bu materyali kullanmaya devam etme nedeniniz nedir?
İşlerim binlerce birbirini tekrar eden ince, sivri dokudan oluşuyor. Bu dokuların hepsi tek tek elle yapılıyor. Üretim aşamasına baktığımız zaman, porselenin plastikliği bu yüzeyleri oluşturmak için çok uygun. Tek tek, ince detayları çalışmak için. Bu aşama bireysel olarak benim çok keyif aldığım, mutlu olduğum bir aşama. Tüm bunların yanı sıra, işlerimdeki detayları porselenin inceliğini kullanarak daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum.
Kullandığınız figürler ilk bakışta oldukça doğal gözükse de eserlerinizde doğal renkler yerine monokrom beyaz ve siyahı tercih ediyorsunuz.
Bunun sebebi, bu serideki çalışmalarımda gerçekçi bir betimleme yapmak istemiyor olmam. Aslında var olmayan bir dünyayı konu alıyorum. Bu dünyaya ait olan parçaları renklendirerek izleyiciyi bir düşünceye yönlendirmek yerine her baktığında gördüğünü başka bir türe benzetmesini ve emin olamamasını tercih ediyorum.
Çalışmalarınız insanlıkla olan ilişkisi bağlamında doğanın temel kavramlarını tartışıyor. Doğa ve insan arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?
İnsanın doğa ile olan ilişkisi, insanın parçası olduğu doğa içerisinde kendi gereksinimlerini karşılamaya yönelik bir çaba olarak görüyorum. İnsan doğanın yasalarına bağlı olan fizyolojisinin yanı sıra yarattığı kültür dünyasına da bağlı bir tür. Geliştirmiş olduğu yaşam teknikleri ve bu yaşam tekniklerine bağlı olarak çevresini yeniden ve yeniden düzenlemesi, onun doğal yaşam alanının dışında yeni bir yaşam alanı oluşturmasına aracılık etmiştir. Kültürel gelişimi sonucu, kendisini doğal yaşam alanının dışına taşıması, aynı zamanda doğanın dengesini de değiştirici bir unsur hâline dönüşmesine neden olmuştur.
Eleştirerek de olsa bir parçası hâline gelmiş olduğumuz hikâyede, insanın doğa ve diğer canlı türleri üzerinde, onları yok etmek pahasına kurmuş olduğu hakimiyetin yok olduğunu varsaydığım alternatif bir yaşam alanı kurguluyorum. Peki ya böyle olsaydı? Diyorum.
Güzellik ve korku arasında yeni bir bağ kurmak için hayvan ve bitkileri birleştiriyorsunuz. Bu tür ilişkileri çalışmalarınızda nasıl görüyorsunuz?
Güzel ve korkutucu/ rahatsız edici unsurları bir arada kullanmayı seviyorum. Bunun bir denge olduğunu düşünüyorum. Bence bu unsurlar birbirinden mahrum olsalar eksik olurlar.
Anlattığım hikâyede ortaya çıkan türleri yabancı bulduğumuz için aslında korkunç olduklarını öne sürüyoruz. Dikenli bir gül gördüğümüzde, dudak gördüğümüzde veya azı dişi gördüğümüzde bunu tek başına korkunç bulmuyoruz. Ama bize ait parçaları, tanımlayamadığımız şekillerde gördüğümüz zaman istemsiz de olsa empati kuruyor ve bunu korkunç buluyoruz. Ben bunu süsleyerek sunmayı ve aslında ilk bakışta çok normal, güzel veya cazip olarak göstermeyi seviyorum.
İzleyici ilk kez bir işime baktığı zaman bembeyaz, çiçeklerle süslenmiş ve belki ışıklı bir iş görüyor. Bu aslında aldatıcı olan ilk izlenim. Bir adım atıp yaklaştığında onu rahatsız edecek detaylar ile karşılaşmaya başlıyor.
Son olarak çalışmaları nasıl sergilediğiniz hakkında sizinle konuşmak istiyorum. Lütfen bize biraz seçtiğiniz çerçeveleri kullanma ve ışığı bunlara entegre etme biçiminizden bahsedebilir misiniz?
Çalışmalarım çok ince ve kırılgan oldukları için onları korumaya ve üstlerini kaplamaya çalışıyorum hep. Daha önce farklı sergileme çözümleri denemiş olsam da bu serideki işlerimi ince siyah bir çerçeve ile sergiliyorum. İşlere müdahale etmeyen mat siyah bir çerçeve ve beyaz ışık ekliyorum.
Işığı da kullanıyor olmam çok yeni aslında. Derinlikleri olan çalışmalar ürettiğim için ışık tüm detayların ortaya çıkmasında yardımcı oldu.