Sanatçı Burcu Yavuz ile “An’a Dönüş” adlı kişisel sergisine ve çalışmalarının bugünkü durumuna dair sohbet ettik.
EArt Galeri, 12 Ocak – 4 Şubat tarihleri arasında, sanatçılarından Burcu Yavuz’un “An’a Dönüş” adlı kişisel sergisine ev sahipliği yaptı. Keyifli geçen ve oldukça ilgi gören sergide, Burcu Yavuz, dünyevi zaman olgusuna ve bildiğimiz “şimdi”nin tam aksine, algıyı bambaşka bir şekle taşıdı. Mistisizm, spiritüalizm gibi akımlar içerisinde gizlenmiş enerjinin varoluş şekliyle, boyutlar arası sıçrayışını “An” olarak betimlendiği sergide, izleyici, kalabalıkların daha fazla olduğu, kozmosta henüz dağılmamış, “Frekans”a ve “Döngü”ye girmemiş o ilk bilinmezlik yolundaki insanlar ile soyutun değil somutun dikkat çektiği, sanatçının ilk serisi “Araf” ile tekrar karşılaştı.
Sevgili Burcu, EArt Galeri’deki “An’a Dönüş” başlıklı kişisel serginde yeni bir çalışma serisi sergiliyorsun. Serginin genel kavramsal çerçevesini nasıl tanımlarsın?
Bu teknikte, ilk serim olan “Araf” ile tekrar karşılaşıyoruz. Aslında tekrar o an’a dönüyoruz. Kalabalıkların daha fazla olduğu, kozmosta henüz dağılmamış, “Frekans”a ve “Döngü”ye girmemiş o ilk bilinmezlik yolundaki insanlar. İşlerimdeki fonlar genelde tek renk. Boşluk hissi fazla. Sade ve algı yaratmayan fonlar. İçine çeken ve sadece insanları gördüğümüz. Soyutun değil somutun dikkat çektiği bir seri bu. “An” dediğimiz şey gerçekliğin ta kendisidir. Hem içinde olmak istediğimiz hem de kaçtığımız. Nereye gideceğimizin belli olmadığı. Belki merak ettiğimiz, belki korktuğumuz…
Kendimizi ve hayatı sorguladığımız o ilk an. Soruların cevapsız kaldığı. Tam olarak yönümüzü bilmediğimiz. İlk varoluş anı. Belki dünyaya ilk gelişimiz, belki de kaçıncı kere geldiğimizi sorguladığımız o an. Nereden geldik ve niye varız? Kalabalıklardaki yalnız kaldığımız o an. Cevapsız sorularla baş başa kaldığımız gerçeklik hâli.
Büyük ölçülerin olduğu işler çıkardım. Zira anlatmak istediğim bu bilinmezlik hikâyesini ancak büyük tuvallerle yaptığımda keyif alıyorum.
Solo serginizin başlığı açıkça zaman kavramına ve onun nasıl farkına varabileceğimize gönderme yapıyor. Serginizin başlığını açıklayabilir misiniz?
“Şimdiye dönüş” her ne kadar gerçek zannettiğimiz hayat ve içinde bulunduğumuz zamanı temsil ediyor gibi dursa da aslında tam tersi. Gerçek enerji boyutundaki ana dönüşümüzü anlatıyor… Henüz bedenlenmediğimiz o yere, o ana dönüşümüz.
“An”, sizin için bir kişi ve bir sanatçı olarak ne anlama geliyor?
Geçmiş ve gelecek yoktur. Aslında diğer boyutlardaki zaman kavramı burada işlemez. Bir nesil, belki bir dönem, bir varoluş sistemi her şeyi aynı anda yaşıyor olabilir. “Şimdi” dediğimiz şey yakalamaya çalışırken tutamadığımız “an”dan ibarettir. Gerçeklikteki “şimdi” geçmeyen bir olgudur.
Sanat “an”a, gerçek varlığımızın anına dönmenin bir yolu mu?
Sanat sorgulatır, cevap aratır. Dünyadaki hiçbir taşıyıcı simge bize bu gücü sağlayamaz. Ancak hazzını yaşatır. Biz sanatla sadece heyecanlanabiliriz, hayal kurarız. Çünkü gerçek varlık anımıza dönmeyi, yukarıda sistemi yöneten karar verir. Ben sadece heyecanlandırabilirim. Sanat sadece heyecanlandırabilir.
Ana dönüş arayışını resimlerinize nasıl yansıtmayı hedeflediniz?
Yönü, yolu belli olmayan hareketlerle… Ruhun bildiği ama aklın yetmediği bir matematik var ya. İşte tam o arada kalmışlıkla belirmiş bir yön duygusuyla figürlere yansıyan o düzenle. Sanki bir telaş, bir kaos gibi.
Çalışmalarınızdan bahsederken kozmos terimini ve kavramını sıklıkla kullanıyorsunuz. Kozmos fikrinizi nasıl tanımlarsınız ve bunun çalışmalarınızda oynadığı rol nedir?
Varoluşumdan bugüne, hep gökyüzünü seyreder, kendimi evini bırakıp bu dünyaya bir görev için gelmiş olduğumu düşünürüm. O yıldızlardan biri benim gerçek evim. Bunu biliyorum. Belki oraya geçiş yapmak, buradaki yaşamın bitişiyle olacak. Yani bu konu bende yeni değil. Ben hep bu geçişin ve oradaki boyutun merakındayım. Resmetmek de belki benim bir görevimdi. Hiçbir zaman net ifadelerle, vurgularla resim yapmadım. Belki de tek gerçeklik olan bilinmezlik, boşluk duygusu, maddenin enerjiden oluştuğunu bilmek, beni ve işlerimi oluşturuyor.
Frekans ve döngü sizin de sıklıkla bahsettiğiniz terimler. Bu kavramlara doğa bilimlerinin çeşitli disiplinlerinde olduğu gibi mistisizm ve felsefede de rastlamak mümkün. Sanatta bunları estetik bağlamında görsel denge, kontrastlar veya kompozisyon konularını tartışmak için kullanırız. Frekans ve döngü kavramlarının eserleriniz üzerinde ne gibi biçimsel ve entelektüel etkileri var?
Evet, işlerimde mistisizm ve spiritüel kavramları yoğun olarak kullanıyorum. Bilinmezlik, arayış ve teoriyi birleştiriyorum. Tuval formlarım serilerin isimlerine göre şekilleniyor. “Araf zamanı” her dinde ortak kılınmış bir olgu. Dolayısıyla gerçekliği kabul edilmiş, kabul görmüş. Maneviyatta keskin bir dille kabul edilmiş olmasından dolayı, kare ve dikdörtgen formlardaki tuvallerim bu ismi alıyor. “Frekans” dairesel formda. Çünkü çizgisel frekans formülü dairesel hatlarda. “Döngü” diptik formda. Yine teoride kabul görmüş bir çizgisel form. Sonuç olarak bu formlar, benim kozmosun içinde aldığım yol, resmettiğim duygu, sorguladığım her durum için şekillendi. Sorgulamak akli bir duygudur. Sorgulamadan yaşam sürdüren her birey, yarın teknolojinin ve ruhsal sıçrayışın getirdiği her olaya kapalı demektir. Bu süreci, bilinç seviyesi yüksek her akıl kolaylıkla geçecek. Entelektüel anlamda benim işlerimin sorgulamaya ittiği inancındayım.
Çalışmalarınızın kavramsal bağlamını anlatmak için evrenden, yıldızlardan ve enerjiden bahsediyorsunuz. Ancak resimleriniz ne soyut ne takımyıldızlarını gösteriyor ne de enerjik matrisleri temsil edebilecek formları tasvir ediyor. Bunun yerine, anonim ve soyutlanmış insan kitlelerini drone veya kuş bakışı perspektifinden görüyoruz. Resimlerinize baktığımda ve söylediklerinizi aklımda tutarak, kozmosun perspektifini kullandığınızı, hatta gezegenimize bakan ilahi bir bakış açısı yarattığınızı söyleyebilirim. Eserlerinizde insanlar nasıl bir rol oynuyor?
Birer figür gibi gözüken insanlar da benim için enerjiyi temsil ediyor aslında. Bu dünyada bu bedende olduğumuz için forma giriyorlar. Mesela hayvanları da bitkileri de tasvir edebilirdim. Yaşayan her canlı birer enerjiden oluşuyor. İlk başlarda sadece siyah fon kullanıyordum kozmosu vurgulamak için. Hatta gezegenleri de yıldızları da ekliyordum. Gölgeler beyazdı. Bu işlerde yola çıkış hikâyem bu oldu. Yıllar içinde, resmin üzerindeki etkisini güçlendirmek için fon renklerimle oynadım. Hep siyah olmamalıydı. Kozmosu karanlık tasvir etmek depresiflik olacaktı. Ve vurgulamak için kullandığım tüm o formlar yerini daha sorgulayıcı, daha çok o boşluğu merak ettirici, hangi boyutta olduğumuz sorularını sorduran bir hâl almalıydı. Ve dediğiniz gibi ilahi bir bakış açısı ile görmek, resimdeki üç boyutu öne çıkarmak adına perspektifi bu şekilde kullanmalıydım.
Tablolarınızda resmettiğiniz kişiler neden anonim?
Hiçbir ruhun bir diğerine benzememesi ve her birinin farklı görevlerle burada oluşu. Hatta iyiler ve kötüler ayrımı bile bu kalabalıkların içinde.
Resimlerinizde grupların ve kitlelerin temel tasvirinin yanı sıra aralarındaki ve etrafındaki boşluk da temel etken diyebiliriz. Boşluk, ressamlar için tuhaf bir kavram aslında; çünkü bir sanat eseri, tuvalin boşluğunu şekiller, formlar ve renklerle doldurmakla ilgilidir. Dolayısıyla sanat normalde yaşamımızda karşılaştığımız entelektüel, manevi ve estetik boşluğu anlamla doldurmakla ilgilidir. Resimlerinizde boşluğun rolü nedir?
İşlerimdeki tek realite de somut olarak burada işliyor aslında. Kalabalıklar dağılmalı ki boşluklar çıkmalı. Hem estetik açıdan hem de kullandığım konu açısından. Ben orada evrenin büyüklüğünü ancak bu boşluklarla yakalayabilirdim. Benim için sonsuzluğu temsil ediyor.
Kalın katmanlar ya da boyayla yapılan figüratif göndermelerin yanı sıra tek renk kullanımınız eserlerinize belli bir estetik güç katıyor. Zemininiz için kullanacağınız renklere nasıl karar veriyorsunuz?
Aslında fon rengi ile oynamayı seviyorum. Geçişler ve hatta çerçeveler yapmayı da. Zaman zaman yapacağım seriye, ruh hâlime ve gün içinde, doğada keşfettiğim bir renk tonuna göre bile şekillenebiliyorum. Ama en çok rüyalarım beni etkiliyor. Hissiyatım ve bana gelen mesajlar çoğu zaman atölyeye gitmeden, işe başlamadan bile işi kafamda bitirmeye yetiyor.
Tuvalin zemininde herhangi bir fırça darbesi belirtisi görünmüyor. Bu anlamda resimlerinize grafik ama minimal bir tavır katıyorsunuz.
Zaman zaman fırça darbelerinin olduğu işler de çıkardım, espas yaratmak adına. Ama genelinde sadece düz zeminler var. Belki de şimdilik… Çünkü bazen kafam farklı işleyişlere geçiyor. Ve bence daha da evrilebilecek bir teknik bu. Malzeme kullanmayı seviyorum. Günlük hayatımda kurallarla yaşamak ve titiz olmak belki de beni bu minimalliğe itiyor olabilir. Az, öz ve net olmayı sevmemle alakalı olduğunu düşünüyorum. Anlatmak istediğimin daha net anlaşılmasıyla ilgili.
Tuval zemininin renkleri eser için nasıl bir entelektüel, estetik veya ruhsal anlam taşıyor?
Benim, yaşadığımız dünya üzerindeki gerçeklik algısıyla pek işim yok aslında Marcus. Bir simülasyonun içinde olduğumuzu düşünüyorum. Gerçeklik yaradılış hikâyemizin başında başlıyor sadece. Geriye kalan verilen görevleri tamamlamak. Entelektüel tarafı tam da burada başlıyor. Elle tutabildiğin, gözle görebildiğin bir şey olmadığı için sadece tasvir ettiğin nokta renkler oluyor. İşin belkileri. Diğer alemlerdeki renkleri, ölüm deneyimi yaşayanlar, tasvir edemediğimiz yoğun çok parlak bir ışık olarak anlatılıyorlar. Ve saydamlıktan bahsediyorlar. Renkler de öyle. Özellikle mor rengini çok anlatıyorlar. Mor, bugün frekansın en üst rengi olarak bilinir. Benim en sık kullandığım mor zemin bundan kaynaklıdır. Açık antrasit de saydamlığı anlatışımdır. Toprak tonları zaten bana dünyanın ilk varoluş renklerini düşündürür. Gelelim neon renklere; bence kozmosun ve ileri boyutun renkleri. İşte o yoğun ışık diye anlatılan beyaz yoğun ışığın olduğu boyuttaki renkler neonlarda var.
Mevcut çalışmalarınızın boyut ve format olarak daha büyük olduğundan bahsetmiştiniz. Boyut ne kadar önemli ve resimlerinizin estetik etkisi üzerinde nasıl bir psiko-görsel etki yaratıyor?
Büyük ölçülü işler bana sonsuzluğu anlamamda yardımcı oluyor sanki. Daha özgür, daha vurgulu olduğumu düşünüyorum. Küçük ölçülerde sıkışıp kalıyormuşum gibi geliyor. Bu sergide kullandığım ölçüler bile benim için küçük. Ben bir sokağı kaplayacak kadar büyük tuvallerle bile çalışabilirim. Bence kullandığım o kalabalıklar ne kadar çoksa etki o kadar büyüyor. Birgün bir rekor denemesi bile yapabilirim. O derecede coşturuyor beni büyük ölçülü tuvaller.
Gelelim son sorumuza: Her çalışma dizisi ressama bir şeyler öğretir. Şu andaki resimlerinizden neler öğrendiniz?
Kalabalıklardaki yalnızlığı sadelikle de anlatabilmeyi…