Erdem Taşdelen
İşinin uzunluğu 5 saat olduğundan birçok izleyicinin "tam" bir izleme deneyimi olamıyor. Bu durum, işin bir parçası mı? İzleyicilerin bu işi nasıl/ne kadar izleyeceğini kurguladın?
Bu işin hazırlık sürecinde uzunluğu konusuna çok kafa yordum. İş bir sürecin belgeseli olarak kurgulandığından ve de benim kendimi savunmasızca ifşa edişimden beslendiğinden aradan parçalar seçip göstermeyi uygun bulmadım. Tümünün birlikte gösterilmesi gerekiyordu, işin hakkını ancak bu verecekti. İzleyicilerden elbette oturup hepsini izlemelerini beklemiyorum. Bunun kavramsal bir egzersiz olduğunu düşünürsek, çerçevesinin algılanması için seanslardan birinin 3-4 dakikasını izlemek yeterli. Fakat bir insanın psikolojisini anlamak elbette aradan küçük bir parça izlemekle olabilecek bir şey değil, dolayısıyla izleyicilerin işle kurduğu ilişki izleme sürelerine göre değişebiliyor. Beni şaşırtan şey şu, ben önceden buna pek ihtimal vermediğim halde birçok insandan "oturdum videoların hepsini izledim" diyen e-mailler aldım. Ben bu insanların neredeyse hiçbirini tanımıyorum, o yüzden işi izlerken beni değil de kendilerini irdelediklerini düşünüyorum.
MÜ: Karma sergi içinde bu kadar "bireysel", "öznel" bir işin olması sence sergideki diğer işlerle/sanatçılarla nasıl bir ilişki kurmana neden oluyor?
Haset, husumet ve rezalet kavramları ister istemez bireysellikle yakın ilişki kuran kavramlar ve sergideki sanatçılar bu bireyselliği çeşitli derecelerde yansıtıyorlar. Ben özellikle Hera Büyüktaşçıyan, CANAN ve Merve Ertufan & Johanna Adebäck'in işlerinin bireysellik konusunda benim kullandığım metodolojiye yakın durduğunu düşünüyorum. Bunun yanında benim de kendi işime bakışım zaman içinde hem terapistten hem de başka insanlardan aldığım tepkilerle değişti. Birçok insan seanslarda kendilerinden çok şey bulduğunu ifade etti, ben de konuşulan konuların aslında pek de bana özgü olmadığını fark etmeye başladım. Ben her ne kadar bu işe kendi öznelliğimle girişmiş olsam da, ortaya çıkan sonuca bakarsak, kendine güven, performans endişesi ve kişinin kendine dışarıdan bakması meselelerinin irdelenmesi temelinde ben kendimi gönüllü bir "vaka" olarak görüyorum. Dolayısıyla diğer işlerim gibi bu işte de mühim olanın benim kimliğim değil de üstünde durulan hususlar ve bunların izleyicilerle olan ilişkisi olduğunu düşünüyorum.
Hera Büyüktaşçıyan
Görsel dil olarak yerleştirmelerinde kullanılmış/kullanılabilir ev objelerinin işlerinin içeriğini ve izleyici tarafından izlenmesini ne şekilde değiştirdiğini düşünüyorsun?
Bana göre tek taraflı bir değişimden öte, sadece gündelik yaşam objelerinin sanat eserinin içeriğini değil, eserin taşıdığı düşünsel yapının da nesneler üzerinde yarattığı çok yönlü bir başkalaşımdan söz edebiliriz. Gündelik kültürden çekip alınan ve işlevlerinden bağımsızlaştırılan objeler bir dönüşüm geçirerek yaratılan kurgusal gerçekliğin ekseninde yepyeni bir fizikselliğe bürünürler. Adeta cansız yada dilsiz nesnelerin canlanıp yeni bir dil edinmesi gibi. Diğer yandan nesnelerin içlerinde taşıdıkları belleğin kendisi, kimi zaman işin içeriğini kurgulamaya ve dönüştürmeye yeterli olabiliyor. Sanırım bu anlamda iki taraflı bir melezleşme söz konusu... yani hem objelerin fiziksel, hem de içeriği oluşturan kavramların arasında yaşanan bir melezleşmeden söz edebiliriz. Bu çok yönlü başkalaşım beni çoğunlukla çağrışımsal açıdan zengin, kimi zaman düşsel veya gerçeküstücü bir kurguya doğru çekerken kimi zaman da gerçekliğin farklı bir fiziksel dil üzerinden aktarımına yönlendirebiliyor. Bu her objeye göre değişebiliyor. Bazıları taşıdıkları bellek ile işin kendisini şekillendirip yönlendirirken, bazen de kavram ve bağlamın kendisi, domestik kullanımından soyutlanan farklı unsurları biraraya getirerek onlara yeni anlamlar yada roller yükleyebiliyor. Örneğin ‘Arada bir Yerde’ isimli yerleştirmede farklı belleklere sahip objelerin bir araya gelmesinden oluşan çağrışımsal kurguda, dalgalara direnmeye çalışan bir kayığa dönüşen iki masa görüyoruz. Veya ‘Ada’ da görülen floral desenli dev yer halısının birdenbire bir yeryüzü şekline ve üzerinde duran sandalyeyi yerinden eden bir adaya dönüşmesi gibi...
Bu noktada yaratılan bu yeni dil, aynı zamanda insani bir dil yaratma çabası gibi de aynı zamanda. Sanat ile yaşam arası geçişler sağlamaya çalışarak, izleyicinin yapıtın içine girebileceği alanlar bırakmak..izleyenin kendi öznel deneyiminden yansımaları yapıtın içerisinde keşfetmesi gibi. Tabiki bu yapıtın bulunduğu mekan deneyimi ile de bağlantılı. Nesne ve içerik arasında oluşan yeni anlatılar, farklı izleyenlere göre değişen bireysel hikaye ve mitolojilerin de kurgulanmasını sağlayabilir.
İşlerinin zamanla olan ilişkisinden bahsedebilir misin? Diğer bir deyişle, kuşaklar, objeler arasındaki ilişkiler, geçişler, üst üste binmeler, kesişme noktaları işlerinin materyali olarak kullanılıyor denilebilir mi?
Evet, aslında objelerin içlerinde taşıdıkları bellekten bahsederken tam da bu çok katmanlı durumu kast etmiştim. Zamanlar arası geçiş durumunun kurgulanması, yüzeyde hem bir gerilime hem de iki kutup arası akan uyumlu bir birlikteliğe de dönüşebiliyor. Kimi işlerimde farklı zaman dilimi ve katmanlarının kendi içerisinde yarattığı gerilimi yapıtın içinde yaşayacağı alanın zamansallığı olan ‘şimdi’ ki zamana taşıyarak, zamanlar arası çakışma ve çatışma deneyiminin mekan deneyimi ile beraber sorgularken , bazı işlerimde ise bu gerilimi biraz daha hafifleterek, tüm bu farklı zaman dilimlerini tek bir potada eriterek kendi içerisinde ilerlemesi ve sürece yönelik gelişmesi için zamanı bir nevi salıveriyorum. Bazı işlerde de araf olan, tüm bu zamansal katmanları dondurarak, fikiselliğin ve zamanın ötesinde, yapıt ve mekan arasında oluşan zamansızlığı sorgulamaya çalışıyorum. Bu anlamda bana göre zaman yapıtın içindedir.
‘Kayıp Guguk Kuşu’ adlı yerleştirmede zamanın durmuş olduğunu ancak farklı bir boyutta tüm bu ‘pause’ durumuna rağmen akmakta olan bir sürecin de var olduğunu görebiliyoruz. Belli bir kuşağın ve dönemin referanslarını taşıyan objelerde hem durağanlık hem de bu durağanlığın tetiklediği yaşamsal bir süreç de söz konusu.Tamamı ile durmuş olan guguklu kuş saatinden sarkan mendiller durağan bir zaman dilimine yön gösterirken, diğer taraftan ardında zamanın akıp akmadığını sorgulatan kapalı bir kapı görüyoruz saatin üzerinde. Durağan zamandan, sürece yayılan zaman algısına geçecek olursak ‘Ada’ isimli yerleştirmede görülen, yada bir başka değişle görünür olan bir görünmez organizmanın içten içe ,zamana yayılarak geliştiğini ve büyüdüğünü görüyoruz. Burada geçmişten geleceğe diyebileceğimiz durum söz konusu.. sürece yayılan sonsuz bir zamansallık söz konusu.
‘Arada bir Yerde’ da ise tüm bu zamansız süresizliğin ötesinde , objelerin her birinin taşıdığı farklı zaman dilimleri arasında oluşan gerilimi görüyoruz. İki zaman arası husumeti de diyebiliriz. Öyle ki ne ileri ne der geri gidebilen bir durumda. Son olarak ‘Terk-i Dünya’ da ise ‘geçmiş’ zamanın ‘şimdi’nin kontekstine taşındığını ve geçmiş zamana ait olanın şimdi içerisinde kendisini aradığını gözlemleyebiliriz. Dört farklı işte de mekanın zamansallığı içerisindeki duruşları birbirinden çok farklı olduğu kadar birbirine değen ve kesişen noktaları da söz konusu.
İşlerinin zamanla olan ilişkisinden bahsedebilir misin? Diğer bir deyişle, kuşaklar, objeler arasındaki ilişkiler, geçişler, üst üste binmeler, kesişme noktaları işlerinin materyali olarak kullanılıyor denilebilir mi?
Evet, aslında objelerin içlerinde taşıdıkları bellekten bahsederken tam da bu çok katmanlı durumu kast etmiştim. Zamanlar arası geçiş durumunun kurgulanması, yüzeyde hem bir gerilime hem de iki kutup arası akan uyumlu bir birlikteliğe de dönüşebiliyor. Kimi işlerimde farklı zaman dilimi ve katmanlarının kendi içerisinde yarattığı gerilimi yapıtın içinde yaşayacağı alanın zamansallığı olan ‘şimdi’ ki zamana taşıyarak, zamanlar arası çakışma ve çatışma deneyiminin mekan deneyimi ile beraber sorgularken , bazı işlerimde ise bu gerilimi biraz daha hafifleterek, tüm bu farklı zaman dilimlerini tek bir potada eriterek kendi içerisinde ilerlemesi ve sürece yönelik gelişmesi için zamanı bir nevi salıveriyorum. Bazı işlerde de araf olan, tüm bu zamansal katmanları dondurarak, fikiselliğin ve zamanın ötesinde, yapıt ve mekan arasında oluşan zamansızlığı sorgulamaya çalışıyorum. Bu anlamda bana göre zaman yapıtın içindedir.
‘Kayıp Guguk Kuşu’ adlı yerleştirmede zamanın durmuş olduğunu ancak farklı bir boyutta tüm bu ‘pause’ durumuna rağmen akmakta olan bir sürecin de var olduğunu görebiliyoruz. Belli bir kuşağın ve dönemin referanslarını taşıyan objelerde hem durağanlık hem de bu durağanlığın tetiklediği yaşamsal bir süreç de söz konusu.Tamamı ile durmuş olan guguklu kuş saatinden sarkan mendiller durağan bir zaman dilimine yön gösterirken, diğer taraftan ardında zamanın akıp akmadığını sorgulatan kapalı bir kapı görüyoruz saatin üzerinde. Durağan zamandan, sürece yayılan zaman algısına geçecek olursak ‘Ada’ isimli yerleştirmede görülen, yada bir başka değişle görünür olan bir görünmez organizmanın içten içe ,zamana yayılarak geliştiğini ve büyüdüğünü görüyoruz. Burada geçmişten geleceğe diyebileceğimiz durum söz konusu.. sürece yayılan sonsuz bir zamansallık söz konusu.
‘Arada bir Yerde’ da ise tüm bu zamansız süresizliğin ötesinde , objelerin her birinin taşıdığı farklı zaman dilimleri arasında oluşan gerilimi görüyoruz. İki zaman arası husumeti de diyebiliriz. Öyle ki ne ileri ne der geri gidebilen bir durumda. Son olarak ‘Terk-i Dünya’ da ise ‘geçmiş’ zamanın ‘şimdi’nin kontekstine taşındığını ve geçmiş zamana ait olanın şimdi içerisinde kendisini aradığını gözlemleyebiliriz. Dört farklı işte de mekanın zamansallığı içerisindeki duruşları birbirinden çok farklı olduğu kadar birbirine değen ve kesişen noktaları da söz konusu.
İşlerinin zamanla olan ilişkisinden bahsedebilir misin? Diğer bir deyişle, kuşaklar, objeler arasındaki ilişkiler, geçişler, üst üste binmeler, kesişme noktaları işlerinin materyali olarak kullanılıyor denilebilir mi?
Evet, aslında objelerin içlerinde taşıdıkları bellekten bahsederken tam da bu çok katmanlı durumu kast etmiştim. Zamanlar arası geçiş durumunun kurgulanması, yüzeyde hem bir gerilime hem de iki kutup arası akan uyumlu bir birlikteliğe de dönüşebiliyor. Kimi işlerimde farklı zaman dilimi ve katmanlarının kendi içerisinde yarattığı gerilimi yapıtın içinde yaşayacağı alanın zamansallığı olan ‘şimdi’ ki zamana taşıyarak, zamanlar arası çakışma ve çatışma deneyiminin mekan deneyimi ile beraber sorgularken , bazı işlerimde ise bu gerilimi biraz daha hafifleterek, tüm bu farklı zaman dilimlerini tek bir potada eriterek kendi içerisinde ilerlemesi ve sürece yönelik gelişmesi için zamanı bir nevi salıveriyorum. Bazı işlerde de araf olan, tüm bu zamansal katmanları dondurarak, fikiselliğin ve zamanın ötesinde, yapıt ve mekan arasında oluşan zamansızlığı sorgulamaya çalışıyorum. Bu anlamda bana göre zaman yapıtın içindedir.
‘Kayıp Guguk Kuşu’ adlı yerleştirmede zamanın durmuş olduğunu ancak farklı bir boyutta tüm bu ‘pause’ durumuna rağmen akmakta olan bir sürecin de var olduğunu görebiliyoruz. Belli bir kuşağın ve dönemin referanslarını taşıyan objelerde hem durağanlık hem de bu durağanlığın tetiklediği yaşamsal bir süreç de söz konusu.Tamamı ile durmuş olan guguklu kuş saatinden sarkan mendiller durağan bir zaman dilimine yön gösterirken, diğer taraftan ardında zamanın akıp akmadığını sorgulatan kapalı bir kapı görüyoruz saatin üzerinde. Durağan zamandan, sürece yayılan zaman algısına geçecek olursak ‘Ada’ isimli yerleştirmede görülen, yada bir başka değişle görünür olan bir görünmez organizmanın içten içe ,zamana yayılarak geliştiğini ve büyüdüğünü görüyoruz. Burada geçmişten geleceğe diyebileceğimiz durum söz konusu.. sürece yayılan sonsuz bir zamansallık söz konusu.
‘Arada bir Yerde’ da ise tüm bu zamansız süresizliğin ötesinde , objelerin her birinin taşıdığı farklı zaman dilimleri arasında oluşan gerilimi görüyoruz. İki zaman arası husumeti de diyebiliriz. Öyle ki ne ileri ne der geri gidebilen bir durumda. Son olarak ‘Terk-i Dünya’ da ise ‘geçmiş’ zamanın ‘şimdi’nin kontekstine taşındığını ve geçmiş zamana ait olanın şimdi içerisinde kendisini aradığını gözlemleyebiliriz. Dört farklı işte de mekanın zamansallığı içerisindeki duruşları birbirinden çok farklı olduğu kadar birbirine değen ve kesişen noktaları da söz konusu.