Sanatsal üretim sürecine heykel disiplini ile başlayan Ali Şentürk, gerek toplumsal gerekse kişisel yaşamında kalıcı izler bırakan pek çok anlatı ve izlenimi minimal üretim pratiğiyle irdeleyerek çizim, pentür, video ve performans gibi multi-disipliner yaklaşımlar üzerinden süreç-sonuç ilişkisiyle izleyicisine aktarıyor. Son olarak Dante'nin İlahi Komedyası’ndan esinlendiği 7 Büyük Günâh ile karşımıza çıkan Şentürk, İstanbul ile kurduğu paradoksal ilişkiye de 7 Büyük Günâh ile yeni bir soluk getiriyor. Sanatçının Pilevneli Mecidiyeköy 'de 100 sanatçının katılımıyla gerçekleşen karma sergisi "Kağıt/Paper", 24 Mart 2019 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.
Kesikli beden uzuvları ve dişil-eril formlar arasında kurduğu kavramsal ilişki ile Ali Şentürk, bu kez yüklenen günâh algısını İlahi Komedya'nın şiirselliğinden yola çıkarak 7 büyük günâh ile ilişkilendiriyor. Her izleyiciye kendi günâhlarını sorgulatan Dante'nin ölümsüz yolculuğu, Ali Şentürk'ün çizimlerinde üretim pratiğini besleyen Operasyon, Kamusal Alan'a kadar uzanıyor. Sanatçının daha önceki işlerinden Anne Beni Pentür Tekniği ile Anla ve Koş Ali Koş ile yaşadığı kırılma noktalarını "Kağıt/Paper"daki eseri 7 Büyük Günâh'tan yola çıkarak kendisinden dinledik.
Öncelikle çalışmalarınızda ele aldığınız konu ve kullandığınız formlardan bahsetmek isterim. Bildiğim kadarıyla eserlerinizin yaratım sürecinde belirli bir konu üzerinden ilerlemiyor, anlık olarak ve sizi etkileyen kitap, film ya da yaşam öykülerinden beslenerek üretiyorsunuz. Bu bağlamda, “Kağıt/Paper” sergisindeki 7 Büyük Günâh isimli işlerinizde muntazam kesiklerden oluşan, parçalı beden algısını özellikle el uzuvları üzerinde görüyoruz. Beden algısını bu şekilde aktardığınız ellerin bahsi geçen 7 Büyük Günâh ile kurduğu ilişkiden bahseder misiniz?
Çalışma disiplinim aslında disiplinli bir karmaşadan oluşuyor. İz sürme, araştırma ve gözlemleme, sonrasında anlatıma uygun olan en güçlü malzeme ile dokümantasyona dönüşüyor diyebilirim. Vaktimi festival filmleri, unutulmuş şiir kitapları, takıntı hâline getirdiğim romanlarla dolduruyorum. Özellikle Türk sineması bağımsız filmleri, üretimim açısından beni en çok etkileyen alanlardandır. “Kâğıt/Paper” sergisi için ilk davet geldiğinden bu yana bir konuya bağlanmadan yaklaşık 30-40 adet eskiz çalıştım. Bu süreç, hayatımda da önemli değişikliklerin olduğu bir döneme denk geldi. Bu dönem beni yedi büyük günâhı tekrar düşünmeye yönlendirdi. Eskizlerimle baş başa kalığımda fark ettim ki kendi günâhlarım dışında, aslında günâha itilme ya da günâha zorla sahiplendirme üzerine çalışmışım. Daha önce hiç okumadığım, sadece çizimlerini gördüğüm İlahi Komedya kitabını edinip okudum. Günâhların anlatımının bu kadar şiirsel olması geçekten etkileyiciydi.
Eserlerinizde dikkatimi çeken bir diğer öge ise galeri duvarındaki kesikli el uzuvlarından oluşan çalışmalarınızın, 7 Büyük Günâh serisinden farklı olarak ismini göremediğimiz ve daha geri planda kalan bir konumda bulunuyor oluşu. Bu bağlamda, duvardaki çalışmalarınız 7 Büyük Günâh’a hangi mesafede duruyor?
Duvarda bulunan çizimler 7 Büyük Günâh'ın en önemli parçası. Çerçeve içinde gördüğümüz desenleri şiirler kadar etkili kılması için son bir hamleye ihtiyaç vardı; günâha bizi iten, biz dışındaki etkenler duvara konumlanan parmakları kopmuş uzuvlar. Onlar hem benim hem de bizim için bir değişimin ya da yeniden inşanın bir küçük habercisi. Sorularınıza cevapları düşünürken fark ettiğim; sanat kariyerim başladığından bu yana ürettiğim eser sayısından çok kesip parçalayıp attığım işim olmuş. Kusursuz tekrarlar yapmaya çalışırken her hatamda yenisine başladığım, içindeki tekrar gibi dışında da (kağıt, tuval) eserin kendisi de bir tekrardan oluşuyor. Kağıtları yırtmayı ya da yaptıklarımı yok etmeyi sevdiğim için mi hata arıyorum diye düşünmeye başladım.
“Kağıt/Paper”daki işlerinize baktığımda dişil formların daha yumuşak hatlarla ve daha çok sayıda resmedildiğini görürken; eril form sayısının hem daha az hem de idealize edilen ataerkil beden algısına daha yakın bir duruş sergilediğini fark ediyorum. Formlarda görülen bu yaklaşım bilinçli bir seçim midir yoksa doğaçlama bir üretimden söz edebilir miyiz?
Lise sonrası John Fante kitaplarıyla tanıştığımda aklımdaki her şey değişti. Fante’nin hikâyelerinde erkek hikâyenin en önemsiz karakteridir, başrol erkek dahi olsa karşındaki kadını yüceltir ve ulaşılamaz ya da ulaşamayacağı bir yere koyar. Erkek her daim yersiz yurtsuzdur ve ulaşılamayanın peşindedir. Bu durum ikircikli bir olaylar dizisini doğuruyor. Erkek hiç mi ulaşmayı istemiyor, bu yüzden mi bütün çabası? Benim çizimlerimde kadın formaları güç ve cesaretin temsilidir diyebilirim. Erkek güçlü bir konumda görünüyor ama benim için hepsi ters orantılı düzlemde birleşiyor. Ulaşılamayan, güçsüz görünen benim hikâyemin en önemli karakteridir, asıl gücün temsili.
Özellikle anneniz ile yaptığınız pentür çalışmalarının sizin için ayrı bir yeri olduğunu biliyorum. 7 Büyük Günâh isimli çalışmanızda, bu özel üretimin etkilerinden izler de görebiliyor muyuz?
Sanırım estetik kaygılar taşıyan eser üretimini düşünmeden annem ile beraber ürettiğimiz en güzel şey bu çalışma. Bir annenin çocuğunu onun disiplini ile anlamaya çalışması ve sonucunda çıkan sadece çizgilerden çıkmış bir resim görüyoruz. Bu resim 7 Büyük Günâh ile direkt iniltili değil ama bazen kendime ya da onun kendine söylemeye korktuğu her şeyin bir yansıması. Aile denilen kurum kendi içinde çok güzel ama çok yorucu dinamikleri olan bir kurum. Bunu plastik anlamda üretime geçirmek, büyük korkuları geçmişten geri çağırmak ve onlarla yüzleşmek, çoğumuz için hiç kolay değil. Bu yüzden büyük günâhlarla karşılaşmak yerine 7 Büyük Günâh serisinde yer alan kayalıklardaki kadın gibi bir yere sığınmak en iyisi.
Pek çok disiplinde üretim yapan bir sanatçısınız ancak Operasyon, Kamusal Alan isimli çalışmanızdan sonra eserleriniz ve üretim pratiğinizde değişikliğe gittiğinizi düşünüyorum. Pilevneli Mecidiyeköy’de gördüğümüz işlerinizde düzenli bir kargaşaya sahip el ve beden uzuvlarının yarattığı algıda, bahsi geçen değişimin etkilerini görüyorsak bu değişim hangi yönleriyle öne çıkıyor?
Aslında üretim pratiğimde pek değişikliğe gitmedim. Sosyal medya üzerinden sadece eskizler paylaştığım için sanırım öyle bir algı oluştu. 2-3 yıldır Operasyon Kamusal Alan projesini ayrıntılı bir kitaba dönüştürmeye yoğunlaştım. Siyah Beyaz Galeri'nin Faruk Sade Sanat Fonu ile kitaba dönüşen Operasyon Kamusal Alan'ı, 23 Mart’ta Siyah Beyaz Galeri’nin 35. yıl etkilinlikleri kapsamında bir lansman ile sizlerle paylaşmayı planlıyoruz.
Bu süreçte performatif ve deneysel birçok çalışmayı solo sergime kadar birkaç yakın arkadaşım ve kendime saklıyorum. Ama uzun zamandır desenlerimde farklı bir yol izliyorum; bu desenlerin oluşum sürecinde bazen arkadaşlarımdan, bazen beğendiğim fotoğrafçılardan destek alıyorum. Sanatçılar dönemsel değişimler yaşarlar; kimi zaman kağıt üzerinde takılır kalırsınız, kimi zaman tuvalde, bazen yıllarca elinizin hiçbir şeye dokunmadığı zamanlar olur. Ben yaşam biçimimi her gün çalışmak, üretmek ve her şeyimi ona adamak üzerine bir hayat kurdum. Bu yüzden desenlerde gördüğümüz ince çizgiler bir anda Operasyon Kamusal Alan’ın iplerine bağlanır, oradan 2012 yılındaki tuval üzeri işlerimden çıkan tellere ulaşır. Bütünlük arayışım yok ama kendime has bir minimalliğin peşinden hiç ayrılmadım. Değişimin ilk hâli sizleri 2019’un Eylül ayında bir solo sergi ile Mixer Galeri'de karşılayacak, asıl alanım olan heykel ve birçok disiplinle ürettiğim yeni çalışmalarımı paylaşacak olmak benim için heyecan verici.
Bir önceki soruyla bağlantılı olarak kargaşa kavramına değinmek isterim. “İstanbul, birçok insan için ilhâm kaynağı ancak benim için kargaşa demek.” şeklinde bir açıklamanızı okumuştum. Operasyon, Kamusal Alan isimli çalışmanızdan sonra kargaşayı giderek daha çok sevdiğinizi düşünürsek, bu durum İstanbul’un karmaşasına olan bakış açınızı nasıl etkiliyor? 7 Büyük Günâh bahsi geçen bakış açısına hangi mesafede duruyor?
Beni yakından tanıyan herkes bilir, her defasında İstanbul’dan nefret ettiğimi söylerim. Zaman geçtikçe bu nefret-aşk ilişkisine dönüştü sanırım. Operasyon Kamusal Alan bu karmaşanın bambaşka bir yerinde. Bizlere kimlerle aynı yerde yaşadığımızı, kimlere merhaba dediğimizi ya da her gün gördüğümüz heykelleri aslında hiç görmediğimizi söyleyen bir çalışma. Bu çalışmanın araştırma sürecinde psikolojik olarak inanılmaz yorulduk. İnsanın yıkıcı doğasını gözler önüne sermek ne kadar iyi bir fikir bilmiyorum ama buna dönemsel bir kayıt olarak ihtiyacımız var. Kendi açımdan ise karmaşa ve sorun üretimim için besin kaynağıdır. En sevdiğim, içime en sinen işlerimi bu gibi dönemlerde ürettim ve 7 Büyük Günâh bunlardan birisi.
Operasyon, Kamusal Alan isimli çalışmanızda özellikle heykellerle ilgili manipüle edilmiş pek çok haberin dokümantasyonuna rastlıyoruz. 7 Büyük Günâh’ta beden formlarında gördüğümüz manipülasyon ve belirsizlik algısı, kriminal çalışma olarak değerlendirdiğiniz eserinizdeki heykellere dair yalan haberlere, derinlerde bir yerde göndermeler içeriyor mudur dersiniz?
İki çalışma da aslında bugün de bizlerin, yaşadığımız yerin ve orayı yönetenlerin yansımalarını taşıyor. Günâhlar işlenmek için var, işlenmemesi için kurallar ve onları meşrulaştıracak yargılarımız/görüşlerimiz var. 20 yıl önce suç olarak nitelendireceğimiz bir şeye sosyal medyada “trol” deyip geçebiliyoruz. Bizler hata ya da günâh işlerken bazen farkında olmayız, bazen bilinçle yaparız, bu yüzden 7 Büyük Günâh serisinin künyesinde çizimlerin hangi günâhın tasviri olduğu yazmıyor: İzleyiciler kendi günâhlarını kendileri seçebilsinler istedim.
Kriminal kavramı işlerinizde çok ilgimi çekiyor, Pilevneli Mecidiyeköy’deki işlerinizle de bağdaştırdığım okumalar söz konusu. Bu bağlamda, “parmak izi” kavramı yine kriminal ile özdeşleştirdiğim bir kelime grubu. Çalışmalarınızdaki parmaklar ve ait olduğu bedenden kesik oluşları bu araştırma sürecindeki kimlik belirsizliği ile ilişkilendirilebilir mi?
Benim için her zaman başka bir yeri olan Sana Gül Bahçesi Vadetmedim kurgusal araştırma çalışmam bu sorunuz için iyi bir örnek. Bir akıl hastası ile yer değiştirdiğim, 2 yıl boyunca onu anlamaya, taklit etmeye yoğunlaştığım bir süreç yaşadım. O dönem bende bir şeyler eksildi. Sonrasında uzun zaman herhangi bir şey üretmedim. Kriminal olarak araştırma yapmak bana sanatın dışına çıkıp bütün alanlardan bakabilme özgürlüğünü veriyor ama karşılaştığınız hikâyeler ve yaşanmış olayların sizden aldıkları can yakıcı. Bu yüzden Pilevneli Mecidiyeköy’deki işlerim ve son birkaç yılda yaptığım çizimler daha karamsar ve acının bir temsili. Son yıllarda açılan sergilerin isimlerine baktığımızda isimler acı, hüzün, öfke, karamsarlık içeriyor, sanatçılar bir şey söylemek istiyor, biz bunu duyuyor muyuz?
Elif Şafak’ın bir kitabından yola çıkarak oluşturduğunuz Ali Şentürk’ü Aramak isimli 6 eserden oluşan bir fotoğraf seriniz bulunuyor. Fotoğraflarda Ankara’daki Ali Şentürk isimli mezarların başında duran yüzü kapalı figürler görüyoruz. Bu bağlamda, “Hangisi gerçek Ali Şentürk?” dediğinizi hatırlıyorum. 7 Büyük Günâh isimli çalışmanızda bazı figürlerin yüzlerindeki seçilemeyen ifadeler ya da bazen göz bazen burun gibi yüzde bulunan alışıldık uzuvlardan uzak oluşu, bahsi geçen fotoğraf serinizdeki gerçeklik arayışına hangi mesafede duruyor? Her iki eserde de yaklaşımlar arası benzerlikler kurulabilir mi?
Ali Şentürk’ü Aramak serisinde yüzü mezara gömülü olan ve orada yatan Ali’ye sorulan “Gerçek Ali sen misin?” sorusunun altındaki; kendinden uzaklaşmak, geleneksel olanı sorgulamak, kimlik karmaşasına başka bir yerden bakmak çabasıdır. Elbette birbirlerine bağlanan kısımları var. 7 Büyük Günâh hayata bugün geçmiş olsa dahi o iş bütün günâhları içinde barındırıyor. Fotoğrafı ilk gördüğünüzde yaşanan ürperti sonrası bir parodi hissi yaratsa da hiçbir zaman yapamadığım ya da yapamadığımız bir şeyleri kendimize söylemek, bizlere gerçekleri kabul etme durumunun yıkım kaydını gösterir.
Bir önceki sorum ile bağlantılı olacak bir okumam bulunuyor. Ali Şentürk’ü Aramak, Koş Ali Koş!, amcanızın hayat hikâyesinden beslenen çalışmanız ve annenizle ürettiğiniz pentür resimler bir tür otobiyografik çalışma özelliği taşıyor. Pek çok kişi ve onların hikâyesinden beslenerek üretim yaptığınızı düşünürsek 7 Büyük Günâh, bu yaklaşıma hangi mesafede duruyor?
Bahsettiğiniz Anne Beni Pentür Tekniği ile Anla ve Koş Ali Koş aslında bunların çok dışında, bugün de baktığımda bu çalışma aslında bir sanatçının kondisyonunu iyi tutma çabası ve gitmek istediği merkeze gitmemek ile ilgili bir parodiydi. Şimdi bulunduğum noktada, sanırım iyi antreman yapmışım diye düşünüyorum. Annemin pentür tekniği ile yabancı olduğu bir alan içinde bir anlama ve öğrenme yöntemini denemesini istedim. Koş Ali Koş ise bence halen etkisini üzerimde taşıdığım çok içten bir videodur. Bir sanatçı olarak sanat merkezciliği üzerine bir sorgulamaydı. Çalışmalarımın genelinde her daim insansı sorunların neliğini sorgulamaya çalışıyorum. Bu bağlamda baktığımızda 7 Büyük Günâh bütün çalışmalarımdaki sorunların, sıkıntıların ya da haykırışların 9 metrelik bir duvara iz düşümü diyebiliriz.
Son sorum ise 2000’li yıllarda başlayan ve İstanbul’un Türkiye’nin sanat merkezi oluşuna yönelik düşüncelerinizle ilintili. Yabancı bir sanatçı ile farklı bir ilden İstanbul’a gelen sanatçılar arasında onlara yönelik bir tür betimleme farkı göze çarptığından bahsetmişsiniz. “Kağıt/Paper” sergisi de İstanbul’daki Pilevneli Mecidiyeköy’de gerçekleşen bir karma sergi. Pek çok farklı şehirden sanatçının yer aldığı bu sergide o dönemlerde ele aldığınız yaklaşımla şu anki düşüncelerinizi bir araya getirdiğinizde değişen bir yaklaşımdan söz etmek mümkün müdür?
Bir sanatçı olarak kabul edilmeden önce rüştümüzü ispatlamamız beklenir ya, bu tür şeylere kızgındım. Fakat zaman geçtikçe anladım ki 2000’lerden sonra sanat piyasasındaki dönüşüm bizim içinmiş. Bütün sergiler genç, sanatçılar genç, çalışmalar genç. Genç sanatçıları ciddiye alan ve sahiplenen bir dönemdeyiz. Tabii ki piyasa denilen yer toz pembe değil, ama güzel bir dönemde olduğumuzu kabul etmek gerekiyor. Kendimi bildim bileli Ankara’da üretim yapıyorum ve yaşıyorum. Benim gibi, olduğu yerden İstanbul ile mesafesini kısaltan çok fazla sanatçı var. Pilevneli Mecidiyeköy sergisi bunun için iyi bir örnek. Çalışmalarını takip ettiğim ama hiç görmediğim birçok sanatçı ile orada tanıştım, işin güzel yanı hiçbirimiz İstanbul’da yaşamıyoruz. Pilevneli Mecidiyeköy’ün yeni mekânı ilk duyurusunda bütün galerileri ve onlarla çalışan ya da çalışmayan sanatçıların ortak yeri olacağına dair ipuçları bırakmıştı ve bu sergi ile söylemini başardı diyebilriz.