06 EKİM, CUMA, 2023

Hayat Gerçekten Güzel mi?

Mehmet Ali Uysal’ın izleyicinin mekân algısını manipüle eden, hayatın kırılganlığını ve kusurlarını keşfeden karışık teknik heykellerinden oluşan sergisi “Hayat Çok Güzel!” odağında sergideki çalışmalar ve işaret ettiği meseleler üzerine bir yazı.

Hayat Gerçekten Güzel mi?

Pi Artworks İstanbul şu sıralar Mehmet Ali Uysal’ın kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.

23 Eylül’de açılan, “Hayat Çok Güzel!” isimli sergi, Uysal’ın daha evvel çeşitli sergilerde gördüğümüz, mekân içindeki sınırları, kenarları ve köşeleri yeniden yorumladığı işlerden oluşuyor. Karışık teknik işlerinde sıradanlığın ve devamlılığın yanı sıra hayatın akışı içinde devam eden şeylerin mutlak hakimiyeti ve bir şekilde yine ve yeniden orada olması gerektiği üzerine bir eleştiri sunuyor.

Uysal’ın siyah, gri ve beyaz alana yayılan işlerinde izleyiciyi boşlukta kıvrılan, görmediği yüzler ve bedenler tutar. Sözlerin ifade edebileceğinden daha anlamlı görünen anlar donar. Sanki geriden gelen anlar, ifadeler veya jestler aynı zamanda çalışılmış bir sembolik eylem gibi... İçerde bir yerde yaşamaya devam eder. İşler ziyaretçileri için kendi özgürlüğünün mahremiyetinde ısrarcıdır ve gözlerinizle takip etmek ya da sahiplenmek için size meydan okurlar. Çünkü kaçtıkları ve kaldıkları bir yer var gibidir. Ancak bir yandan durdukları ve kendi devamlılıklarını ikame ettikleri bir aralık bulmuşlardır. Tıpkı Beton Yatak işinde olduğu gibi. Çevresinde dolaşabildiğiniz ve yayları yerinden fırlamış bu işe kelimenin tam anlamıyla dahil olamazsınız. Bakışlarınız kayar gider. Çünkü öğretilen şeyin aksine ortada rahatsız edici -bunu fiziksel olarak deneyimlemeseniz bile- bir yerleşim vardır. Birey karmaşık yahut aşina olmadığı bir sahneyle karşı karşıya kaldığında, hızla onu toplumsal klişelere dayalı basit ve genel kategorilere ayrılan imgeler hâlinde düzenlemeye çalışır. Barthes’ın deyimiyle “farklılık karşısında bir pasifleşme” vardır.

İşler arasındaki gezinirken arka planda bir şeyler uyanır: İnsanların farklılığı benimsemedikleri, farklılıkların düşmanlık yarattığı ve umulabilecek en iyi şeyin günlük hayatta bir hoşgörü pratiği yaratmak olduğu, sosyolojiden biraz haberi olan herkesin malumu olabilir. Bu tersine dünya hakikati üzerine kurulan yaklaşım “malum olan” ve buna inananlar etrafında örneğin Forster’ın enfes hikâyesi Howards End’i boşa çıkarabilir. Aynı şekilde Mehmet Ali Uysal’ın “Life is so beautiful! Hayat Çok Güzel!” işlerinde uyarıcı kişisel deneyimlerin genelde toplum düzeyinde tercüme edilemeyeceğini söyleyebiliriz. Farklılığın kaçınılmaz olarak karşılıklı geri çekilmeye yol açtığını söylemek demek, böylesi çok kültürlü bir dünyanın ortak bir paydada buluşamayacağı ya da sivil kültür/yurttaşlık kültürü olamayacağını söylemek demektir. Yurttaşlık kültürünün ancak birbirine benzeyen insanlar arasında olabileceğini zanneden Venedikli Hıristiyanların tarafını tutmak demektir. Yahudi-Hıristiyan geleneğinin derin bir iman kaynağını (kastettiğim merhamet) bu çok önemli dini gücü sanki çok kültürlülük denizi tarafından yutulmuş gibi bir köşeye atıvermek demektir.

Uysal’ın “Hanger” işine bakınca merkezden çevreye olduğu kadar çevreden merkeze de bir ilerleyiş olduğunu yadsımak demektir. Dünya artık dışına doğru değil içine doğru büyüyen ızgara şehirlerden oluşuyor. Sonsuz açılarda büyüyen bir geometri. Sabit bir kenarı ya da merkezi yoktur. Genişleyen bir dama tahtası gibidir. Tam bu noktada bir taşın yarattığı titremenin merkezde olduğu işe bakmak gerekiyor. Taşın çarptığı merkezle bütünleşmediğini söyleyebilir miyiz? Modern dünyada, ortak bir kadere ya da yol haritasına duyulan inanç garip bir bölünme yaşadı. Milliyetçi ideolojiler insanların ortak bir kaderi olduğunu ileri sürmüştü; keza devrimci ideolojiler de öyle. Gelgelelim ortak yaşantının dokusu bu iddiaları neredeyse her seferinde yalanlar. Ruhu bozmayan ama güçsüz düşüren ve ruhtaki eylem kaynaklarını sessizce kurutan erdemli bir materyalizm bağından bahsedebilir miyiz? Hak yerini taş gediğini bulur anlayışından uzakta, bir birey ortak hayattan çekilirken, hayatı yeniden kaybetmiyor olabilir. Zemine düşen ve camı çatlatan, kırıp, büken güç her anlamda bütün olanı yerinden eder ve izleyicisine bir endişe sarmalı bırakır: Zemini kaybetmek ya da kaybedeceği an için tedirgin yaşamak. Burada incelikli bir inkar yoksa da ne vardır? İzleyenlerin ardında geride kalanlar onurlarını kurtarmak adına, kaderlerinin başkalarıyla kesiştiğini inkar ederler. İmtiyazlı olanlar örüntüsel dünyanın içinde ama dışında yaşıyor gibidirler. Kendilerini tıpkı uyarımlara karşı korudukları gibi yoksullara karşı da korumuşlardır. Farklılıklarla birlikte yaşamaya yönelik bir istek ama bunun bir kader ortaklığı getirdiğinin inkarı. Kıvrımlar keskin değilse arasında dolaşmak mümkün olur mu? Hakikat bir talepse, hayat gerçekten güzel mi?

“Hayat Çok Güzel!” isimli sergiyi 17 Kasım’a kadar Pi Artworks İstanbul’da ziyaret edebilirsiniz.

0
2470
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage