Beş gün süren atölyenin ardından İstanbul’dan ayrılmadan önce Galeri Elipsis’te bir sanatçı konuşması yaparak daha geniş bir kitleyle buluşma şansı da yakalayan van Meene, bu koşuşturmalı gündemi arasında Tank dergisinin eylül sayısında yayımlanacak bir moda çekimi de gerçekleştirdi.
1972 doğumlu Hellen van Meene, Amsterdam'daki Gerrit Rietveld Academie'de fotoğraf eğitimi aldı. Yaşadığı kasaba olan Alkmaar’daki genç kızları fotoğraflayarak başladığı kariyerine zamanla androjen görünümle genç erkekleri de dahil eden van Meene, kurgusal portreleriyle kısa sürede uluslararası bir başarı yakaladı ve 2001 yılında çağdaş fotoğraf alanındaki en prestijli ödüllerden biri olan Citibank Fotoğraf Ödülü'ne (şimdiki adıyla Deutsche Börse Fotoğraf Ödülü) aday gösterildi.
Hellen van Meene’nin işlerinin büyük bir bölümünü oluşturan ergen kızlar ve genç kadınların portreleri, aslında bu bireylerin portreleri olmaktan ziyade van Meene’nin ergenlik dönemindeki gençlere yönelik algısıyla şekillenen ve bu dönemin tekinsiz doğasına göndermelerde bulunduğu fotoğraflar. Fotoğrafçı ve fotoğrafı çekilen kişi arasındaki işbirliğinin had safhada olduğu bu fotoğraflar, çocukluktan yetişkinliğe geçişteki kırılganlıkları, sıkılganlıkları ve belirsizliklerin altını performatif bir tavırla çizmeye çalışıyor: “Aslına bakarsanız, çalışmalarımdaki konu fotoğrafladığım modellerin kişilikleri ya da ruhsal durumları değil. Onlarda bir şey fark ediyorum, aramızda bir kimya oluşuyor ve oradan yola çıkarak yeni bir şey yaratıyorum. Ailelerinin ya da tanıdıklarının ilk bakışta onları tanıyacağı fotoğraflar üreten bir fotoğrafçı değilim. Bu nedenle fotoğraflarım birer portre olma iddiasında değil.”
İlk başlarda yaşadığı yerdeki tanıdık ailelerin çocukları ya da yaşlarını göstermeyen kendi arkadaşlarını fotoğraflayan van Meene, daha sonraları Letonya, Rusya, Japonya ve ABD’de de çalışmalar gerçekleştirmiş: “Genellikle ‘mahallemden’ modellerle çalışıyorum. Bir anlamda kendi model ajansım gibi… Onları tanıdığımdan, aklımdaki mizansenlerde hangisini fotoğraflayabileceğimi de tahmin edebiliyorum. Onlar da beni tanıdığından, her seferinde yapmak istediğimi anlatmak zorunda kalmıyorum. Doğru modeli bulmak için bekleyecek kadar sabırlı biri değilim.” Çoğu zaman arkadaşlarından ya da büyükannelerden ödünç aldığı giysiler kullanan van Meene’nin fotoğraflarında dikkat çeken önemli özelliklerden biri modellerini iç veya dış mekân fark etmeksizin doğal ışıkta fotoğraflaması: “Güneş ışığı çok sürprizli, önceden tahmin edemeyeceğiniz durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Stüdyo ışığı ise çok sabit. Daha esnek olmak istediğimden doğal ışıkla çalışmayı tercih ediyorum.” Bu ışık kullanımı, köklü bir resim geleneğine sahip Hollanda’da yetişen ve sanat akademisinde eğitim alan van Meene’nin fotoğraflarıyla resim yaptığını düşündürtüyor.
Yakın dönemde kendisinden hiç beklenmeyecek bir değişiklik yaparak bu kez ilgisini etrafındaki köpeklere yönelten van Meene, onları bir halı üzerinde ve arkalarında kırmızı veya lacivert bir fon olacak şekilde fotoğraflıyor. Bu yönelimde, sanat tarihinde en fazla resmedilen hayvanlardan birinin köpekler olduğunu fark etmesinin de rol aldığının altını çizmek gerek. Normalde köpeklerle ilişkisi zayıf olan hatta onlardan korkan van Meene’nin köpeklerle kendisini de hayrete düşüren güçlü iletişimi, özgün fotoğraflar üretmesine yol açmış.
Hellen van Meene’nin fotoğraflarındaki özgünlük, ilk bakışta spontanlıktan kaynaklanıyor gibi gelebilir. Ama fotoğraflara dikkatli baktığınızda spontane olmadıklarını anlıyorsunuz. Fotoğrafçıyla modeli arasındaki iletişim ve işbirliği, bu fotoğraflara ruhunu veren temeli oluşturuyor. Fotoğrafın konusu ister gençler ister köpekler olsun, bu iletişimden kaynaklanan bir aura fotoğrafları sarıyor. Gerek seçilen modeller ya da hayvanlar, gerek fotoğrafların çekildiği yer, arka planlar, modellerin giysileri ve büründükleri haller fotoğrafları özgün kılıyor. Modellerine kendisinin ne yapmak istediğini bildiği hissini geçirdiğini söyleyen van Meene, bu sayede karşısındakilerin de rahatlayarak fotoğrafa katkıda bulunduğunu belirtiyor.
Gelelim beş gün süren atölyeden kısa notlara. Üçü Rusya, Norveç ve Lübnan’dan olmak üzere toplam on iki kişinin katıldığı atölye, sadece portre fotoğrafı değil belgeselden kavramsala çok farklı alanlarda işler üreten katılımcıların işlerinin değerlendirilmesiyle başladı. Bir buçuk güne yayılan bu değerlendirme sürecinde, katılımcılar fotoğrafla kurdukları ilişkiyi, sundukları çalışmaların arka planını ve kendilerini hangi yönlerde geliştirmek istediklerini anlatırken, Hellen van Meene de katılımcılara hem portre hem de diğer konularda kendilerini nasıl geliştirebileceklerine dair yönlendirmelerde bulundu. Bu noktada van Meene'nin lafını esirgemeden eleştirilerde bulunduğunu ama atölyelerin de zaten bu tip eleştirilerle karşılaşmak ve üzerine düşünmek için iyi bir fırsat olduğunu söylemek gerek. İşlerin değerlendirilmesi ve katılımcıların atölye sürecinde nasıl bir mini proje gerçekleştireceklerine karar verilmesini takiben, van Meene'nin ilgisini çeken birileriyle karşılaştığı zaman onlarla nasıl iletişim kurduğunu ve fotoğraflarken onları nasıl yönlendirdiğini görmek ve hep beraber pratik yapmak için sokaklara çıkıldı. Katılımcıların ilk önce birbirlerini daha sonra da sokakta rastladıkları ilginç insanları fotoğrafladığı bu süreç, özellikle portre fotoğrafına eğilmek isteyen katılımcılar için oldukça verimli geçmişe benziyordu. Takip eden günler ise sabahları van Meene'nin fotoğraf tarihinden ve yakın dönemden ilham aldığı, beğendiği ve hatta beğenmediği fotoğrafçıların işleriyle ilgili kısa sunumlar yapması ve ardından katılımcıların mini projelerine yönelik çekimler gerçekleştirmeleriyle geçti. Ve atölyenin son günü, bu projelerin sunumları ve değerlendirilmesi yapıldı.
Galeri Elipsis’te gerçekleşen sanatçı konuşmasında ise van Meene, 1996’dan bugüne yaptığı işlerden örnekler eşliğinde çalışma pratiklerinden, modellerini nasıl bulduğundan, mekânları nasıl seçtiğinden, stüdyoda çalışmaktansa modellerinin evlerinde ya da kendi evinde çekim yapmanın getirdiği önceden planlanamayan sürprizlerden, dönem dönem editoryal çalışmalar yapmanın getirilerinden ve daha birçok şeyden bahsetti.
Beş gün, ilk başta uzun bir süre gibi görünse de hem sunumlar hem de çekimlerle epey koşturmaya sahne olduğundan, hem katılımcılar hem de Hellen van Meene için rüzgar gibi geçti diyebiliriz. Satır aralarında anlatılan pek çok hikâye de cabası...