Hakan Sorar ile Pg Basement kapsamında düzenlenmesi planlanan ancak pandemi sebebiyle dijital olarak kurgulanan ve çevrim içi açılışı gerçekleşen kişisel sergisi “Through the Skin” üzerine söyleştik.
Bedenlerimiz toplumsal yaşama katılımımızı sağlayan aracılar olurken aynı zamanda toplumsal kimliğimizi de temsil ederler. Yaşayan bedenimiz kendimizi, toplumu ve dünyayı algılayıp yorumlamamıza olanak tanır, diğer taraftan toplumsal normlar çerçevesinde varoluşumuzu temsil noktasına gelir. Hakan Sorar’ın ağırlıklı olarak siyah beyaz fotoğraflarının yer aldığı “Through the Skin” serisi tam olarak böyle bir sorgulamadan yola çıkarak meydana geliyor. Türkiye’nin ilk “dijital instax sergisi” olarak 30 Mayıs’ta Pg Art Gallery’nin yeni sanal sergi platformu Pg Online’da izleyicisiyle buluşan “Through the Skin”, siyah beyaz fotoğrafların yanı sıra çini desenleriyle bezenmiş, Fujifilm instant print kolaj çalışmalarına da yer veriyor. Sorar’ın 2017’den beri üzerinde çalıştığı bu seri farklı insan bedenleri üzerine yoğunlaşarak tenin yüzeyindeki kılları, elleri, kolları ayrıksı biçimlerde karşımıza çıkarıyor ve bedenlerin özgünlüğünü ortaya koymaya gayret ediyor. Hakan Sorar ile yeni sergisi “Through the Skin”, ilk çevrim içi sergi deneyimi, beden ve estetik üzerine konuştuk.
“İnsan, beden, et, kimlik, deri, kıl, yara, kusur, uzuv, cinsiyet, mahrem, estetik, toplum, politika, saklanmak, utanmak, kaçmak, dokunmak, tanışmak, düşünmek ve barışmak üzerine görsel hikâyeler…”
Basın bülteninde yer vermiş olduğunuz bu kelimeler basit birer kelime gibi görünse de her biri insanlık tarihi boyunca konuşulup tartışılan, üzerine tezler yazılan ve -sanırım- hiçbir zaman tek bir noktada buluşulamayacak kavramsal, kuramsal ve yaşamsal meseleler olmaya devam ediyor. Yeni serginizde yer verdiğiniz meselelerden ve güncel sanatınızdan bahsedebilir misiniz?
“Through the Skin” 2017 yılından itibaren üzerinde çalıştığım, ilk aşamada çok kişisel bir ‘dert’ ile yola çıktığım bir fotoğraf ve dijital kolaj serisi. Seri, ‘ideali’ yansıtmayan, eril erkin normatif değerlerine karşı olan bedenime ve kimliğime dair sorular ürettiğim, kendimle çatıştığım, etimi örten derimi kat kat örttüğüm, saklandığım, sakladığım, çıplaklıktan ve dokunmaktan korktuğum bir süreç sonrası yeşermeye başladı ve bu kişisel derdimin toplumsal alanda izdüşümlerini aramam ile devam etti.
Kendi zamanını yaratan bu seri, içerdiği anonim bedenler ile toplumsal alandaki çeşitli baskı mekanizmalarınca üretilen ve düzenlenen pratikler üzerine eğiliyor. Seride üzerine düşünülen abject meselesi ile bedenin bütünselliğinin, partiyarkal düzenleme ile yasaklanarak ve kapatılarak ‘pislik’ olarak adlandırılan her şeyden içkin olamayacağının altını çiziyor. Kendi bedenimle ilişkili deri ve kıl ayrıntılarına, yara, bedenin yüzeyindeki delikler ve cinsiyetin temsiliyetlerine sanatsal üretimimde sık sık yer veriyorum.
Buradan hareketle, farklı insan bedenleri üzerine yoğunlaşarak tek tip beden formunun ötesine geçmeyi amaçlayan seri, seyirciyi kendilik deneyiminin biricikliği ve bedenin abjecti meselesine dair sorgulamalar üretmeye davet ediyor.
Yaşadığımız pandemi sebebiyle “Through the Skin” serginizi çevrim içi olarak izleyiciyle buluşturdunuz ve eserleriniz VR gözlüklerle deneyimlenebiliyor. Bu süreçten biraz bahsedebilir misiniz? Çevrim içi bir sergiye hazırlık yapıyor olmak sizin için nasıl bir deneyimdi?
Dijital bir sergi fikri hem benim hem de izleyici için yeni bir sunuş, bakış, algılayış ve deneyim imkânı ile beni oldukça heyecanlandırıyor. Dijital sürecin ayrıntılarından bahsedecek olursam; öncelikle tam anlamıyla sanal bir sergi oluşturmak önceliğimizdi. PG Art Gallery’nin ilk dijital sergisi olan bu sergi için, sanatçı/tasarımcı Ahmet Rüstem tarafından, fiziksel bir sergileme mekânının ötesinde, “Through the Skin” serisine özel sanal bir mekân tasarlandı ve 3D olarak modellendi. Eserler dijital ortamda bu sanal galeriye yerleştirilerek bir seçki yapıldı. Böylece, fiziksel bir üretimin ötesinde, tüm eserler ve mekân dijital olarak izleyiciyle buluşacak ve 360 derece deneyimlenebilecek bir hâle geldi.
Sürecin artı ve eskilerden bahsetmem gerekirse; fiziksel anlamda izleyici-eser, izleyici-sanatçı temas ve etkileşiminin söz konusu olmaması dezavantaj olarak kabul edilebilir. Buna karşın, eserlere özel, biçim ve boyut bakımından sınırların olmadığı bir galeri tasarım imkânı, ilk aşamada fiziksel üretim ve kurulum yükünün ortadan kalkması ve sergiye erişimin kolaylaşmasını da avantaj olarak niteleyebiliriz. Ek olarak, sergilerin dijital ortama taşınması ile yeni görme biçimlerinin oluşması, sanata erişimin kolaylaşarak daha geniş kitlelere yayılması ihtimal dâhilindedir.
Eserlerinizin kompozisyonlarını oluştururken nelere dikkat ettiniz?
Her beden biricik ve tekildir. Tekillik bedene fark ve potansiyel katar. Bir beden kendine fark kattığı sürece o bedenin neler yapabileceğini öngörmek olanaklı değildir. Kompozisyonlarımı, her bedenin potansiyelini-yüzeyini, kıvrımlarını, kırışıklıklarını, deliklerini, yani bedenin bütününü mercek altına alma fikri ile kurduğumu söyleyebilirim.
Fotoğraflarınızda yer verdiğiniz bedenler bana sosyal ontolojinin temel sorusu olan “Beden nedir?” problemini hatırlattı ve bu soruyu size yöneltmek istedim; sizce beden nedir?
Tanımlamalardan oldukça uzak durmaya çalışıyor, tanımların ötesinde bedenin, yaşamla bağlantı kuran, imkân sahası olan bir et yığını olduğunu düşünüyorum.
“Foucault, çağdaş toplumların, duyguları, davranışları, bedensel ifadeleri yani özetle bedeni düzenlemek için sayısız “güç teknolojileri” geliştirmiş olduklarını ileri sürmüştür. Bu yüzden toplumsal kontrolün bu formları, aynı anda beden ve akıl üzerine kurnazca çalıştıkları için sadece yüzeysel uyum sağlama değil, aynı zamanda kişinin ruhuna nüfuz edebilme yetisine de sahiplerdir.” Bu alıntıdan yola çıkarak eserlerinizi siz nasıl açıklarsınız?
“Through the Skin” serisi, toplumsal arenadaki tahakküm mekanizmalarınca üretilen ve düzenlenen, ‘normalleştirme’, ‘idealize etme’, ıslah etme, şekillendirme, örtme ve tek tipleştirme pratiklerine gözünü diktiğini söyleyebilirim. Toplumsal alanda özne ile nesne olma arasında gidip gelen beden, onanmak için şekilden şekle giriyor. Nesne olma durumunu yeşerten toplumsal dil, bedene; çirkin, kusurlu, şişman, hastalıklı, yaşlı olduğunu söylüyor. Bu mekanizmalar ile özne, özgürlük yanılsamasıyla kendini gerçekleştiriyor, kapıyor/örtüyor, saklıyor/saklanıyor ve böylelikle oto sansürünü içselleştiriyor. Durum âdeta günlük rutin hâline geliyor. Yani kişi, bedenini bu tahakküm altında inşa ederken, aklı ve duyguları da bu normatif dışlama pratiklerinden nasibini alıyor.
Fotoğraflarınızda yüz kullanmamanız bir noktada fotoğraflanan bedenleri aynı bedenmiş gibi algılamamıza sebebiyet veriyor. Çoğunlukla da “erkek” bedenlerine yer vermeniz dikkatimi çekti. Toplumsal cinsiyet kavramlarını da sorguladığınızı düşünerek neden “kadın” bedenine daha az yer verdiğinizi sorabilir miyim?
Patriyarkal beden politikalarınca ayrıştırılan bedenimden, kendi bedenime ilişkin bir dertten yola çıktığım için “Through the Skin” serisinde, eril aklın ‘erkeklik’ atfettiği bedenleri görüyoruz. Maksadım, herhangi bir beden formunu, cinsiyeti, kimliği yüceltmenin tersine; bedenin, kendi olma hâli üzerinde durmak. Şu ki, fotoğrafladığım bedenler, cinsiyet ve kimlikten azade, benim için herhangi bir bedeni temsil ediyor. Bir bedenin potansiyelinin, kadın/erkek gibi her türlü ikiliğin ötesinde olduğunu düşünüyorum. Sanatsal pratiğimde, ‘norm’ dışı tüm bedenlere dokunmak ve yer vermek istiyorum.
Fotoğraflarınızın bir kısmını dijital kolaj çalışmalarına dönüştürüyorsunuz ve bu eserlerinizde çini deseni kullanıyorsunuz. Bu kolaj çalışmalarından biraz bahsedebilir misiniz? Tek tip arka plan kullanmanızın sebebi nedir?
Oluşturduğum kolajlarda, çini desenleri ile bedenler arasında ‘anonim’ kavramı üzerinden bir bağ kuruyorum. “Through the Skin” serisinde, herhangi bir beden formunu yüceltmenin tersine; bedenin, kendi olma, biricik olma hali üzerinde durulup; suretten azade, bedenin yüzeyi, delikleri, kıvrımları, kılları, kırışıklıkları ve yaraları objektifin tam merkezine alınarak, bedenlerin anonimliği pekiştirilir. Anonimlik kavramı bedenlerin temsiliyetini kırarken, çini desenleri ile bir birliktelik tesis eder.
Sanatın temel işlevinin özgürleştirmek olduğunu düşünürsek, özgürleştirici güç sanattan ayrılmaz bir diğer güç olan estetik, sizce bir faaliyet midir yoksa bir öğreti mi?
Estetiğin, bir duyumsama, hissiyat ya da duygu akışının formda vücut bulmuş hâli; bir meydana getirme, ortaya koyma pratiği olduğunu düşünüyorum.
Koronavirüs pandemisi sebebiyle evlerimize kapandığımız bu süreç üretiminizi nasıl etkiledi? İleride bu süreçte oluşturduğunuz bir seriyle sergi yapma düşünceniz var mı?
Küresel salgına maruz kalan her insan gibi günlük rutinim oldukça değişti. İçinde bulunduğumuz durumun birçok negatif etkisine karşın, kendime ayırabildiğim bireysel zaman ile sanatsal üretimime pozitif etkileri de yok değil. Sürecin, eserlerimin temasından çok üretim şeklimi etkilediğini, dijitale daha yakınlaştığımı, fotoğraf üretimlerime ara verip, dijital çizimler konusunda araştırma/çalışmalarımı artırdığımı ve yeni bir seri oluşturmaktan ziyade çevrim içi sergi hazırlıkları üzerine eğildiğimi söyleyebilirim.
Hakan Sorar’ın “Through the Skin” sergisini telefon, tablet ve bilgisayar aracılığıyla gezilebileceğiniz gibi VR gözlüklerle de deneyimleyebilirsiniz. Sergiyi çevrim içi olarak gezmek için: https://kuula.co/share/7XFpB/collection/7ldCk